4 Ağustos 2013 günü İTÜ Arena Stadyumu Roger Waters’ın The Wall Live şovu ile tıklım tıklım doluydu. Yaklaşık 40.000 kişinin izlediği şov senelerdir efsanesini dinlediğimiz, kayıtlardan izlediğimiz Pink Floyd’un en ses getiren 1979 tarihli The Wall albümünün konserinin bir reprodüksiyonuydu.

The Wall bir konser olmanın ötesinde müziği, teatralliği, dansı, görüntü ışık ve efekt kullanımlarını bir araya getiren bir gösteri! Albüm 1979 yılında 2 CD halinde yayımlanmış. Şarkılar Roger Waters’ın çocukluk ve ilk gençlik yıllarında biriktirdiği korkuları, yalnızlığı, kendi iç hesaplaşmalarını anlatan bir konsept albümde toplanmış. Sanatçının 2. Dünya Savaşı’nda kaybettiği babasına dair anılar bu albümün oluşmasında sanatçıya oldukça etkisi olmuş.

Waters’in içini döktüğü bu albüm anti-militaristliğiyle, iktidara, diktatörlüğe, eğitim sistemine yaptığı eleştirileriyle ve metaforik anlamdaki duvarıyla müzik tarihinde bir kült olma özelliğinde. “Fear builds walls”[[dipnot1]] sloganı ve “All in all it’s just another brick in the wall”[[dipnot2]] şarkısı ile 80’lerden günümüze kadar popülerliğini koruyarak gelebilmiş nadir albümlerden biri The Wall.

İlk olarak 7 Şubat 1980 tarihinde başlayan The Wall konserleri popüler müzik piyasası içinde alternatiflik bağlamında köşe taşlarından birini oluşturuyor. 1985’te grubun dağılması sebebiyle artık The Wall konserleri yapılmıyor, ancak 9 Kasım 1989’da yıkılan Berlin Duvarı’nın ardından Roger Waters 1990’da bir zamanlar Berlin Duvarı’nın bulunduğu bölgenin bir bölümüne kurulan sahne ile ilk “The Wall Live” konserini veriyor. İktidar savaşları ile yıllarca birbirini görememiş kardeşlerin, eşlerin, ailelerin dinleyici olarak bulunduğu bu konserin anlamı dinleyici için gerçekten çok büyük olsa gerek! Sonrasında uzun süre verilmeyen bu konser 2000 yılından itibaren yeniden sahnelenmeye başlıyor.

The Wall’ın anlamı üzerinde kitaplar dolusu analiz yapılmış elbet. Ben bu yazıda bu konseri 2013’ün Türkiye’sinde izlemenin anlamına değinmek istiyorum.

Türkiye’de Mayıs 2013’te “Üç beş ağaç”la başlayan Gezi olaylarının yankısı halen devam ederken izledik bu gösteriyi. Sokaklarda yan yana 2 kişinin bir arada durmasının bile polislerin biber gazı sıkması, insanlara şiddet uygulaması için meşru sayıldığı, kafa travması geçiren ve gözünü kaybedenlerin olduğu, binlerle ifade edilen sayılarda insanların yaralandığı, halen komada olanların olduğu ve kaybettiğimiz 6 kişinin acısının hala taze olduğu yaklaşık 2 aylık bir sürenin hemen ardından… Dolayısıyla, bu gösterinin bence Türkiyeli seyirci için anlamı diğer ülkedeki seyircilerinkinden çok daha farklıydı.

“Türkiye’deki tüm dostlarıma, Sizinleyim, sizinleyiz! Kim olduklarının bir önemi olmaksızın mutlakiyetçi ve baskıcı güçlere karşı direnmekte çok haklısınız…” diyerek geçtiğimiz ay Gezi sürecine destek verdiğini bildirmişti Waters. Bu sebepledir ki konserin Türkiyeli seyirci için olan öneminin farkındaydı. Konser boyunca her fırsatta “Her yer Taksim her yer direniş” diye slogan atılması bunun en büyük kanıtıydı. İktidar, baskı, militarizm, diktatörlük karşıtı şarkılar ve görüntüler bize Gezi ruhunu yeniden yaşattı.

