Moliere'in oyunları üzerine dramaturjik analiz yapabilmek ve oyunların içerdiği değer tartışmalarını kavrayabilmek için 16 ve 17.Yüzyıl Fransa'sının toplumsal ve siyasal haritasına sahip olmak gereklidir. Bu haritanın ana hatları ise aşağıda sıralanan başlıklar hakkındaki olgu ve yorumlardan oluşur:

A)        Sınıflar arası konumlanmalar, eğilimler ve temel kavramlar.
B)        Feodal değerlerin çözülmesi ve modern devlet oluşumu.
C)        Kadınların toplumsal yaşam içerisindeki konumlanışları. 
D)        Dönemin bilim, kültür ve sanat atmosferi.

Aşağıdaki yazı, yukarıdaki eksenler üzerinden ilerleyecek, Moliere literatürünün tarihsel arka planına dönük olguları toparlama girişimi olarak tasarlanmıştır. Yazının bu kısmı ilk iki eksene (A-B)  dair tartışmaları içermektedir.  

  • Sınıflar arası konumlanmalar, eğilimler ve temel kavramlar.

Belirli kavramların tanımını çıkararak ve dönem içerisindeki başlıca toplumsal konum ve prestijleri ortaya koyarak işe başlanabilir. Bu kavramlar şu şekilde sıralanabilir: Aristokrasi, kilise, üçüncü zümre –tüccar ve köylüler-, mutlakiyetçilik ve merkantilizm. 14. Louis döneminde yönetim mekanizması konusu da sınıflar arası konumlanış ve eğilimlerle yakından ilgili olduğundan bu temel kavramlar içerisine dahil edilebilir.

Aristokrasi-Soylular [1] 

Soyluluk belirli yollarla elde edilen ya da kalıtsal olarak atadan gelen, toplum içerisinde belirli hak ve imtiyazları içeren yasal bir konumdur. Özellikle 16. Yüzyıla kadar soyluluk ağırlıklı olarak kalıtsal yoldan aktarılan bir özellikti. Ancak her soyluluk biçimi de bir sonraki jenerasyona aktarılamazdı. Örneğin soylu bir erkek sıradan vatandaşla evlendiğinde soyluluğu devam edebilir ancak soylu bir kadın sıradan bir erkek vatandaş ile evlendiğinde soyluluğunu kaybederdi.
Soylular üretici bir sınıf değil rantçı bir sınıftı. Büyük toprak mülkiyetlerine sahip olmalarının yanında önemli vergi muafiyetlerine de sahiptiler. Bu feodal sistemin gereğiydi. Çünkü soylu kesim anlamını ve gücünü devlet yapısının savaş gücünü oluşturma kapasitesinden alıyordu. Emrindeki özel kuvvetlerinin-şövalyeleri- yanı sıra beslediği serflerini savaşa sürme kapasitesine de sahipti. Ayrıca sivil ve askeri idaredeki bir çok memurluklar soyluların tekeli altındaydı. 
16. Yüzyıldan itibaren soyluluk ünvanları ticaret yoluyla zenginleşmeye başlayan burjuva sınıfına satılmaya başlandı. Dolayısıyla Moliere'in yaşadığı dönem içerisine baktığımızda soylu olmak aşağıdaki üç yol ile kazanılabilirdi:

  • Doğum: Bölgeden bölgeye farklılık göstermekle birlikte genel olarak babadan aktarılan bir özelliktir.
  • Memurluklar: Çeşidine bağlı olarak, memurluk sahibi hemen veya bir kaç yıl sonra soylu olabiliyordu. Yine memurluğun çeşidine ve o günün kanunlarına göre ünvan sadece o kişiye ait  ya da bir kaç jenerasyon sonrasına miras bırakılabilir bir özellik taşıyabiliyordu. Ancak özellikle 16. Yüzyıldan itibaren memurluklar satışa çıkarılarak tüccar kesime de açıldı. Yani tüccar elindeki sermayesini kullanarak tüccarlığı bırakıp soylu ünvanını satın alabiliyordu. 1604 Paulette fermanı ile memurlukları satın alan tüccarlar, makamlarını miras bırakma hakkına da sahip oldular.

Memurluk çeşitleri ise şöyle sıralanabilir: 1) Beledi memurluklar 2) Hukuki memurluklar 3) Mali memurluklar (vergi mahkemesi üyeleri, vergi denetçileri, büyük vergi toplayıcıları) 4) İdari memurluklar (kralın sarayındaki çeşitli pozisyonlar ve kraliyet sekretaryasının bir kaç yüz tane görev çeşidi) 5) Askeri komisyonlar  

  • Doğrudan kral tarafından onaylanan belge yoluyla: 13. Yüzyılın sonlarından itibaren kral finansal güçlükleri hafifletmek için soyluluk ünvanlarını yüksek meblağlar karşılığı satışa çıkarmıştı.

