Kardeş Türküler projemizin artık geleneksel bir hale gelen Harbiye Açıkhava Tiyatrosu gösterisi bu yıl “Hepimiz” adıyla 6 Eylül akşamı gerçekleşti. Önümüzdeki sene 20. yılını kutlayacak olan biz Kardeş Türküler için bu gösteri ayrı bir anlam taşıyordu. Bu 20 yıl boyunca bizleri besleyen, zenginleştiren kültürlerin birebir kaynakları olan sanatçılarıyla, âşıklarıyla buluşacak; Anadolu’nun, Balkanlar’ın, Mezopotamya’nın dört bir yanından konukları ağırlayacaktık: Cavit Murtezaoğlu, Çıplak Ayaklar Kumpanyası, Beşköylü Adem, Ertan Tekin, Dengbêj Kurde ve Dengbêj Henîfa, Bedia Akartürk, Bajsa Arifovska, Emran Nezirovski ve Ratko Dautovski, Âşık Sinem Bacı, Muhammed Ahmad Erbili, Arab Osman, Nihal Yalçın ve daha nice dostumuz dansları, şarkıları, alkışlarıyla bizleri yalnız bırakmadılar. Sesimize ses, nefesimize nefes kattılar o gece.

Hey Onbeşliler!

Gösterimizin adı “Hepimiz”di, çünkü farklı kimliklere, dillere, inançlara sahip olsak da hepimiz ortak bir hayatı paylaşıyor; barış, özgürlük, adalet ve eşit koşullarda kardeşlik talebiyle bir araya geliyoruz. Hepimiz, hepimiz için varız, hepimiz için direniyor, mücadele veriyor, umut ediyoruz.
6 Eylül sabahı bunu bir kez daha hatırladık. Sabahın erken saatlerinde öğrendiğimiz, Afyon’daki patlamada 25 askerin öldüğü haberiyle birlikte, otuz yıldan uzun süren bu savaşta kaybettiklerimiz arasına 25 gencecik insan daha katılmış oldu.
Bizlerse yirmi yıldır savaş koşullarında üretiyor; ölümlerin, kayıpların, göçlerin, baskıların hüküm sürdüğü bir coğrafyada sanatın özgürleştirici ve birleştirici diliyle barış çağrısı yapıyorduk. Evet, bu topraklarda bir savaş vardı. Bu savaşa karşı durabilmek içinse birbirimize ihtiyacımız vardı. “Hepimiz” gösterisi binlerce insanı bir araya getirecekti. Ve bizler yine savaşın gölgesinde de olsa bu gösteriyi yapacaktık. Sahneye çıkacak, 15 yaşında savaşa gönderilmiş gençlerin türküsünü, “Hey Onbeşli”yi söyleyecek, bu türküye Kürt annelerinin seslerini de ekleyecektik. Çünkü kalanların olduğu kadar, kaybettiklerimizin de buna ihtiyacı vardı.

Cem İbadet, Cem Evleri İbadethanedir!

Beklediğimiz gibi, oldukça kalabalıktı Harbiye Açıkhava Tiyatrosu. Sahneye çıktık, alkışlar, sessizlik… Ve ilk nota Onbeşliler için… BGST dansçılarının sahneye girmesiyle birlikte Onbeşlilerin ağıdına, bir Alevi ceminin ayak sesleri karıştı. Hızır ve İlyas’ın buluşmasını anlatan “Bozatlı Hızır” Alevi deyişi ve icra edilen semah, bizler açısından Türkiye’de yürütülen Alevilik tartışmalarına bir cevap niteliğindeydi. İnançlar üzerinden yürütülen ayrılıkçı ve baskıcı politikalar son dönemde Alevileri daha fazla hedef almış; zorunlu din dersleri, cem evlerinin ibadethane sayılmaması Alevilere yönelik siyasi ve hukuki baskıları artırmış ve Türkiye’nin bazı bölgelerinde Alevilerin fiziksel şiddete varan tehditlere maruz kalmasına yol açmıştı. Ayrıca Suriye ve Ortadoğu’daki gelişmeler bir yönüyle Nusayriler üzerindeki baskıları artırmaktaydı. Bu nedenle, “cem ibadet, cem evleri ibadethanedir” görüşümüzü vurgulamak ve inançlar üzerindeki her türlü baskıyı kınamak amacıyla gösterimizi bir semah sahnesiyle açmayı tercih ettik.