Konserin en anlamlı anlarından birisi Roger Waters’in “Bu şarkı dünyadaki devlet terörü kurbanlarına” demesinin ardından duvarda kırmızı ışık altında Gezi eylemleri sırasında kaybettiğimiz Ethem Sarısülük, Ali İsmail Korkmaz, Mehmet Ayvalıtaş, Abdullah Cömert ve polis Mustafa Sarı’nın resimlerinin belirmesi ve Waters’in “Sizi hiç unutmayacağız” sözleriydi. Tabii ki bu anda “Her yer Taksim her yer direniş”, “Bu daha başlangıç, mücadeleye devam” sloganları kulaklarda çınladı.

29 Haziran 2013’te Lice’de yapılmak istenen karakolu protesto etmek amacıyla toplanan eylemcilere ateş açılması ile “devlet terörü” sonucu hayatını kaybeden Medeni Yıldırım’ı da aradı gözler bu fotoğraflar arasında. Hatta bazı Kürtler tarafından ciddi bir eleştiri konusu oldu bu durum. Waters Elif Şafak’la yaptığı söyleşide Şafak’ın “Türkiye şu an tarihi bir süreçten geçiyor. Kürtlerle ilgili önemli açılımlar oldu. Bir barış sürecindeyiz. ‘Beraber yaşama’ kültürünü ve etiğini yeniden inşa ediyoruz adeta. Türkiye’yi ne kadar takip edebiliyorsunuz? İçinden geçtiğimiz barış süreciyle alakalı düşünceleriniz neler?” sorusuna cevaben “Adalet sistemiyle ilgili tartışmalardan, Kürtlerle ilgili gelişmelerden haberdarım. Bence çok temel bir nokta var: Bir ülkede kanun her şeyden üstün olmalı. Bu Batı ülkelerinde bile böyle değil. Oysa bence tünelin ucundaki ışık hukukun üstünlüğünde gizli! İngiltere’yle ilgili gurur duyduğum çok az şey var. Bunlardan en önemlisi yargının bağımsızlığı! İngiliz hukuk sisteminin temelleri 15. yüzyıla dayanıyor. Daha o zamanlarda birileri oturup ‘Sadece kral, Tanrı ya da baronlar değil, halkın da haklarını korumalıyız’ diye düşünmüş. Fransız İhtilali, Bağımsızlık Bildirgesi, Birleşmiş Milletler İnsan Hakları Sözleşmesi hakların eşit dağıtılmasının yolunda atılmış adımlar. Türkiye’de şu an verilen mücadele bence bir hukuk mücadelesi. İki önemli yol gösterici var: Türkiye laik ve demokratik bir ülke. Kimliğini bulmak ve birlik içinde yaşayabilmek için mücadele veriyor. Hem de sadece kendi içinde vermiyor bu savaşı. Politik ve dinsel köktencilikle benim uzaktan gördüğüm kadarıyla epeyce kahramanca mücadele ediyor…”[[dipnot3]] diyerek Kürtlerle yaşanan sürece dair yaklaşımını dile getirdi.

Konserin Türkiyeli izleyici için en önemli anlarından birisi de “konser arası”ydı. “Ara” desek de bu ara sadece müzisyenler için verilmiş bir araydı. Konser seyirci için devam etti. Duvara dünyanın çeşitli yerlerinde militarizmin, diktatörlüğün, ırkçılığın öldürdüğü insanların fotoğrafları yansıdı. Bunlar içerisinde askerler de vardı, savaş karşıtı aktivistler de, sadece düşünceleri yüzünden öldürülenler de. Hrant Dink’i, Mehmet Ayvalıtaş’ı, Ali İsmail Korkmaz’ı, Ethem Sarısülük’ü, Abdullah Cömert’i, Mustafa Sarı’yı, Uğur Mumcu’yu, Adnan Menderes’i gördük duvarda. Konserden günler önce başlayan tartışmalarda bu isimlerin duvara yansıyacağını biliyorduk. Hatta bu konuyla ilgili gazetelerde ve sosyal medyada epeyce tartışma döndü. Duvara isimler yansımadan önce, Waters’ın dinleyicilerinden duvara yansıyacak isimler konusunda yardım istediğini belirten ve yardım edip ona fotoğraf gönderenlere teşekkürlerini ileten bir yazı okuduk. Dolayısıyla, fotoğraflar çeşitli milletten ve dönemden insanları kapsıyordu. Seyirciler için ilginç olan iki nokta vardı. İlki –ki bu nokta günler öncesinden başlayan önemli bir tartışma konusuydu- Adnan Menderes’le Hrant Dink’in aynı paydada nasıl buluştuğuydu. Konserin genelinden yükselen demokrasi taleplerine kulak tıkamak ve idamı onamak elbette ki mümkün değil. Waters’ın sırf bu sebeple ve adil yargılama talebine olan inancıyla Adnan Menderes’i duvara yansıttığını söyleyebiliriz.