Soylular feodal görevlerini kaybettiklerinde ünvanlarını da kaybedebilirlerdi. Bu çeşit düşüşe "déchéance"-düşürme  denirdi. Soyluca yaşamla bağdaşmayan işle uğraştığı takdirde de ünvanını kaybedebilirdi. Buna ise "dérogeance"- kaldırma denirdi. Soylulukla bağdaşmayan işler ise şöyle sıralanabilir: Ticaret ve zanaatkarlık. Peki, 17. Yüzyıl Fransa'sı içerisinde ticaretin soyluca iş olarak tanımlanmaması ne ifade ediyordu? Bu soruyu yanıtlamak için dönemin toplumsal prestij anlayışına bakmak gerekir: Ticaretten para kazanıp sonradan soylu olanlar, eski soyluların toplumsal prestijini sarsıyordu. Bu süreçe yanıt olarak eski soylular parasal zenginlik ile asaleti ayrı tutmaya çalıştılar. Yani ticaret ile uğraşma yasağı burjuva sınıfından farklı olduklarını ispatlıyor ve tüccar kesime toplumsal olarak alt tabakada olduklarını ima ediyordu. Ancak tıp, cam işi, maden çıkarma, deniz ticareti ve toptan ticaret yapmaya izin verilebilirdi. [2]

Soyluluk kendi içerisinde de hiyerarşik bir yapıya sahiptir. Ünvanlar prensten sonra gelmek üzere şöyle sıralanabilir: 1) Dük-düşes 2) Marki-markiz 3) Kont-kontes 4) Vikont-vikontes 5) Baron-barones

Kilise

14. Louis Fransa'sında kilisenin iktidarını sağlam bir şekilde koruduğu görülür. Başat sınıfsal gerilim monarşi ve aristokrasi arasındadır. Kilise sahip oldukları topraklarıyla dokunulmaz bir güç olarak varlığını sürdürür. Louis'nin dinsel alandaki siyaseti ise Papalıkla olan ilişkilerde fazlaca risk almamak üzerine kuruludur. Özellikle 1693'ten sonra, önceden Papalıkla arasında gerilime neden olan bazı erklerini Papalığa iade eder.  Dinsel azınlıklara karşı siyaseti ise tam anlamıyla bağnazlıktır. Özellikle Protestan olan Huguenot'larla münasebeti tasfiye politikası üzerine kuruludur. Bu politikayı anlamak için de ilk önce reform ve karşı reform kavramlarına kısaca göz atmak gerekir:

1529'dan itibaren kilise reform ve karşı reform hareketleri çatışmasından geçmiştir. Kabaca, reform yanlıları Protestanlardan, karşı reform yanlıları ise Katoliklerden oluşmaktadır. Protestanlık  genel anlamda, Katolikliğin statik toplum anlayışına karşı çıkmış, insanın yüzünü dünyevi hayata döndürmeyi sağlamış bir Hıristiyanlık yorumudur. Ayrıca Avrupa'nın iktisadi gelişimine de önemli tesirlerde bulunduğuna dair yorumlar vardır. Weber gibi bir çok sosyal bilimci, iç disiplin ve ağır çalışmaya önem verişi, tutumluluk, biriktirme ve yatırım öğütleri sunması itibariyle Protestanlığın kapitalizm ruhunun doğmasına neden olduğunu savunurlar. Protestanların bir kısmının bulundukları yerlerde azınlık olmaları olgusu da ekonomide başarılı olma özellikleriyle bağlantılıdır. Çünkü siyasal yapılarda temsil haklarından mahrum olmaları ve bir çok alanda ayrımcılığa uğramaları nedeniyle, özel girişimcilikte uzmanlaşıyor ve ekonomik alanda güç kazanıyorlardı. Fransa toplumu içerisindeki Huguenot'lar da aynen bu durumdaydı. Monarşi yanlıları da bu azınlığı devlet içerisinde devlet olarak görüyordu. [3] 

1598'de 4. Henry Nantes fermanı olarak bilinen ve dinler arasında barışı getiren düzenleme ile ağırlıklı olarak Katolik olan ülkede Huguenot'lara önemli haklar vermişti. Ancak 14. Louis'nin 1685'te bu fermanı yürürlükten kaldırmasıyla, Huguenotlar soykırıma maruz kalmış ve yarım milyon Huguenot Fransa'dan sürülmüştü. Denilebilir ki, büyük katliamlara maruz kalıp ülkeyi terk etmeye zorlanmaları, daha sonrasında Fransa içerisinde büyük bir ekonomik boşluğun oluşması ve gittikleri yerlerin-Hollanda, İngiltere, Prusya vb.- iktisadi büyümelerine katkıda bulunmaları itibariyle, [4] Huguenotlar'ın yaşadıkları ile 1915'te Anadolu coğrafyasında Ermenilerin "ortadan kaldırılmaları" arasında bir çok bakımdan benzerlikler vardır.

Ağırlıklı olarak Katolik olan Fransa'da Kalvinci Protestanlığa rakip Cizvitler ise önemli kurumsal faaliyetlerde yer alıyorlardı. Cizvitler keskin radikal değişimlerden uzak durmuşlar, insana yatırım yaparak uzun vadeli stratejiler kurmuşlardır. Kurumların içerisine sızarak içerden mücadele etmeyi sürdürmüşlerdir. Eğitime ciddi yatırımlar yapmışlardır. Örneğin Moliere'in de gittiği Clermont koleji dönemin en iyi okuluydu ve Cizvitlere aitti.

Üçüncü Zümre:

a)Burjuva

Kelimenin kökeni kasaba anlamına gelen bourg'dur. 11. Yüzyıldan itibaren derebeyliklerin kır veya kent topraklarında ne soylu ne de köylü olan, geçim olanaklarını kendi yaratan kesime burgenses denir. Burjuva veya kelimenin kökeni olan bourg ise yasal kullanımına göre, 11-12. Yüzyıldan itibaren kasabalardaki belgeli imtiyazlılar anlamına geliyordu. 4. Philip, kralın burjuvası (bourgeois du roi) statüsünü yaratmıştı. Bu statüyü, o ve halefleri kraliyetin derebeylikleri arasındaki yetki alanını genişletmek için kullanıyordu. Çünkü burjuvazi olmak için sıkı düzenlemeler kurulmuştu. Bu düzenlemeleri geniş siyasal özerkliklere sahip derebeylikler arasında ortaklaştırarak kral, siyasal manevra alanını arttırabilme amacındaydı. [5] Burjuvalar ise hep bu tarz imtiyazların keyfini sürdü. Çünkü imtiyazlar çoğu zaman vergi ve haciz muafiyeti anlamı taşıyordu. 

