Bir divanda, dost meclisinde oturduğumuzu hayal edelim. Hangi şehirde olduğumuz önemli değil, zaman önemli değil. Ha bir kış gecesi buluşmuş olsak daha güzel tabii, dışarıdaki ayazı unutmuş, meşk ediyoruz. Dilimizden tanıdık bildik ezgiler dökülüyor. Ama hepimiz kendi rengimizde, kendi üslubumuzca, içimizden geldiği gibi süslüyoruz şarkıları. Divanımızın hafızasına kaydediliyor her birimizin yorumu, nağmesi, yani Hakkâri’deki adıyla seliqêsi…
İşte bu yazının yazılmasına sebep, hayalini kurduğumuz divan, geçtiğimiz günlerde çıkan bir albüm: Selîqe… Sahipleri ise Lawje adında yepyeni bir müzik grubu. Hakkârili müzisyen dostlarımız çok uzun zamandır titizlikle çalıştıkları Hakkâri müzik formlarını Selîqe albümünde bizlerle paylaştılar. Hazırlık sürecine kısmen dahil olduğum albümü merakla beklerken, ha çıktı ha çıkacak derken, bir de baktım müzik marketlerde, kitapçılarda yerini almış albüm.
Selîqe Kalan Müzik etiketiyle yayınlanan ikinci Hakkâri albümü. 2004 yılında Boğaziçi Gösteri Sanatları Topluluğu tarafından hazırlanan Eyhok/Hakkâri Geleneksel Müziği derleme albümünden sonra uzun yıllar bu alanda yeni bir çalışma olmamıştı. Gerçi Kardeş Türküler bünyesinde yürüttüğümüz çalışmalarda, Hakkâri ve çevresine ait şarkılara, dans ve müzik sahnelerine çok da severek yer vermiştik. Keldanice ve Kürtçe iki yayık şarkısı olan “Gudi-Meşkê”, bir savaş şarkısı olan “Kela Memê”, deli Ali’nin hikâyesini anlatan “Elo Dîno”, bir Uludere şarkısı olan “De Bila Bêto” bu örneklerden birkaçıydı… Geçen bu zaman içinde, Eyhok’taki şarkıların zaten içinde doğmuş olan, buradaki formları bilen ve hatta yeniden ele alıp yorumlayan genç müzisyenlerin yetiştiğini görmek heyecan verici gerçekten de. Hele hele uzun yıllar süren savaşın, silinmesi yine uzun yıllara malolacak izlerine rağmen… Bu arada Kürtçe müzik yapan ilk heavy metal grubu Ferec’in de Hakkâri’den çıktığını hatırlatalım. Bu bölgenin tarih boyunca taşıdığı zengin kültürel mirasın yeni çalışmalar, yeni soluklarla daha da büyüyeceği aşikâr.
Lawje’ye dönecek olursak, çekirdek kadrosunu Ali Tekbaş, Serhat Bostancı ve Ali İmran Erin’in oluşturduğu gruba amatör, profesyonel birçok müzisyen eşlik etmiş bu ilk albümlerinde. Yalnızca müzikal olarak değil, arkaplan anlamında da birçok kişinin emeği var Selîqe’de. Zaten repertuarın derlenmesi ve oluşturulması aşamasında da kolektif bir çalışma yürütmüşler; kaynak dengbêjlerle birebir görüşüp ses ve görüntü kayıtları almışlar. Bu anlamda arşiv değeri de olan bir albüme imza atmışlar.