Bu sahnenin ardından ilk konuğumuz Azeri müziğinin ve Ehl-i Hak inancının önemli kaynaklarından birisi olan Cavit Murtezaoğlu ve Can-Arslan Hazreti kardeşler idi. Her ne kadar konuk olarak ağırlasak da Cavit Murtezaoğlu’nu uzun yıllardır tanıyor, kendisiyle birlikte çalışmalar yürütüyorduk. Cavit Hoca özellikle vokal alanındaki Doğu-Batı tekniklerini kaynaştıran alternatif yaklaşımlarıyla kimi çalışmalarımızda eğitimci olarak yer almış, bu alanda ufkumuzu açacak katkılar sağlamıştı. İlk kez “Hepimiz” vesilesiyle birlikte çalıp söylediğimiz bu gecede Murtezaoğlu, Farsça “Ey Karevan” şarkısı ile Ehl-i Hak inancının kadim bilgisini, aşkını aktardı, “Al Per” (Kızıl Kanatlar) ile mazlumdan yana Nesîmi’lerin ve daha nice erenlerin dergâhına buyur etti bizleri. Maraşlı Mehmet Mustafa Dede’nin deyişi “Şah-ı Merdan” ve yine Cavit Hoca’nın bestesi “Ali’nin Düğünü” ise protest fakat bir o kadar şenlikli Alevi dünyasının kapısını araladı. Can ve Arslan Hazreti kardeşlerin kamançası, temburu ise anahtarıydı o kapının…

Güzel Keklik, Elimden Kaçtı Suya Düştü

“Ali’nin Düğünü” ile uğurladığımız Azeri konuklarımızın ardından, İlhan Berk’in “Çıplak Ayak” şiirinde dediği gibi, “bir düş ülke”yi arayan, çoğalsak ne güzel olur diyen ve dans alanındaki deneysel çalışmalarıyla yakından tanıdığımız Çıplak Ayaklar Kumpanyası’nın rüzgârlı dansları eşliğinde Hanane’yi seslendirdik. Ermenice bir Kars türküsüydü Hanane. Bir sevdayı, suya düşmüş bir nazlı kekliği anlatıyordu. Barışa ve kardeşliğe olan inancından her zaman güç alacağımız ağabeyimiz Hrant Dink’in çok sevdiği ve ölümünden sonra her konserimizde kendisi için seslendirdiğimiz bir şarkıydı. “Hanane” ve yine konuklarımızdan duduk ustası Ertan Tekin’in bestesi “Bir Ürkek Güvercinin Hikâyesi”ni o gece de Hrant Dink için çalıp söyledik. Ölümüyle eksildiğimizi bilerek söyledik… Katilleri ve bu cinayetin örgütleyicileri yargılanmadığı sürece eksilmeye devam edeceğimizi bilerek!..

Bizi Aşksız, Deresiz, İnsansız Bırakıyorlar

Sahnemizin yeni konuğu Türkçe ve Romeika dillerinde şarkılar söyleyen Trabzonlu Beşköylü Adem’di. Beşköylü Adem yıllar önce mübadeleyle topraklarını terk etmek zorunda kalmış Pontosluların ve Trabzon’da yaşayan diğer halkların birlikte var ettiği ortak kültürün önemli bir temsilcisiydi. Bu ortaklığı en güzel şekilde vurgulayan şarkılarından biri olan “Thalassa Karadeniz”i (Deniz Karadeniz) birlikte seslendirdik. İki BGST dansçısının durgun bir denizi çağrıştıran Sera Horonu eşliğinde, Karadeniz’e selam durduk. Karadeniz, aldı selamımızı. Diğer dansçıları da çağırdı aramıza ve o durgun halini bırakıp coşkun ve hırçın dalgalarla katıldı horonumuza. Karadeniz’in diyecekleri vardı; bağrına akan dereler kurutuluyor, suyuna gölgesi düşen ağaçlar, ormanlar talan ediliyor, insanları tersanelerde, madenlerde ölüme terk ediliyor; Karadeniz deresiz, ormansız, insansız, aşksız bırakılıyordu. “Oi Oi İki Ayak Horon” işte bu sitemleriydi Karadeniz’in. Kulak verdik, daha da kararmasın istedik.