14. Louis döneminde ise Paris burjuvalarının sıradan vatandaşın ödediği taille'den [6] muafiyet gibi türlü ayrıcalıkları vardı. Bazı tüccar kesim kırda malikânelere sahipti ve o malikânenin vergilerini ödemekten de muaflardı. Louis onları da vergilendirmenin yollarını aradı. 

Elinde büyük sermaye bulunduran tüccarlar soylu ünvanı veya memurluk satın almaya çalışmaktaydı.  Bu  gibileri genel olarak "burjuva gentilhomme" olarak adlandırılır. Örneğin Moliere'in Mösyö Jourdain'ı burjuvazinin bu özelliklerinin ön plana çıktığı bir tiplemedir.

İlk haliyle burjuvazinin açık kapitalist özlemleri yoktu, nihai amaçları aristokrasi tarafından belirleniyordu; öyle ki ilk ve orta çağlardaki kapitalistler kârlarını toprağa yatırıyorlar, işlerinden çekildikten sonra toprak beyleri gibi yaşamaya çalışıyorlardı. [7] 

Burjuvalar tüm soylu imtiyazlarına sahip değillerdi ancak sahip oldukları imtiyazların hepsi soylu imtiyazlarıydı. [8] Soylulara konulan ticaret yasağına benzer şekilde Paris burjuvası üzerinde de bir dérogeance kanunu vardı. Yani ticaretle uğraşmaya devam ettikleri kanıtlandığı takdirde ünvanları ellerinden alınabilirdi. Bu koşullar altında burjuva Fransa monarşisinin aristokratik toplumunda verili statü bilincini kabul etti ve soyluca yaşam idealine özendi. Bu da ünvan düşürme kanununa tam uyum demektir. Dolayısıyla, soylulaşma yolunda ilerleyen burjuvalar ticareti küçümsediler ve çalışmadan yaşamaya özendiler. Kendilerine eski tüccar demeyi daha uygun görebiliyorlardı.

Tüccar kesimde diğer bir eğilim ise toplumsal statüde ticaret ve tüccarlara da değer ve onur verilmesi yönünde saray politikalarını sıkıştırmaktı. Ancak bu yöndeki talepler, dönemin tüccar kesiminin örgütsüz oluşu, siyasal anlamda yeterince muktedir olmamaları ve sarayın sınıflar arası denge politikası izlemesinden dolayı gerçekleşemedi. Çünkü R. B. Grassby'e göre dönemin güçlü tüccarları Colbert'in [9] tüccarlarıydı. Bu kesim dar kafalı, kendi çıkarından başkasını düşünemeyen, kamu yararını gözetmeyen, birbirlerinin  kuyusunu kazan, örgütlülükten yoksun, geniş bir vizyona sahip olmayan bir kesimdir. [10] Grassby'nin dönemin büyük tüccarlarını tanımlarken kullandığı terimler Moliere'in Harpagon'ununda öne çıkan özellikleri hatırlatır. Örgütsüz oluşları ve çıkar savaşı yüzünden ortak politika geliştirememeleri gibi nedenlerle Louis'nin sınıflar arasında izlediği denge politikası içerisinde manipüle olabilirler. 
Sonuç olarak o dönemki burjuvazinin günümüz tanımıyla tam olarak örtüşmediği söylenebilir. Ancak tutumluluk, maddi birikim, rekabet değerlerinin ortaya çıkışı bağlamında bugünün kapitalistlerinin evrimsel başlangıcını temsil ederler.

b) Köylüler

Bir hükümdar için köylünün iki işlevi vardır: Haraç ve bedelsiz emek. Dolayısıyla bir köylünün başlıca düşmanları şöyle özetlenebilir: Yağmacı-savaşçı ordular, istilacı soylular, vergi tahsildarları. Ancak yine de köylüler Ortaçağ Avrupa'sında gözlerden ırak olabiliyordu. Yerel yaşam gözlerden saklı ancak yoğundu. Köylerin etrafında herkesin kullanımına açık geniş topraklar vardı....yukarıdan aşağıya müdahale en düşük düzeydeydi. [11] 

15 ve 18. Yüzyıllar arasında malikâne ekonomisinin çöküşüne paralel olarak da kırsal alanda ortakçı köylüler türemişti. Yani soyluların hükmü altında çalışan serflerin yanı sıra soyluların gıyabında görece bağımsız çalışan çiftçiler de oluşmaktaydı. Bunlar geçimlerinden fazlasını üreterek ticarete atılma potansiyeli taşırlardı. Bu yönleri ile tüccar sınıfa eklemlenme özelliğine sahiplerdi.

Monarşinin varlığı köylünün belini büken soylu kesimlerden kurtuluş vaadini çağrıştırabiliyordu. Ancak durum hiç de öyle olmadı. Fransa özelinde 17. Yüzyılda, hayatlarındaki tek gelişme koşulların her geçen gün kötüye gitmesiydi. Kötü hasat veya tarımsal fiyatların düşüşü ve değişik kesintiler- vergiler, kiralar, parasal ve ayni rantlar, ekin vergisi, kilisenin aldığı aşar vergisi- köylüler için birden katlanılmaz hale geliyordu. [12] Özellikle Otuz Yıl Savaşları (1618-48) sırasında köylüler sürekli üretim yapmaya zorlanarak topraklarını nadasa bırakamamışlardı. Sonuç ise uzun süren kıtlık yılları olmuştu. Dolayısıyla bu dönem içerisinde  kentlerde çıkan isyanlara benzer şekilde köylü isyanları da sıradan bir hal alabiliyordu. 