Yola çıkış hikâyelerini Kürt müziğini anlama çabası olarak tanımlıyor grup üyeleri: “Bunu yapmanın en anlamlı yolunu ise içinde doğduğumuz kültürel mirastan yola çıkarak yapmamız gerektiğini düşündük ve Hakkâri müziğinin karakteristik özelliklerini tüm dinleyicilerle paylaşmaya çalıştık. O yüzden Hakkâri bölgesi tercih edildi ve Hakkâri'nin kültürel sınırları referans alındı.”[[dipnot1]]
Bahsettikleri gibi Hakkâri müziği kendine has özellikler taşımakta. Bu özelliklerin yeşermesini sağlayan temel unsur ise bölgenin yapısı. “Hakkâri bölgesinin dağlık ve korunaklı coğrafi konumundan dolayı merkezi yönetimlerin etkisi, bu bölgeye sınırlı olarak nüfuz etmiştir. Ana akımlar dışındaki etnik, dini ve kültürel toplulukların bu sayede yaşama ve örgütlenme imkânı bulabildikleri bölge, … 19. yüzyılın sonuna kadar da otonom bir karaktere sahip olmuştur.”[[dipnot2]]
Kürt, Süryani, Ermeni kültürleri, çevre bölgelerdeki Arap ve Fars kültürlerinin etkisi bu bölge kültürünün özgün bir hal almasında önemli bir rol oynamış. Farklı inanç grupları için de Hakkâri önemli bir merkez. Örneğin Kürtlerin Zerdüştlükten sonraki kadim dini olarak kabul edilen Êzidilik için Hakkâri kutsiyet taşıyor. Êzidiliğin kutsal kabul ettiği ve özel günlerde farklı bölgelerde dolaştırdığı altı sancaktan biri Hakkâri’ye ait. Kadirilik, Nakşibendilik gibi heterodoks İslam tarikatları önemli ölçüde bu bölgeden yayılmış. Süryaniliğin Doğu kolunu oluşturan Nasturilik ve Keldanilik yine Hakkâri bölgesinde uzun yıllar var olmuş. Hatta tüm dünya Nasturilerinin merkezî kilisesi olan Koçanis Manastırı yine Hakkâri’de imiş. 1950’lere kadar Hakkâri’de Yahudi köyleri olduğundan bahsediliyor...
Gelin görün ki yaşadığımız bu dönemde yukarıda saydığımız halkların neredeyse hiçbiri artık bu topraklarda yaşamıyor. Katliamlar, baskılar sonucu ya ölmüşler ya da göç etmişler. Ama uzun yıllar boyunca, yurtları olan Hakkâri’nin müziğine, diline, kültürüne, yaşam biçimine büyük izler bırakmışlar. Kültürel alanda çalışmalar yürüten bizlere bu izleri aramak, bulmak ve tarihe kaydetmek anlamında önemli bir iş düşüyor. İşte Lawje gibi oluşumlar, Selîqe gibi albümler kayıp gibi duran izlerin aslında var olduğunu, hâlâ yaşadığını ve bundan sonra da yaşayacağını gösteriyor.
Yukarıda bahsettiğimiz çeşitlilik Hakkâri müziğinde birçok farklı form oluşmasını da sağlamış; kendine özgü ezgi yapıları, makamları, ses kullanımlarıyla hemen ayırt edilebilen bir müzik Hakkâri müziği. Selîqe albümü işte tüm bu formlara, makamlara, tınılara yer veriyor: "Sözlü gelenekten gelen bu müzikal formlar, Hakkâri bölgesindeki yaşama ait izler de taşımaktadır. Örneğin düğün merasimlerinde icra edilen narînk ve serşo formu, yaylalara çıkma ve inme zamanlarında icra edilen pîrepayîzok formu, düğünlerde coşkunun arttığı zamanlarda söylenen stranên dawetê gibi. Bu bilgileri paylaşırken şarkıların dinleyici için daha anlamlı olmasını ve Hakkâri bölgesindeki kültürel zenginlik hakkında farkındalığın artmasını amaçladık."[[dipnot3]]
Albümdeki şarkıları dinlemeye başladığınızda grubun yukarıda bahsettiği formlarla da tanışmış oluyorsunuz aslında. Albümü daha dinlememiş olanlar için bu şarkılardan biraz daha ayrıntılı bahsetmek, izlenimlerimi paylaşmak isterim. Albümün açılış şarkısını dinlemeye başladığınız anda zaten kendinizi Hakkâri’de, Gever ovasında buluyorsunuz. Şarkının girişinde, oturarak söylenen divanhane formlarından serşo ve şeşbendî örnekleniyor. Erkek vokallerin topluca seslendirdiği bu şeşbendî formuna bazı dengbêjler Asurilerin etki ettiğinden bahsediyorlar. Ardından gelen “Heseno Wêlî” ise aslında bir berdel ağıdıymış, fakat zamanla ağır halaylarda da söylenir olmuş. Şarkı damat için söylenen giryanok formunda bir şarkı olduğu için ağır ve ağdalı okunuyor. Bu nedenle olsa gerek düzenlenirken vokale yaylı sazbüşün eşlik etmesi tercih edilmiş. Ayrıca ezgideki lirik modu desteklemek üzere akustik gitar, divan sazı ve curadan oluşan bir telli ailesi ile perdesiz bas gitar, kaval, def ve el davulu kullanılmış. Şarkının sonunda ise karşılama formuna yakın bir davul-zurna ezgisi giriyor. Albüm kapağında bu ezginin 70’lerde bölgeye yerleşen Cizreli “Beyzade”lere ait bir ezgi olduğu aktarılıyor.