Horonlarla uğurladığımız Beşköylü Adem’in ardından, yine yüzü Karadeniz’e fakat sınırın öte yanından bakan Çeçence bir şarkı vardı sırada: “Daymohk” (Anavatan). Danslarıyla şarkımıza renk katacak olan Çeçen dansçı İmani Uspanova, sınırların tellerine takılmış, Türkiye’ye gelememişti. Şarkımızı biraz da onun için söyledik, ne de olsa şarkılar, danslar sınır tanımıyordu…

Hele de hayata “1-0” yenik başlamış Hekîm için midye tezgâhından öte sınır yoktu. Zorunlu göçler sonucu büyük şehre gelip hayata tutunmaya çalışan Hekîm’in hikâyesi de “Daymohk” gibi ilk kez “Çocuk (H)aklı” albümümüzde yer almıştı. Sevgili dostumuz Arto Tunçboyacıyan’la çıktığımız bu müzik yolculuğunun güzel çocuklarından biri olan Hekîm, o gece de martılara ıslık çalmaya, “bilinmeyen bir dil”de konuşmaya devam etti.

Hayran Olduğum, Zavallım…

“Hayran Olduğum, zavallım…” diyerek sahneye giren Dengbêj Kurdê ve Henîfa, yüzyıllar öncesinden bugüne taşıdıkları sevdaların, savaşların, göçlerin hikâyesini ve Kürdistan’ın selamını getirdiler bizlere. Botan ve Hakkâri bölgesinin en sevilen kilamlarından biri olan “Heyran Jaro” o gece bu iki kadın dengbêjin sesinde yeniden hayat buldu. Silopi’den aramıza katılan Kurdê ve Henîfa bir yandan kadın dengbêj olarak var olmanın yol açtığı toplumsal baskılarla mücadele ederken, bir yandan da Kürtçe kilam okumanın yarattığı baskılara göğüs geriyorlardı. Benzer bir kaderi paylaşan ve gösterimize kendileriyle birlikte davet ettiğimiz Cizreli Dengê Jinên Botan topluluğunun birçok kadın dengbêj üyesi KCK tutuklamaları nedeniyle gözaltında oldukları için aramıza katılamamışlardı. Kurdê ve Henîfa onların da sesi oldu o gece. “Heyran Jaro”, yerini Hakkâri’den bir şarkıya, “Kela Memê”ye (Mem’in Kalesi) bırakırken Harbiye, dirençli bir başkaldırıya sahne oldu. Son dönemde haksız tutuklamalarla susturulmaya çalışılan, ceza alan yüzlerce öğrencinin, akademisyenin, gazetecinin, işçinin, aktivistin bu mücadelesi, dengbêjlerin “Kela Memê” şarkısıyla can, BGST dansçılarının protest danslarıyla vücut buldu.

Ah, Gurbet!

Konserimizin ikinci yarısı, İç Anadolu ve Ege türkülerinin güçlü yorumcusu Bedia Akartürk’ün sesiyle açıldı. “Gayrı Dayanamam Ben Bu Hasrete” diyerek sahneye giren Akartürk, gurbeti, sevdiğinden ayrı kalmış bir kadının sevdiğine feryadını anlatıyordu. Bu bozlağın ardından, yüzyılların sazını, sözünü eskitemediği Karacaoğlan’a ait bir sevda türküsünü, “Yeşil Başlı Gövel Ördek”i seslendirdik birlikte. Bunca acıyla, hasretle yoğrulmuş bu topraklar ağıtların ardından halaylarla, horonlarla, oyun havalarıyla hep umudu taşımış. Bizim de imdadımıza bir kostak havası yetişti, “Bağa Gel Bostan Gel”i seslendirirken istedik ki bütün yaşananlara karşı koyacak umudumuz, gücümüz olsun...

