Bugün İATG kapsamında iki oyun izledik. İlki, İstanbul Üniversitesi Eğitim-Araştırma Topluluğu Deneysel Sahne'nin sahnelediği Gogol'ün Bir Delinin Güncesi adlı oyundu. İkinci oyun ise Zeytinburnu Halk Sahnesi'nin sergilediği ve metnini grubun kendisinin oluşturduğu Nesini Söylesem adlı oyundu.

Bir kolektif oyunlaştırma girişimi olması sebebiyle ZHS'nin oyunu özel olarak ilgimi çekti çünkü bu girişim mevcutta bizim BGST Tiyatro Birimi'nde yaptığımız tartışmalarla bir paralellik oluşturuyordu. Öncelikle şunu belirtmekte fayda var; gün sonu söyleşisinde grubun çalıştırıcısı Fadime'nin de belirttiği gibi ZHS'nin Nesini Söylesem adlı oyunu aslında devam eden bir proje olarak görmek gerekiyor. Bu açıdan bakıldığında, burada değinmeye çalışacağım noktaların grupta ön açıcı tartışmaların oluşabilmesi açısından faydalı olması dileğini barındırdığını belirtmek istiyorum.

Oyunun kaba kurgusu şöyle: Çalışmak amacıyla sezonluk olarak İstanbul'a çeşitli illerden gelmiş olan bir grup arkadaş memleketlerine geri dönmeden önce bir veda mahiyetinde sıra gecesi yaparlar. Ve bu gece sırsında o sezon yaşadıkları ilginç olayları birbirine anlatırlar. Anlatılar aralara sıra gecesinin girdiği üç farklı episod halinde sunulur:

  1. Emlakçı episodu: Hikaye bir emlakçıda çıraklık yapan sezonluk bir işçinin ağzından anlatılır. Emlakçı para için her şeyi satabilecek birisidir. Bir yandan çürük binalar için sağlam raporu alıp onları görece ucuz fiyata satmakta bir yandan da yanında çalışan çıraktan tutun çırağın kız arkadaşına kadar herkese aşağılayıcı davranmaktadır. Dükkana gelen müşterilere göre muamele yapar. Örneğin, dükkana çingeneler gelir ama onları aşağıladığı yetmezmiş gibi ev vermemek için de fahiş fiyatlar ister ve onlara ev kiralamaz. Sonra dükkanına gelen dul bir kadına sarkıntılık eder. Son olarak gelen Kürt müşterileri ise daha yeni sağlam raporu aldığı çürük bir daireyi satın almaya ikna eder. Muhtemelen bina yakın zamanda yıkılacaktır.
  2. Ayakkabı dükkanı episodu: Bir binanın bodrum katlarının da altında bir katta çok zor koşullarda çalışan ayakkabı yapıcılarını görürüz. Bir tanesi, Memoli, diğerlerinden ayrışır. Tek ilgilendiği at yarışıdır. Hatta bu yüzden aynı yerde çaycı olarak çalışan kız arkadaşını dahi yarı yolda bıraktığı olmuştur. Ayrıca çalıştığı yerde işini de kötü yapmaktadır ve sonuçta ayakkabılar ya bozuk çıkmakta ya da iade edilmektedir. Bu ortam çalışanlar arasında gerilimlere de gebedir. Tartışmalar süre gider ve bunların kavgaya dönüşmesi hep an meselesidir. En son, Memoli yüzünden 4000 ayakkabının iade edilmesiyle usta Memoli'yi döver ve bir gün daha sona erer, hepsi evlerine dönerler.
  3. Dans kulübü episodu: Sahilde piknik yapmaya gelmiş bir aile orada tiner koklayan bir çocukla karşılaşır. Çocukları her ne kadar tinerci çocukla arkadaşlık yapmak konusunda daha açık olsalar da anne ve babalarının müdahelesiyle karşılaşırlar ve hep beraber tası tarağı toplayıp oradan ayrılırlar. Daha sonra tinerci çocuk dansçı arkadaşlarıyla karşılaşır. Arkadaşları onu tiner koklaması sebebiyle eleştiriler ve ona alternatif olarak dans etmeyi sunarlar. Bundan sonra çocukların dans çalışmalarını yürüttüğü ve  dans kulübü dedikleri mekana giderler. Oyunun bundan sonrasında tiyatro ile birlikte dans çalışması da yürüten oyuncuların dans şovunu izleriz ve oyun bu sahneyle final verir.