Mutlakiyetçilik

Kısaca tanımlanırsa, mutlakiyetçilik, kralın hükümranlığını temsil eden devletin, bendeleri üzerindeki mutlak ve bölünmez egemenliği anlamına gelir. Mutlakiyetçiliğin teorisi Hobbes ve Bodin ile kurulmuş ve egemenliğini 13. Louis'den itibaren kabul ettirmiştir. [13] Ortaya çıkış öyküsü ise kabaca şöyle özetlenebilir: Derebeyleri arasındaki iktidar savaşı kurtlar sofrasıdır. Herkesin herkesle mücadele ettiği ortamda tüm soylular otoritelerinin belirli bir kısmını üst organa yani monarka devreder ve iktidar odakları arasında politik istikrar yakalanır. Bu gelişmede kabaca iki faktörün katalizör olduğu söylenebilir: 1) Derebeylerin ekonomik hakimiyetinin palazlanan tüccar sınıf tarafından kırılması ve vergi toplama gücünü elinde bulunduran kralın bağımsız ordusunu kurabilmesi.  2) Askeri teknolojinin gelişmesiyle birlikte kalelerin yıkılmazlığının ortadan kalkması. Bütün bu gelişmeler merkezi otorite karşısında feodal derebeyliklerin güçlerinin azalmasına neden oluyordu. 

Mutlakiyetçiliğin tarihsel önemi ise kır aristokrasisinin yargısal ve siyasal otoritesinin büyük ölçüde kısıtlamasından gelir. Böylelikle ekonomik anlamda güçlenen tüccar kesim ve belli bir küçük işletme ekonomisi oluşturan köylülükle beraber, mutlakiyetçi yönetim biçimi, feodal değerlerin kırılmasına tesir eden önemli bir değişkendir. "Tek Kral, Tek İnanç, Tek Yasa", desturuyla yeni bir "devlet aklı" geliştirilmiş olur. 

Tek bir güç altında toplanmış, başka dinleri ve inançları dışlayan, yasama gücünün ve hukukun birleştirildiği, yerel özgürlüklerin ortadan kaldırıldıkları, nüfusun homojenleştirildiği bir ulus devlet söz konusuydu. Böyle bir durumda, krallık dinsel, toplumsal ve siyasal alanda tek ve biricik otoriteyi temsil ediyor, kral ise tanrıdan aldığı yetkiyi ne halka ne de kiliseye devredebiliyordu. [14]  

Merkantilizm

Genel olarak merkantilizm had safhada korumacı ekonomi anlayışıdır. Ulus zenginliği anahtar kavramdır. Yani bir yandan ithalata ağır gümrük vergileri konur diğer yandan ihracat kolaylaştırılır. Sonuçta altın ve gümüş ülke içinde biriktirilerek ulus zenginleştirilir. Merkantilist stratejide dönemin yönetim siyaseti ikliminde önemli tesirlere sahip Makyavelist devlet idealinden önemli bir ayrılık vardır. Makyavelizm'e göre hükümdarın yönetme sanatı ancak boyunduruğu altındakilerin yoksulluğu ile gerçekleşebilir. Hükümdarın olabildiğince zengin  halkın olabildiğince fakir olduğu koşullarda yönetim daha iyi işler ve devlet de o kadar güçlü olur. Merkantilizmin karşı savı ise devletin güçlü olması için güçlü yurttaşlara sahip olması gerektiği yönündedir. 

"Merkantilizm- Mutlakiyetçilik ikilisi ... henüz zayıf burjuvaziyle mutlakiyetçi gelişimini 14. Louis'nin kişiliğinde tamamlamış bir hükümdar arasındaki ittifaktı. Gerektiğinde hala güçlü soylu sınıfına karşı, gerektiğinde sefaletten ayaklanan halka karşı bir ittifak. Soylu sınıfın başkaldırısı (1648-53) genç 14. Louis'yi derin bir biçimde sarsacaktı, köylü savaşları ve kent isyanları (1623-52 arasında sıkça patlak veren) krallığın mali durumunu açık bir şekilde riske atıyordu. Vergi memurları ve yardımcıları sık sık öldürülüyor, parçalanıyor ve çivileniyordu..".[15] 

"Ulusun" zenginleşmesi için görülmedik bir imalat disiplini yaratıldı. Üretimi teşvik amacıyla tekel hakları, vergi muafiyeti vs. gibi kolaylıklar getirildi. Ucuz iş gücü için de taktikler geliştirildi. Hastanelere kapatılan dilenciler, çok sayıda boş gezer ve manastır personeli meslek öğrenmek zorunda kalabiliyordu. Ancak bu atılımlar her imalatçı için olumlu gelişmeler değildi. Gümrük vergileri diğer devletlerdeki üreticilerin hiç de hoşuna gitmiyordu. Onlar da önceden Fransa'dan aldıkları ürünleri başka yerlerden ithal ederek misillemede bulunuyorlardı. 