Benzer şekilde 90’lı yıllardan bu yana Türkiye’de devam eden savaş ortamında kaybettiğimiz insanlar da yoktu duvarda. Gözler yine Medeni Yıldırım’ı, Musa Anter’i, Ceylan Önkol’u, Uğur Kaymaz’ı, Uludere’de katledilenleri aradı. Bu noktada, Roger Waters’ın resmi internet sitesi http://www.roger-waters.com adresinde, halen savaşlarda yitirdiklerimizin fotoğraflarının yüklenmesi için çağrı yapıldığını hatırlatmak lazım. Türkiye’de bu isimleri duvarda görmenin elbette ki farklı bir anlamı olacaktı. Ancak, maaleseftir ki savaşlarda ölen insanlara her gün yenileri eklenmekte. Bu sebeptendir ki Waters’ın internet sitesinde savaşlarda ölenlerin fotoğraflarının gönderilmesine dair yaptığı çağrı devam etmekte ve yansıda gördüğümüz fotoğraflara yenileri eklenmekte. Buraya konserde görmek istediğimiz isimlerin fotoğrafları yüklendiği takdirde konserlerinde bu kişilerin de duvarda yer alacağını belirtiyor Waters. Belki Türkiye konserinde göremedik ama başka konserlerde bu isimlerin duvarda anıldığını görmemiz halen mümkün.

Konserde yine tüylerimizi diken diken eden anlardan biri “Bring the boys back home”[[dipnot4]] şarkısının söylendiği andı. Savaşta öldürülen, gözaltında kaybedilen binleri andık bu şarkıda. Türkiye’ye barışın koşulsuz şartsız bir an evvel gelmesinin önemini bir kez daha anladık.

Konser boyunca birçok imge yer aldı duvarda. Ancak, duvarın yanı sıra teatral anlatımıyla konser ekibi de ön plana çıktı. Gerek kostümleri gerekse dansları ile şarkıların gücüne güç kattılar. Sahne unsurlarından önemli bir tanesi de şişme balonlardan yapılmış kuklalardı. Bu kuklaların ilki öğretmen, ikincisi anne, üçüncüsü, aldatan cadı kadın, dördüncüsü ise domuzdu.

The Wall-Part 2’da ilk kukla sahneye indi ve hep bir ağızdan söyledik “We don’t need, no education” diye başlayan sözleri[[dipnot5]]:

“We don't need no education We dont need no thought control No dark sarcasm in the classroom Teachers leave them kids alone Hey! teachers! leave them kids alone! All in all it's just another brick in the wall.” All in all you're just another brick in the wall.

 

Türkiye’de yaşayan insanlar için konserin en çarpıcı kısımlarından biri olduğunu düşünüyorum bu kısmın. Türkiye’de eğitimin halen cinsiyetçi, bir arada yaşamayı öğretmekten ziyade kutuplaştırıcı olması, eğitim alanında yaşanan haksızlıklar ve buna göz yuman ya da göz yummak zorunda bırakılan öğretmenler, okulda hayal güçleri ellerinden zorla alınan ve herkesin inandığı şeylere inanmak zorunda bırakılan çocuklar yüzündendir sanırım bu düşüncem. Bu şarkı için Türkiye’deki çocuklarla çalışan Waters’a eşlik eden çocukların hem sahnelemesi hem de vokal performansı oldukça başarılıydı.

İkinci kukla bir anne kuklasıydı: Bizi öğretmenlerimizden önce gerçek hayatla yüzleştirip bize “korkularımızla duvarlar örmeyi” öğreten annelerimizin kuklası! Özellikle Gezi sürecinden önce korku duvarları inşa eden ancak bu süreçte yaşanan kırılmalarla sokaklarda çocuklarına destek veren anneleri düşününce çok anlamlı bir bölümdü bizler için. “Eylemde değilsin, değil mi?” yerine artık “Eylemde en önde değilsin, değil mi?” diye soran annelerimize Waters “Mother” şarkısında sordu: “Mother, should I trust the government?”[[dipnot6]]. Bizim Gezi annelerimiz ise 2 ay önce vermişlerdi cevabı: “KESİNLİKLE HAYIR” ve bu cevap da yansıdı duvara.