Albümün ikinci şarkısı “Memyane”, yine anonim ve stranên dawetê û dîlanê (düğün/şenlik şarkıları) formunda bir dans şarkısı. Hatta üç ayak da denen
sê pê dansı eşliğinde çalınıp söyleniyor. Sevgiliye duyulan aşkı anlatıyor. Zaten memyane de Asuri dilinde sevgiliye verilen yemin anlamına geliyormuş. Şarkıda ud, yaylı tambur, cura, bağlama, akustik gitar, şivi ile tef, hollo, darbuka, bendir ve ududan oluşan vurmalı ailesi kullanılmış. Her ne kadar bir halay şarkısı olsa da kullanılan enstrümanlar ve düzenleme “Memyane”ye daha çok bir oturak şarkısı havası kazandırmış. Bu noktada Kürtlerin Behdînan olarak adlandırdıkları Irak’la sınır bölge müziklerinin ve sıklıkla dinlenen Bağdat Radyosu’nun etkisinden de bahsedilebilir. Şarkının orta bölümünde bir heyranok formu örneklemesi de mevcut. Yaylalara çıkmanın, sevgilileri görecek olmanın sevinciyle kadın-erkek atışması olarak söylenen heyranokların bölge müziklerinde ayrı bir yeri var kuşkusuz. Bu arada âşıkların doğaçlama ürettikleri ve oldukça erotik sözlere de sahip olabilen heyranokları normalde üçüncü bir kişi bile dinleyemiyormuş, bizden söylemesi…
Yerel bir kayıtla açılıyor “Nîrecot”, stranên cotê (iş şarkıları) formunda bir şarkı. Güzelliği ise Asurice-Kürtçe iki dilli bir şarkı olmasında. Daha önce bahsetmiştik, birçok halk gibi Asuriler de artık yaşamıyor Hakkâri’de. Bu nedenle Asurice şarkılara ulaşmak çok çok zor. Hele böyle iki dilli bir şarkı bulmak büyük bir çaba gerektiriyor. Bulmak da yetmiyor, şarkının sözlerini deşifre etmek, telaffuzlarını öğrenmek, Süryani alfabesiyle albüm kapağına yazmak emek gerektiren bir iş, aynı zamanda ilgili kültüre duyulan bir saygının da ifadesi. Grup üyelerinin bu konuda epey zorlandığına şahidim, neyse ki başarıyla sonuçlandı bu çaba.
“Nîrecot” bir çift sürme şarkısı olduğu için vokal yorumları da buna uygun olarak dinamik, atışmalı bir karakterde. Normalde Asurice özel vurgular ve nidalarla hayvanların daha verimli çalışması sağlanıyormuş, şarkı yorumlanırken bu vurgular dikkate alınmış. Şarkıda ritim itibariyle bölge müziklerinde tipik bir kullanım olan 2/4 ve 6/8 ritim geçişlerine de yer verilmiş ve bu sayede işin çalışma, yorulma, dinlenme gibi aşamaları hissettirilmiş. Def, davul, tef gibi vurmalı çalgılar yanında duduk, kaval, klasik gitar, kontrbas, bağlama ve rebap da kullanılmış. Rebap demişken Hakkâri müziklerinin şekillenmesine büyük katkı sunan Mıtrıplardan bahsetmemek olmaz. Nusaybin, Cizre, Mardin, Şırnak gibi çevre bölgelerden gelen bu profesyonel müzisyenler davul-zurna, def, rebap gibi çalgıları ustalıkla çalıyorlar.