Fransa'nın dış ticaretine dair diğer önemli bir nokta ise Amerika ve Asya kıtasındaki sömürge faaliyetlerinden elde edilen gelirdi. Dünya ölçeğinde tekel olabilecek şirketler yaratılıyor ve bu şirketlere önemli ticaret imtiyazları veriliyordu. Sonuç olarak denilebilir ki, yukarıdaki ekonomik anlayış içerisinde, "krallık devletinin girişimleri sayesinde, Fransa'da mütevazi ama sağlam bir üretimci ve sömürgeci kapitalizmin temelleri atılabildi." [16]  Diğer yandan yukarıda bahsedilen gelişmeler Fransa ekonomisinin14. Louis'den sonra büyük bir ekonomik darboğaza girmesini önleyemedi. 

14. Louis Döneminde Yönetim Mekanizması

1661'den itibaren, kraliyet yönetimi, kralın çeşitli danışmanlık  birimlerine (yaklaşık 130 kişi) ve küçük bakan ve devlet sekreterliklerine bölündü. Kralın idari danışmanları en önemli ve krala en yakın topluluktu. Mutlakiyetçilik, kralın her istediğini yapması gibi bir anlama gelmiyordu. Yani kral danışmanlarının görüşüne göre hareket eder, çoğunluğun fikrine uyardı. Bu yapılara kendi kararlarını nadiren dayatırdı. Hatta dönemin ünlü diplomat ve komutanlarından Saint Simon'a göre, kral, danışmanlarının tavsiyelerine sadece altı defa uymamıştı. Mutlakiyetçilik tanrı-kraldan daha çok kralın şahsında birleşen mutlak iktidar ile bu yapının toplumdan ve çeşitli güç odaklarının baskısından izole olması anlamına geliyordu.

17. ve 18. Yüzyıllarda genel olarak kralın danışmanlık birimleri şu üç başlık ve alt başlıklar altında toplanabilir: 1) Devlet idaresi ile ilgili konseyler: a) Yukarıdaki konsey (Versay'ın ikinci katında olmasından dolayı bu ada sahiptir): Kral, veliaht prens, şansölye, genel ekonomi denetçisi, dış ilişkiler sekreteri. b) İletişim konseyi: Eyaletler arasında koordinasyonu sağlar. Kral, şansölye, devlet sekreterleri, genel ekonomi denetçisi ve tartışılan konuya bağlı olarak katılan diğer danışmanlar c) İnanç konseyi

2) Finansal konseyler: a) Kraliyet ekonomi konseyi: kral, şansölye, ekonomiden sorumlu konseyin başı, şansölye, genel finans denetçisi ve onun iki danışmanı ve finans müfettişleri. b) Ticaretten sorumlu konsey

3) Hukuki ve yönetimle ilgili konseyler

Diğer yandan kral ve soylular arasında temel bir mekanizma vardı: Paris Parlamento'su. Mutlakiyetçiliği tehdit edebilecek potansiyele sahip Paris Parlamentosu'nun prestij ve gücü Kardinal Richelieu'dan itibaren azaltılmaya çalışıldı. Soyluların yönetim üzerindeki etkisini düşürmeye yönelik siyasi programlara örnek olarak şunlar sayılabilir: Siyasi tutukluları yargılamak için ayrı bir konsey kurarak Parlamento'nun görevlerinden birini başka bir yapıya devretmek, savaş masraflarını karşılamak için Parlamento'ya ait koltukları tüccarlara satmak, Parlamento'dan çıkan tüm fermanların kral tarafından onaylanması zorunluluğunu getirmek vs. 14. Louis de  benzeri uygulamalar ile Parlamentonun gücünü azaltmaya çalıştı. [17] Yönetimi boyunca soylularını Versay'a atayarak biraz olsun memnun etmişti ancak bakanlarını "kılıç soylularının" dışından seçmeye özen göstermişti. Askeri danışman Le Tellier, ekonomi bakanı Colbert, komutan Louvois, Barbezieux soyluluk ünvanıyla taltif edilip saraya alınmışlardı. [18] 

B) Feodal değerlerin çözülmesi ve modern devlet oluşumu.

Mutlakiyetçi yönetim, toplumsal düzen içerisindeki iktidar odaklarını birbirine bağlayan feodal dokunun değişmesi ile aynı döneme denk düşer. Kral ve onun çevresinden oluşan "yeni devlet aygıtı", eski rejimin bağımlılık ilişkilerinin dönüşmesine neden olur. Ancak sistemin değişmesi sadece saray çevresinin dinamiği ile gerçekleşen bir süreç değildir. Feodal değerlerin değişiminde katalizör olan iki unsur daha vardır.

  • Elindeki sermayesi ile güç kazanan tüccar kesim: Saray çevresinin oluşturduğu yeni devlet yapısı içerisine eskiden soyluların tekelinde olan hukuki, idari ve finansal memurlukları satın alarak sürece eklenirler.
  • Köylülük: Belirli bir küçük işletme ekonomisi oluşturma yolunda ilerlerken bağlı bulundukları soylularıyla olan ilişkilerini dönüşüme uğratırlar. Geçiminden fazlasını üretirken ticarete atılır ve sınıf atlamaya çalışırlar.

Feodal düzenin durağan statü anlayışıyla çelişen yukarıdaki gelişmelere yanıt olarak, 17. Yüzyılın ilk yarısında, Frondes periyodu [19] içerisinde soylu başkaldırısı ortaya çıkar. Soylular makam satışı politikasının karşısındadırlar. Memurluk satışlarının [20] neden soyluları rahatsız ettiğini anlamak güç değildir: Memurluk satışları yoluyla gücün ve nüfuzun kapısı soylu olmayan ailelere de açılmıştı. Kral, alıcıyı artık burjuvalar arasından kendisi seçebilirdi. 

