‘‘Filistin için ölmek ister misiniz, diyorlar bana. Neden öleyim? Ben Filistin için yaşamak isterim. O zaman Filistin'e daha yararlı olurum.’’

Günümüz dünyasında, araştırmacılık ve müzisyenlik kolay kolay bir araya gelebilen kimlikler değil. Genelde ya sadece sahne ve performans ağırlıklı bir müzisyenlik ya da sadece performanstan uzak bir araştırmacılık tercih ediliyor. Çalışılan müzikal bir alan üzerine araştırmalar yapma ve bunu sahneye taşınabilecek bir ürüne çevirme, yani başka bir deyişle araştırmacı ve alternatif bir müzisyen kimlik inşa etme perspektifi, gündelik alışkanlıklarımız arasında kolay kolay yer bulamıyor.

Filistinli müzisyen Reem Kelani, genel kabul gören yaklaşımların dışına çıkarak müziğinin temel ayaklarını, yaptığı araştırmalar üzerine kuran bir müzisyen. 26 Nisan Cumartesi akşamı, Kardeş Türküler sahnesini paylaşacak olduğumuz sanatçıyı, gelin biraz daha yakından tanıyalım…

Annesi tam bir Fairuz hayranı olan Reem Kelani, daha annesinin karnındayken, Fairuz’un sesinden Arap müziğiyle tanışır. İngiltere’de, Manchester şehrinde doğmuş olmasına rağmen, yine özellikle annesinin etkisiyle Arap kültüründen hiç uzaklaşmaz. Annesinin mutfakta yemek yaparken söylediği Arapça şarkılar, daha o yaşlarda hiç silinmeyecek bir şekilde hafızasına yerleşir.

Okul çağı ve ilk gençlik yıllarının önemli bir bölümü, babasının mesleki tercihleri gereği Kuveyt’de geçer. Kuveyt’te geçirdiği süre Arap, İran, Hint ve Kuzey Afrika müziklerini daha yakından tanımasına vesile olur. Düğünlerde karşılaştığı kocaman gözlü, şişman teyzelerin söylediği Arapça şarkıları dinlerken sürekli öpülmek ve sıkı sıkıya kucaklanmak önceleri çocuk yaştaki Reem’i biraz irite etse de çok geçmeden bu sevimli kadınların dizlerinin dibinden ayrılmamaya başlar.

Giderek daha bir Filistinli gibi davranmaktadır. Üniversite eğitimini Kuveyt Üniversitesi’nde tamamlar ve iyi bir biyolog olur. Yine biyoloji alanında yüksek lisansa devam ederken, müzik çalışmalarına daha fazla yoğunlaşabilmek amacıyla bu eğitimini yarıda bırakır ve saha çalışmalarına başlar. Başta Filistin’deki kamplar olmak üzere, Suriye’de, Ürdün’de ya da Mısır’da girmedik kamp bırakmaz. Türkiye’deki sınır köylerine kadar gelir. Bir yandan müzik araştırmaları ve derlemeler yaparken, bir yandan da gönüllü organizasyonlarda çalışır; çocuklara ve yaşlı kadınlara yardım eder, yiyecek taşır, çevirmenlik yapar. Bir barış aktivisti olarak Avrupa’daki siyonizm ve savaş karşıtı eylemlerin ön saflarında yer alır.

Her yönüyle çok etkilendiği babası aynı zamanda iyi bir caz dinleyicisi olan Reem Kelani, temelde geleneksel Arap müziği dünyasından beslense de zaman içinde, başta caz olmak üzere, farklı müzik türleriyle yaşanabilecek etkileşimlere de epey açık bir müzisyen kimliğini sahiplenir. İngiltere’de tanıştığı müzisyen arkadaşlarıyla yaptığı çalışmalarda, saha araştırmalarından edindiği birikimlerden hareketle doğaçlama ağırlıklı bir müzikal üslubu hayata geçirmeyi hedefler. İlk solo albümü ‘‘Sprinting Gazelle’’, yaklaşık yirmi yıla yayılan bütün bu saha çalışmalarının ve doğaçlamalarının bir ürünü olarak ortaya çıkmıştır.

Filistin kültürünün sadece Arap dünyasında değil, Akdeniz’de, Avrupa’da ve bütün dünyada tanınması, kabul edilmesi ve geliştirilmesi yolunda uğraş veren Reem Kelani, halen saha çalışmalarına devam etmekte. Bu çalışmalarda oluşturduğu birikimleri konserler, albüm çalışmaları, atölyeler, özgün makaleler, çeviriler ve kendi hazırlayıp sunduğu radyo programları üzerinden kamuoyuyla paylaşmakta. Bu aralar, ünlü Arap şair İbrahim Touqan ve besteci Sayyid Darwish üzerine yaptığı araştırmalarla gündemde olan sanatçı, bu isimlerin eserlerinden beslenen albüm çalışmalarını da yakın bir zamanda dinleyicileriyle buluşturacak.

Kendisiyle 2009 yılında Açık Radyo’da yapılmış bir söyleşiden birkaç alıntıyla bitirelim:

‘‘…

- Caz ve Filistin müziğini nasıl birleştiriyorsunuz?

- Sadece şu şekilde birleştiriyorum, Arap müziği kendin olmakla ilgilidir, sadece kendin olursun ve kendine açık olursun. Bence caz da böyle bir müzik türü. Ayrıca ikisi de soru-cevaplarla gider ve ikisinde de aslında taksimler, yani doğaçlamalar vardır. O nedenle ikisini de aslında kendim olmak, kendime açık olmak sayesinde birleştiriyorum…’’

- İngiltere’de yaşıyorsunuz, acaba sizden Oryantalist bir tutum bekleniyor mu ve bunun karşılığında ne yapıyorsunuz?

- Aslında bir zihinsel kolonizmden söz edebiliriz, çünkü belli kalıplar var ve bu kalıplara uyulması bekleniyor. Eğer siz Doğulu bir kadınsanız, Kleopatra gibi bir göz makyajınız olacak, göbek dansı yapacaksınız, mutlaka başınızda bir türbanınız, örtünüz olacak, dövmeleriniz olacak. Yani çok egzotik görünmek durumundasınız. Söylediğiniz şarkı Arap tonlarında söylenirken arkadan başka bir elektronik ritm gelecek. Arap müziği olarak düşündükleri bu… Dolayısıyla kesinlikle kalıplar var kafalarında. Anglo-Sakson durumuna uyan, onların belirlediği çerçevelerin içinde yer almasını düşündükleri kadınlar görmek istiyorlar karşılarında. Ben bunu kesinlikle çok karşı çıkılması gereken bir durum olarak görüyorum. Hem kendim için hem de aslında tüm kadınlar için bu tür kalıpların olmaması gerekir … Bir de madalyonun öbür yüzüne bakalım. Ben caz müzisyenleriyle de çalışıyorum ve caz müziği yapmak istediğimde de bu sefer yine aynı şekilde, yeterince etnik olmadığımı söylüyorlar. Dolayısıyla aramızda sürekli bir uyuşmazlık var. Dünya müziğine girmek istediğinizde de durum aynı; yine bazı tabular çıkıyor karşınıza. Aslında bu anlamda caz, dünya müziğinden belki biraz daha hoşgörülü ve bizi belki biraz daha çok içine alıyor. Fakat yine de o kalıplara göre etnik müzikten anlaşılan, cazda da geleneksel etekler ve yerli sesler eşliğinde şarkı söylenmesi olabiliyor; ancak o zaman caz müziği yapabilirsiniz gibi yaftalar yapıştırılabiliyor size…’’