***

TB'de, kolektif oyunlaştırma sürecinde, Ömer Faruk Kurhan'ın kaleme aldığı Minimum Tiyatro[1] adlı kitabı okuma ve üzerine tartışma fırsatımız olmuştu. Bu tartışma temel olarak kolektif bir oyunlaştırma sürecinin nasıl olabileceği üzerine odaklanmıştı. Bu tartışmayı özetlemek gerekirse, üzerine anlaşmaya varılan noktalar kabaca aşağıdaki gibiydi[2]:

Ø      Minimum bir tiyatro çalışması kurgulanırken söz konusu olan standart-profesyonel yönetmen, oyuncu, ışıkçı vs. gibi keskin rol ayrımlarının ortadan kalktığı, katılımcı bir ortamın nasıl oluşturulacağı sorusudur. Bu anlamda kritik olan "ön-hazırlık" kelimesinin "ön" ekini işlevsizleştirecek bir çalışma düzeninin kurulup kurulamayacağıdır.

Ø      Uygulamada yola çıkılması uygun düşen nokta anlatılardır. Şu ana kadar çalışmalarda yeterince vurgu alamayan hikaye anlatımı aslında minimum bir tiyatro pratiğinin temelini oluşturur. Anlatılan hikayelerin çatışmalı bir olay içeriğine sahip olması gerekir.

Ø      Bu hikayelerde geçen olayın(ya da olayların) belli bir yol haritası çerçevesinde kurgulanması gerekir.

Ø      Bahsi geçen olay örgüsü içinde yer alan eylemciler, bu eylemcilerin temel nitelikleri ve fonksiyonu belirlenmelidir. Bu şekilde bir doğaçlama yapmak için bir araya gelen oyunculardan esas olarak olayı kuran alt-olaylar şekillendirilirken ve eşzamanlı olarak eylemcilerin fonksiyonu belirlenirken yaratıcı ve hazırlıklı olmaları beklenir.

Ø      Anlatıdan harekete eylemsel temsile dönüştürülen sahne parçasının dramaturjik değerlendirmesi tüm kadro tarafından çalışmadan hemen sonra katılımcı bir şekilde yapılmalıdır. Dramaturji faaliyetinde arka-plan çalışması eğitim araştırma sürecinin vazgeçilmez bir parçasıdır ve sahnede ele alınan konuların bilimsel yorumuna kuvvet kazandıracak aktarımlar, seminerler, okuma çalışmaları bu anlamda örgütlenmelidir.

Yukarıda da belirtildiği gibi, uygulama anlamında üzerinde tartıştığımız ilk konu bir anlatıdan eylemsel temsile nasıl geçilebileceği sorusu idi. ZHS'nin oyununa da baktığımızda, anlatı açısından hiç sorun çekmediklerini anlayabiliyoruz. Grubun ele aldığı anlatılar gerçekten de vurucu ve dramatik çelişki içeren unsurları barındırıyor. Asıl üzerinde düşünülmeye devam edilmesi gereken ise bu anlatılardan nasıl bir eylemsel temsil oluşturulabileceği sorusu. ZHS'nin bu anlatılardan yola çıkarak yaptığı doğaçlamalar üç episod halinde kurgulanmıştı. Bu episodların ilkinde diğer ikisine oranla görece içinde dramatik gerilim barındıran çelişkili bir olay ele alınmış ve dramatik bir çatı oluşturma konusunda daha başarılı bir adım atılmış olarak niteleyebiliriz. Örneğin, bu sahnede hem ortam ve arkaplan tasvir ediliyor, yani olaysal bağlam oluşturuluyor hem de emlakçının nasıl bir tip olduğunu ve olayın nerede geçtiğini görebiliyoruz, yani kişisel bağlamla olaysal bağlam ilişkisine dair bir fikir ediniyoruz. Kabaca bu episodun hikayesini inceleyecek olursak: Para için her şeyi yapabilecek olan emlakçı, çingenelere ev vermez, dul bir kadına sarkıntılık eder ve en sonunda da sağlam raporu aldığı çürük bir evi Kürt müşterilerine satar ve bundan dolayı vicdanı da hiç sızlamaz. Oysa ki, sattığı evin yıkılması muhtemeldir. Dramatik çelişki buradan doğar. Episodda iki temel vukuattan bahsetmek mümkündür:

1.      Emlakçı çürük eve sağlam raporu alır.

2.      Sağlam raporu aldığı çürük evi Kürt müşterilerine satar

Bu episoddaki alt olaylar ise şöyle sıralanabilir:

  1. Çırak, her an emlakçının gelebileceği endişesiyle, kız arkadaşı ile dükkanda buluşur
  2. Emlakçı dükkana gelen çingene müşterilere ayrımcılık yapar ve onlara ev kiralamaz
  3. Emlakçı dükkana gelen dul bir kadına sarkıntılık yapar ve sonunda tokatı yer

Bu örnekte olduğu gibi yapısal bir analiz çalışmasının diğer sahnelere de yapılmasının yol açıcı olacağını düşünüyorum. Örneğin bu episodu yapısal olarak incelerken, en temel tiyatro metinlerden biri olan Aristo'nun Poetika'sına da referans verecek olursak, bu episodda bir baş, orta ve sondan tam anlamıyla söz etmek mümkün değildir. Mesela bu sahneye bir de satılan evin yıkıldığını eklesek yukarıda bahsi geçen anlamda da bir yanıt oluşturabilme adına adım atılmış olabilirdi.

Özetle, dramatik bir çatı oluşturmaya yönelik belli adımlar atılmış ve bazı unsurlar yakalanmış olsa da bu episod yapısal olarak incelendiğinde geliştirmeye açık yönleri tespit edilip üzerinde çalışılabilir. Benzer bir şekilde diğer iki episod için de aşağıdaki başlıklardan yapılacak çalışmaların oyun açısından faydalı olacağını düşünüyorum:

  1. Yapısal analiz
    1. Olay örgüsü analizi
    2. Kişisel bağlam-olaysal bağlam ilişkisi
    3. Karakterlerin fonksiyonları

Yapısal bir analizin yanında TB'de yürüttüğümüz ikinci bir başlık ise değer analizi idi. Bu analizi bilimsel, politik, etik ve estetik gibi değerler üzerinde yapmaya çalışıyor ve halen bunları formüle etmeye, buradan bir metodoloji oluşturmaya çalışıyoruz. Gün sonu söyleşisinden anladığım kadarıyla, şu anda grup değer analizi tartışmasına girmeyi çok tercih etmiyor. Şu aşamada, bunu daha çok oyuncuların sezgisel olarak yapmaları yeterli olarak görülüyor. O yüzden bu tartışmayı burada açmayı uygun bulmadım.

Son olarak, yine gün sonu söyleşisinden anladığım grubun bu oyunu çalışmaya devam edeceği yönünde. Daha önce MSÜO'nun İATG kapsamında izlediğim Küresel Zamanlar adlı oyunun değerlendirmesinde, Ömer Faruk Kurhan'ın önerdiği oyun kurma üzerine yapılacak bir atölye çalışmasının bu bağlamda ZHS için de ön açıcı olabileceğini düşünüyorum. Zaten TB'nin çalışmalarını bu konu çerçevesinde yürüttüğü düşünülürse, aslında İATP-G topluluklarının belli bir kısmının gündeminde olan bir konu üzerine atölye yapılması İATG sonrası süreçte ele alınması gereken bir konu olmaya aday görünüyor.

22.05.2007


[1] Kitabın henüz yayınlanmamış fakat yazardan talep edilmiş elimizdeki son hali referans alındı.

[2] Bkz. http://www.bgst.org/tb/yazilar/160407ko.asp