17. Yüzyılın ilk on yıllarından beri kral ile soylu arasındaki ilişki tehlike altındaydı. Richelieu ve Mazarin 1620-1650 arasında durumu daha da ağırlaştırdılar. Monarşiyi toplumun geri kalanından üst noktaya getirmek için, kralı soylulardan izole etmeye çalıştılar. Yani kral artık soylularıyla daha az yemek yiyor ve daha az ava çıkıyordu.

14. Louis ve ekibi farklı bir siyasi politika izledi. Öncelikle keskin, radikal dönüşümlerden kaçındılar. Örneğin soylular ile kral arasındaki izolasyon yerine daha manipülatif bir siyaset izlediler. Sınıflar arasındaki rekabetten faydalanarak ve bu rekabette düzenleyici rol üstlenerek değişimin önündeki engelleri manipüle etmekle uğraştılar. Ancak hiç bir zaman "modern devleti kuralım" amacıyla siyasi programlar gerçekleştirmediler. İki noktayla amaçları şöyle özetlenebilir: 

1) Dışarıdaki hegomanya savaşlarında devletin ekonomik ve askeri gücünü tesis etmek için merkezi devlet yapısının kudretini arttırmak

2) Bu savaşları finanse etmeye ve zararları telafi etmeye yönelik olarak iç politikadaki istikrarı sağlamlaştırmak. Bunun içinde sınıflar arasındaki rekabetten dolayı iç politikada istikrarsızlığa neden olacak gelişmelere mahal vermemek. 

Sonuç ise ilk modern devlet yapılarının ortaya çıkmasıydı.

Peki, nasıl oluyor da soylular 14. Louis siyasetinde değişimin önünde duramıyorlardı?

Jay M. Smith [21] soylu ve kral arasındaki ilişkinin değişim hikâyesini şöyle tasvir eder: Soylu ile kral arasında özel bir hizmet ilişkisi vardı. Bu hizmet anlayışında ise cömertlik en büyük değerlerden biriydi. Yani birey ne kadar cömert davranırsa o kadar karşılık alma imkanına sahipti. Ancak 14. Louis döneminde, kral ve soylu arasındaki hizmet değeri bu ilkeden ayrıştırıldı ve standardize edildi. Diğer bir deyişle hizmet değeri artık maddi olarak ölçülüp biçilir hale getirildi. Bir diğer önemli nokta da hizmet değerinin saray dışındaki unsurlara, burjuvalara da açılması olgusuydu. Ancak Louis hizmetin burjuvalara da açılması konusunu dengeleyecek şekilde eski hizmet değeri anlayışını devam ettirdi. Soylularıyla münasebetlerini sıcak tutabilmek için Versay'ın saray yaşamını düzenlemekle işe başladı. 

14. Louis siyasetini özetlemesi bakımından saray içerisine daha yakından bakılabilir: Kralın saray içerisindeki yaşamı mükemmel derecede sistematize edilmişti. Saat kaçta kiminle yemek yiyeceği önceden hazırlanan programlar kontrolünde yürütülüyordu. Soylular kralın kişisel aktivitelerine eşlik edebilme onuru peşinde koşuyorlardı. Ancak Louis'nin sarayı, soyluların iktidara dönük ilgilerinin maniple edildiği  eğlence, boş zaman ve aptallık cennetinden fazlasıydı. Şaşalı saray eğlenceleri daha evvel sorun çıkarmış büyük soyluların kral tarafından yakından izlenmesini sağlıyordu. Fakat Saray topluluğu fazlasını yapmıştı. Saray topluluğu, soyluların kraliyet hizmeti hakkındaki eski düşünceleri üzerine kuruldu: Kral eskiden olduğu gibi kullarını dikkatle ve özel olarak değerlendirmeli ve onları ödüllendirmeliydi. Ata binme eğitimi, askeri eğitimler vs. soyluların krala yaklaşmalarının çeşitli yollarıydı.  Kral bu tip değerlere önem veriyordu. Soylularla ilgileniyor onların bundan hoşnut olduğunu biliyordu. 14. Louis bu tarz ilişkilerin soyluların kötü hareket içerisine girmesini önlediğini söylüyordu.

Ayrıca 14. Louis, kralın her şey hakkında bilgilendirilmesi gerektiğini düşünüyordu. Örneğin, 14. Louis, aristokratların soy kütüğünün yer aldığı kataloglar hazırlatmıştı. Bu kataloglardan soyluların özelliklerine bakılır ve buradan alınan verilere göre soylular memurluklara atanabilirlerdi. Ayrıca binicilik okulları, harp okulları, yalnızca soylu kızlarının seçileceği okullar vs. yaptırmıştı. Soylular bu alanlarda çalışarak krala yakınlaşabiliyorlardı.

Ancak kral saray hizmetinde "ufak" bir değişiklik yarattı: 14. Louis hizmetin ideallerinden biri olan "kralın gözünden hiç bir şey kaçmaması gerekir" fikrini kraliyet yönetiminin her alanına uyguladı. 1661'de kardinal Mazarin'in ölümünden sonra ipleri eline aldı:
"Devletin her türlü işine göz atacağım. Fakat ilgisiz gözlerle değil, bir efendinin gözüyle."(14. Louis) 

Ekonomi müfettişleri için eğitim düzeneği kurdu. Devlet işlerinin her ayrıntısından haberdar olmak için sürekli bilgiler toplandı.  Müfettişlere danışılmadan hiç bir iş yapılmazdı:

"Hükümdarlar sadece, ajanlarının dışarıdan sürekli getirdiği haberler üzerine kurulu danışma meclisi ile hareket edebilir."(14. Louis)
Yönetim mekanizmasının yukarıda anlatılan gelişimi monarşinin her konuyu ve krallığın dokunamadığı her coğrafyayı takip edip idare etmesine yaramıştır. Monarşinin disiplinli hizmet, katı hiyerarşi, kullanışlı bilginin idaresine dönük vurgusu, rasyonel modern devlet modeli ile fazlasıyla benzeşmesi anlamına gelir. Ancak Louis'nin yönetim modunun modernliği sadece bunlardan ibaret değildir. Yeni olan şey, kralın devlet ve toplum arasına sınır çekmesiydi. Modern devlete ait kurumların ve devlet yapısının temeli bu değişim içerisinden atılmış oluyordu. Örneğin modern devlet düzenini oluşturan bürokratik mekanizmalar, doğrudan devletin kendisine bağlı ordular bu dönemde inşa edildi. 