Konserde 40.000 kişinin aynı ruhla slogan attığını düşününce Türkiye’de son zamanlarda sıkça yaşadığımız protesto yasaklarını ve sanatın ne kadar politik bir iş olduğunu düşünmeden edemiyor insan. Müzik endüstrisi gibi kapitalizmin göbeğinde yer alan bir sektörde, böyle bir konserin yapılması Wallerstein’in Sistem Karşıtı Hareketler kitabının temel ilkesini çağrıştırıyor insana: “Sistemi kendi içinde çatlaklar oluşturarak değiştireceksin!” Bu anlamda “duvar” konserdeki imgeleminin yanı sıra bir anlam daha kazanıyor bizim için. The Wall, kapitalizmin Mercedes’inden,  Shell’ine, Mc Donalds’ından Dolarına, dini sembollerinden bombalarına kadar, hem de Türkiye’de 150TL-770TL gibi hatırı sayılır bilet fiyatları ile eleştirildiği bir konser. Yani bir o kadar politik, bir o kadar popüler ve sistemin tam göbeğinde. Sistemin her türlü nimetlerinden faydalanarak, yüksek bütçelerle, tüketim kültürüyle çok eleştirdiğimiz müzik endüstrisinin her türlü olanağını kullanarak sistemi çatır çatır eleştiriyor The Wall. Konser bu anlamda da sistem içinde önemli bir çatlağı temsil ediyor.

Konserin sonunda üzerinde iktidarı, kapitalizmi, militarizmi temsil eden simgelerin bulunduğu domuz kukla balonu seyircilere bırakılıp seyirciler tarafından parçalandı. Balonun üzerinde tek tanrılı dinlerin işaretlerinden tutun da, konserde yer alan sloganlara, kapitalizm eleştirisine birçok simge vardı. Bu noktada, tek tanrılı dinleri ve bu dinlerin baskıcı politikalarını eleştirmek oldukça cesaret gerektirdiğini belirtmek gerekiyor. Belçika’da konseri izleyen Yahudi kökenli bir izleyici Waters’in internet sitesinde parçalanan domuzun üzerinde Davud’un Yıldızı bulunması sebebiyle The Wall’ın anti-semitik bir gösteri olduğuna dair bir eleştiride bulunmuş. Waters dinleyiciye internet sitesi aracılığıyla gönderdiği açık mektupta dinlerin kaçınılmaz bir şekilde o dinlerin benimsendiği devletlerle özdeşleştiğine dikkat çekiyor. Gösteride Hıristiyanlık simgesi olan haçın, Müslümanlık simgesi olan ay yıldızın da yer aldığını belirterek, kullanılan simgenin tamamen İsrail’in politikalarını eleştirmek amaçlı olduğunu, domuzun da konserde kötü olanı simgelediği için her konserde seyircilerin onu parçaladığını dile getiriyor. Hürriyet gazetesinde Elif Şafak’la yaptığı söyleşide de “Filistin’de İsrail’e karşı yürütülen ‘Tecriti ve Ambargoyu Boykot Kampanyası’nı destekliyorum. Sistemli olarak dışlayıcı politikalar uygulayan herhangi bir ülkeye gitmem. İsrail’in Filistin’de yaptıkları akıl alacak gibi değil çünkü.” diyor Waters.[[dipnot7]]

Son olarak, konserdeki ses sisteminin kalitesi gerçekten hayranlık uyandırır nitelikteydi. Prodüksiyon ekibi gerçekten çok iyi iş çıkarmış ve konser gecesi de gerek görüntü, ses gerekse efektlerle aynı başarıyı sürdürdü.  Gösteri en küçük bir aksama olmadan 2 saat boyunca devam etti ve bize ömrümüzün sonuna kadar unutamayacağımız harika bir gece yaşattı. 

1980 7 Şubat’ında verilmeye başlayan bir konserin 2013 Ağustos’unda Türkiye’de hala bu kadar yoğun hisler uyandırabilmesi, binlerce seyirciyi toplayabilmesi bile The Wall’ın “zamandan ve mekandan bağımsızlığının” bir göstergesi. Konserden TOMA’ların müdahale etmediği, taleplerimize kulakların tıkanmadığı ve 40.000 kişinin katıldığı bir Gezi eyleminden çıkmış gibi ayrıldım, duvarlar yıkılmış, gözlerimiz dolu dolu, ama bir o kadar da mutlu!