Bir sonraki şarkı “Êzdîn”, bir savaş hikâyesini anlatıyor. Botan Miri’yle savaşan bir kahraman olan Êzdînşêr birçok destana, kilama konu olmuştur: “Êzdîn Dimillî yiğidi, kılıcı ve kalkanı gül desenli, savaşta kükrer…” Şarkı savaş temasını işlediği için vokaller, davul zurnalar, defler, elektrik gitarlar yüksek perdeden savaşın sıcak, yakıcı atmosferini canlandırıyor. Hem “Êzdîn” hem de arkasından bağlanan “Gurgo” aynı zamanda iki dans şarkısı. Yên şikandinê ve yên hejandinê (diz kırma ve sallanma) olarak isimlendirilen bu danslarda da yine 6/8 ve 2/4 ritim geçişlerine yer verilmiş. En sonda ise bir pîrepayîzok örneği var. Biraz önce heyranoklardan söz etmiştik, yaylaya çıkma coşkusundan. İşte pîrepayîzoklar da tam tersine yayladan dönüşün, sevgiliden ayrılmanın hüznünü taşır. Zaten payîz Kürtçede sonbahar anlamına gelir. Eyhok’ta bu formun insan ömrünün de sonbaharını ima eden dramatik hikâyeleri kapsadığı aktarılır.
Yine hüzünlü bir form olan narînkle devam ediyor albüm. Songs From Turkish Kurdistan albümünden alınan “You Are My Eyes”, Botan bölgesinden bir şarkı. Gelinin evden ayrılışını, bir vedalaşmayı anlatıyor: “Güzel gelin, seni almaya geldik, hadi hazırlan, gözyaşı ve yasın faydası yok…” Bu şarkıyla albümde kadın ağzı bir form da örneklenmiş oluyor. Kemanın ve kadın vokallerin lirik yorumuyla başlayan şarkı, orta bölümde zurna eşliğinde daha isyankâr bir karaktere bürünüyor. Fakat isyan boşuna, gelin evden ayrılacak; baştaki lirik yoruma geri dönülecek, geline veda edilecek.
Kürt müziğinin önemli formlarından birini de destan anlatıları oluşturuyor. Siyabend û Xece de bu destanlardan biri ve Kürt destanları içinde de özel bir yere sahip. Zaten tarih boyunca kavuşamayıp ölen sevgililer tüm halkların destanlarına konu olmuş. İşte böylesi bir ayrılığı anlatıyor “Ehmedê Silivî, Xec û Siyabend”. Albümde kilamla başlayan destan anlatımı, ortasında yerini konuşmaya bırakıyor. Rebab eşliğinde bir dengbêjin dilinden dinler gibi oluyoruz hikâyeyi. Heyecanın arttığı yerde ritimler ve telli riff yapıları girerek dinamizmi artırıyor. Sonsözü yine dengbêj söylüyor: “Sevgililerin özgür olması aynı zamanda halkların özgür olması demektir…”
Albümün yedinci şarkısı “Fatmakê”, yine anonim bir şarkı. Stranên dîlanê (düğün şarkıları) formuna dahil edilen şarkı genellikle Botan-Goyî aşiretince okunuyormuş. Şarkı vokal karakteri açısından bir kadın-erkek çevirme şarkısı. Düğünlerde okunduğu için canlı ve oldukça neşeli. Albümde daha önce seslerini duymadığımız cümbüş, kemançe ve mey de dahil olmuş orkestraya. Ayrıca bas gitar, kaval, bağlama ve birçok vurmalı çalgı da eşlik ediyor yine.
Bu kadar neşeden sonraysa yine hüzün var. “Kew Bûne Cot”, sevgiliye kavuşamamanın acısını anlatan narînk formunda bir şarkı. Keman, viyola ve kontrbas sesleriyle açılıyor, akustik gitar arpejleriyle lirik anlatım güçlendiriliyor. Şarkının solisti Serhat’a tiz ve uzun seslerle eşlik eden vokaller de bir enstrüman etkisi yaratmış.