Louis, gücü tek elde toplayarak devlet iktidarının merkezileşmesini sağladı. Ancak yine de soyluları için önemli olan kültürel varsayımlar temelinde ilerledi. 17. Yüzyılın ilk yarısında kökleşmiş ilkelerden açıkça sapmak, soyluların saray politikalarına karşı çıkmalarına neden olmuştu. Çocukluğunda tanık olduğu  isyan günlerini, Louis çok iyi hatırlıyordu. Soylularıyla olan münasebetlerinde eski hizmet değeri içerisinden davrandı ve sonuçta karşısında daha uysal soylular buldu. 

R.B. Grassby [22] Louis'nin iki zümreye (soylu ve tüccar) uyguladığı denge politikasının ikili bir ayak üzerine kurulduğunu söyler:

  • Soylulara karşı tüccarların ekonomik gücünü kullanarak soyluların statüsünü belirli bir hizada tutmak ve doğrudan soyluları karşısına almamak: Her ne kadar devletin doğrudan krala bağlı ordusu bulunsa da soyluların da ordusu bulunmaktaydı. Louis, soyluların bu gücünü sürekli hegomonya mücadelesi içerisinde bulunan Fransa'nın dış savaşlarına kanalize etmek niyetindeydi.
  • Tüccarları memurluk satımı yoluyla sisteme bağımlı kılmak: Tüccar kesime memurluk satılması onların iktidarı ele geçirmesi anlamına gelmiyordu. Yeni kurulan bürokrasiye yerleşip sisteme dahil oluyorlardı. Örneğin memurluğu alan bir tüccar çok sıkı düzenlemeler içerisinde davranmak zorundaydı. Hem ticaretten uzaklaşır hem de bir kaç sene boyunca, eskiden ödediği vergileri de ödemek zorunda kalabilirdi.

Bu yüzyılı önemli tarihsel köşe taşlarından biri haline getiren en önemli nokta ise kapitalist değer yargılarının ortaya çıkışıdır. Feodal değerler içerisinde bireyin toplumsal prestiji doğduğu statüden kaynaklanırdı. Herkesin "kendini bilmesi", toplumsal konumu içerisinde her hangi bir yükselme hırsından uzak durması, var olan statik toplum yapısını bozacak eylemlere meyletmemesi anahtar değerlerdi. Ancak 11. Yüzyıldan itibaren ticaretin gelişmesiyle, tüccarlar ekonomik ve siyasal prestijler elde etmeye başladılar. Ticari yaşamlarından türettikleri değerler- tutumluluk, biriktirmek, yatırım yapmak, çalışmak ve daha da büyümek- eski feodal değerleri zorlamaya ve kırmaya başladı. Bu değerler feodal toplumun harcı Katolik din anlayışını da parçaladı ve Protestanlık ortaya çıktı. Herkese sınıfsal olarak yükselme hakkı tanıyan bu sistem eski durağan yapıyı yıkması anlamında ilericiydi. Fakat bu yeni değer sistemi aynı zamanda insan ve doğa üzerinde önemli tahribatlar yaratacak nitelikteydi. Kapitalizmin tüm ekosistemler ve insan toplulukları üzerinde yarattığı çürümeye dair önemli değerlendirmeleri bulunan Bookchin, kapitalizm öncesi her toplumda rekabetten ziyade işbirliğinin vurgu aldığını söyler. Ona göre kavga ve çekişme elbette ki tarih boyunca vardır ancak bu davranış bireyin maddi büyümesine değil kamu hizmetinin her hangi bir biçimine yöneliktir. 

Bookchin, kapitalist değer yargıları ortaya çıkmadan önce birikim değerine baskın olarak bölüşüm değerinin var olduğunu söyler. "Kabile döneminden yakın tarihe kadar erdem, bireyin topluluğun refahına yaptığı katkı olarak tanımlanıyordu; prestij kazanmanın yoluysa servet biriktirmek değil servetini hediyeler yoluyla dağıtmaktı." [23] Ancaközellikle 16. Yüzyıldan başlayarak bu değerler tutumluluk, maddi birikim ve rekabet gibi burjuva erdemleriyle yer değiştirmeye başlamıştır. Bookchin, İngiltere'nin kapitalist şahlanışından sonra, tarihte ilk defa rekabete sağlıklı, ticarete serbest, bencilliğe kamu yararının hizmetinde olan öz çıkar, birikime ise tutumluluk olarak bakıldığını söyler. Sonuç ise insan ve doğa üzerindeki ağır tahribattır: İngiltere'de sanayi devrimi sırasında acı çeken sınıfın durumu, Amerika ovalarında toplu kıyıma uğrayan bizon sürülerinin durumundan farksızdı. Afrika ve Güney ABD'nin balta girmemiş ormanlarındaki bitki ve hayvan ekosistemleri kadar insan değerleri ve toplulukları da bozuldu. [24] 