Yazının başında Hakkâri’de tarikat yapılarının da güçlü olduğundan bahsetmiştik. Albümün bir sonraki şarkısı “Qiyametê”, bu dünyalardan bir medîha örneği. Divan ortamlarında söylenen bu medîhalar Hz. Muhammed, Hz. Ali ve sahabesine, tarikat şeyhlerine okunuyor. Genellikle enstrümansız olarak icra ediliyor. Albümde de bu geleneğe sadık kalınmış, yalnızca efektler kullanılmış. Ayrıca bu formların makamlarının halk şarkılarıyla ortaklık gösterdiği belirtiliyor. Eyhok’ta, medreselerde eğitim gören melaların köylerine döndüklerinde bu makamları düğün ve divan makamlarıyla kaynaştırdığı aktarılıyor.
Medîha örneğinin ardından yine dünyevî hayata geri dönüyoruz. “Kurtê” ve “Yar Herê Leyle” Behdînan ve Hakkâri bölgelerinden stranên dawetê formunda iki düğün şarkısı. Kadın-erkek atışmalarının dikkat çektiği “Yar Herê Leyle” aynı zamanda bir dansa da adını vermiş. Bu arada dans demişken Hakkâri’de govendlerin (halay) bir kısmının soldan sağa yapıldığını da belirtelim. Hakkâri dansları denilince akla gelen önemli bir özellik de bu.
Şimdi gruba adını veren formdan yani lawjeden bahsedeceğiz. Çünkü sıradaki şarkı, “Nîmokê Canê” lawje formunda bir şarkı. Lawje Kürtlerin en yaygın karakteristik formu olarak biliniyor, makamsal olarak inici bir seyir taşıyor. Aynı zamanda dengbêjlerin tüm ses hünerlerini de gösterdikleri bir form. Xulxulandin (vibrasyon), ziqziq (titretme) gibi tekniklerin; sewta serî (kafa sesi), sewta qirikê (gırtlak sesi) gibi farklı tınlatıcıların kullanıldığı bu form büyük ustalık gerektiriyor.[[dipnot4]] Lawje anlatılarının kimi yerinde makamsal kimi yerinde de resitatif (yığmalı) bir icra söz konusu. Cümle sonlarında havînî denen ve nefes almayı sağlayan ses uzatmalarsa karakteristiktir. Örneğin dengbêjlerin şahı olarak da bilinen Serhat dengbêji Şakiro kendine has çift havînîsiyle büyük övgü alır.
Bu form üzerine söylenecek daha çok söz var, fakat bu kadarı bile icrasının ne kadar zor olduğunu anlamak için yeterli. Lawje grubunun solistlerinden Ali bu sınavı başarıyla atlatmış görünüyor. Tabii lawje söz konusu olunca yol uzun. Onun başarıyla yürüyeceğine eminim.
Selîqe albümü yine Hakkâri sesleriyle son buluyor; “Dîno”, “Yar Hene”, “Dê Bikêşin”le, düğün şarkılarıyla uğurluyor bizleri. Böylece bir ilk albüm başarıyla tamamlanıyor. Hakkâri müziğini bilmeyenler için yeni ve güzel bir tanışma sağlıyor, kısmen bilenler içinse daha öğrenecek çok şeyin olduğunu hatırlatıyor.
Başta da demiştik, birçok kişinin emeği var bu albümde. Başta grup üyeleri olmak üzere, projenin danışmanlığını yürüten ve daha önce Eyhok’ta da birlikte çalıştığımız Bülent Çetin ve Serdar Özdinç’e –ki kendileri bazı şarkıların düzenlemelerini de yapmışlar-, icracı olarak yer alan tüm müzisyenlere, teknik ekibe, Kürtçe, Süryanice ve İngilizce çeviri konusunda destek sunan dostlara, böylesi değerli çalışmalara sesini duyurma imkânı sunan Kalan Müzik’e ve çalışanlarına biz de teşekkür etmiş olalım.
En büyük teşekkürümüz ise bu sesleri sözleri üreten, bugünlere taşıyan, köklerinde yeşerdiğimiz dengbêjlere. Artık biliyoruz ki yıllar hatta yüzyıllar da geçse bu gönüller yaşlanmayacak, dengbêjler yaşlanmayacak.
“Hun her hebin!”[[dipnot5]]
* “Ben Yaşlandım, Gönül Yaşlanmıyor!” BGST Müzik Birimi bünyesinde verdiği “Dünya Müzikleri” dersiyle bu yazının yazılmasına vesile olan Diler Özer’e teşekkürler…