Sonuç

Yukarıdaki tarihsel arka plan çalışması sonuçlarının ilk bölümünden Moliere'e dair genel anlamda şu sonuçlar çıkarılabilir: 17. Yüzyıl Fransa'sı kapitalist değerlerin toplumsal ve siyasal yaşama belirgin bir şekilde nüfuz etmeye başladığı dönemdir. Uzak ülkelerden mallar getiren dönemin yeni kapitalistlerinin, mutlakiyetçi iktidarın memuru olmaları itibariyle, hırsları törpülenmekte ve aristokratik değerler tarafından başları dönmekteydi. Moliere bu özenti tayfayı alabildiğine eleştirdi. Ancak Moliere'in sadece özentilik mefhumuyla ilgilenip eski feodal değerlerin savunuculuğunu yaptığı da net olarak söylenemez. Dünya düzeninin belirgin bir değişim yaşadığı bu dönemde Moliere burjuva değerlerinin eski statik toplumu sarstığının farkındaydı ancak yeni değerlerin toplumsal yaşamda yaratacağı yozlaşmayı da seziyordu. Bu yüzden sadece özenti burjuvalar yaratmakla kalmadı, Sganarelle veya Harpagon gibi  cimri, bencil, kadınları alınıp satılabilen birer nesne olarak gören, her konuda kendi çıkarından başka bir şey düşünmeyen vs. tipler de yarattı. Oyunlarında bu tipleri alaya alarak, beraberlerinde getirdiği yeni değerler ile seyircinin yüzleşmesini sağladı. 

Kaynaklar

  • Arthur Herman, The Huguenot Republic and Antirepublicanism in Seventeenth-Century France, Journal of the History of Ideas
  • Joseph di Corcia, Bourg, Bourgeois, Bourgeois de Paris from the Eleventh to the Eighteenth Century, The Journal of Modern History
  • R. B. Grassby, Social Status and Commercial Enterprise under Louis XIV, The Economic History Review
  • Jay M. Smith,Our Sovereign's Gaze": Kings, Nobles, and State Formation in Seventeenth-Century France, French Hsitory Studies
  • Michel Beaud, Kapitalizmin tarihi, Dost yayınları, 2003
  • Murray Bookchin, Toplumu yeniden düşünmek, Metis yayınları,1999
  • Stephen J. Lee, Avrupa Tarihinden Kesitler 1494-1789, Dost Yayınları,2002
  • Sosyalizm ve Toplumsal Mücadeleler Ansiklopedisi, İletişim Yayınları,1988,cilt:8

[1] Bu bölüm ağırlıklı olarak http://www.heraldica.org/topics/france/noblesse.htm adresinden alınan verilerle hazırlanmıştır.

[2] Konuyla ilgili ayrıntılı bilgiye ulaşmak için şu makaleye bakılabilir: R. B. Grassby, Social Status and Commercial Enterprise under Louis XIV, The Economic History Review

[3] Arthur Herman, The Huguenot Republic and Antirepublicanism in Seventeenth-Century France, Journal of the History of Ideas

[4] Stephen J. Lee, Avrupa Tarihinden Kesitler 1494-1789, Dost Yayınları,2002,s.41

[5] Joseph di Corcia, Bourg, Bourgeois, Bourgeois de Paris from the Eleventh to the Eighteenth Century, The Journal of Modern History

[6] Soylu olmayanlardan ve köylülerden alınan toprak vergisi.

[7] Murray Bookchin, Toplumu yeniden düşünmek,Metis yayınları,1999,s.95

[8] Joseph di Corcia, Bourg, Bourgeois, Bourgeois de Paris from the Eleventh to the Eighteenth Century, The Journal of Modern History

[9] 14.Louis'nin ekonomi bakanı.

[10] R. B. Grassby, Social Status and Commercial Enterprise under Louis XIV, The Economic History Review

[11] Murray Bookchin, Toplumu yeniden düşünmek, Metis yayınları,1999, s.91

[12] Michel Beaud,Kapitalizmin Tarihi,Dost yayınları, 2003, s.42

[13] Sosyalizm ve Toplumsal Mücadeleler Ansiklopedisi,İletişim Yayınları,1988,cilt:8,s.2701

[14] Sosyalizm ve Toplumsal Mücadeleler Ansiklopedisi,İletişim Yayınları,1988,cilt:8,s.2704

[15] Michel Beaud,Kapitalizmin tarihi,Dost yayınları, 2003, s42

[16] Michel Beaud, Kapitalizmin tarihi,Dost yayınları, 2003, s47

[17] Stephen J. Lee,Avrupa Tarihinden Kısa Kesitler,Dost Yayınları,2002,s163

[18] Michel Beaud, Kapitalizmin tarihi,Dost yayınları, 2003, s45

[19] Mazarin'in naipliği döneminde Fronde Hareketi: büyük senyörlerin başkaldırdığı dönem (1648-53)

[20] İngilizcesi "sale of office" diye bilinen olgu. Farklı kaynaklarda, görev satışı veya makam satışı olarak da geçer.

[21] Jay M. Smith,Our Sovereign's Gaze": Kings, Nobles, and State Formation in Seventeenth-Century France,French Hsitory Studies

[22] R. B. Grassby, Social Status and Commercial Enterprise under Louis XIV, The Economic History Review

[23] Murray Bookchin, Toplumu yeniden düşünmek,Metis yayınları,1999,s.95

[24] Murray Bookchin, Toplumu yeniden düşünmek,Metis yayınları,1999,s.95