6 Eylül günü gerçekleşen konserimiz acı bir tesadüfü de beraberinde getirdi: 6-7 Eylül... Yine baskı, yine zulüm, yine gurbet… Birçok insan mübadeleler sonucu yüzyıllardır yaşadıkları topraklarından kopmak zorunda kalmıştı. Oğlunu gurbet ele göndermiş bir annenin feryadını anlatan ve Rumca bir zeybek olan Cevahir işte bu hasretin şarkısıydı. Yeni ayrılıklar olmasın, o günler artık bizlere eksildiğimiz değil çoğaldığımız bir günü hatırlatsın umuduyla dans ettik, söyledik Cevahir’i. Annesinin Cevahir’ine kavuştuğunu hayal ettik.

Balkanlar’a Selam Olsun…

Makedonya’dan, Üsküp’ten aramıza katılan Bajsa Arifovska, Emran Nezirovski ve Ratko Dautovski sahnemize Balkanlar’ın sesini, soluğunu taşıdılar. Balkanlar’da bir söz varmış: “Balkanlar’a gidersen Bosna’da şarkı söylemeyeceksin, Sırbistan’da dans etmeyeceksin, Makedonya’da çalgı çalmayacaksın. Çünkü bu işlerin ustaları oradadır!” Balkan dostlarımız, klarnetle, tamburayla, kavalla, davulla bunun ne kadar doğru olduğunu gösterdiler hepimize. Makedonca bir aşk şarkısı olan “Tvoite Ochi Leno”nun (Senin Gözlerin Leno) ardından Türkiye’de de çok bilinen bir Balkan şarkısı olan “Oğlan Oğlan” ile devam ettik konserimize. Birçok şarkıya, türküye, mâniye konu olmuş sevdanın anlatıldığı şenlikli bir dans sahnesiyle birlikte icra ettik “Oğlan Oğlan”ı. Geleneksel bir Makedon dansı olan Kopaçka epey ter attırdı dansçı arkadaşlarımıza. Biraz soluklanıp, “Çocuk (H)aklı” albümümüzde yer alan Makedonca ve Türkçe seslendirdiğimiz “Güldaniyem” şarkısı ile veda ettik konuklarımıza ve de Balkanlar’a…

Uyu Deme, Uyuyamam!

“Kadına şiddet, kadına ölüm... Yakışır mı insana zulüm? Sinem Bacım ses çıkar, Hak sesin duyar” sözleriyle geldi sahnemize Âşık Sinem Bacı. Sivaslı Alevi bir âşık olan Sinem Bacı, 60’lı yıllardan bu yana yaşanan zulme dur demek için sesini sözünü hiç eksik etmemiş. İşçi olarak çalıştığı fabrikada ustabaşının önüne fırlattığı gazetede Kızıldere katliamı haberini görünce feryat etmiş ve “Oy Dere Kızıldere” türküsünü yazmış. Bu türküsünden dolayı işinden de olan Sinem Bacı, bundan sonrasını, “yapacak tek bir şeyim kalmıştı, o da devrimcilik...” diye açıklamış. 1 Mayıs da dahil olmak üzere birçok konserimizde seslendirdiğimiz “Uyu Deme” şarkısını bestecisi Sinem Bacı ile birlikte söylemek bizler için bir vefa borcuydu ve çok anlamlıydı o gece. Geleneksel müzikler yanında Türkiye protest müzik tarihinin de önemli bir parçası olan âşık geleneğinin hatırlanmasını, günümüzün müzikal çalışmalarında daha fazla yer bulmasını umut ederek uğurladık kendisini.

253 Gündür Bekliyoruz!

Konser günü 253 gün geçmişti Uludere/Roboski katliamının üzerinden ve hâlâ bu katliamın sorumluları ortaya çıkmadı. Hesabını ısrarla sormaya devam edeceğiz. Yıllardır süren bu savaşın kim bilir kaçıncı kurbanı olmuş 34 sivil insanın ardından söylediğimiz, Bajar’ın “Sî û Çar Heb” (34 Adet) şarkısını Kardeş Türküler yorumuyla seslendirdik o gece, “unutursak vicdanımız kurusun” diyerek.

O gece bir kuş da tüm Ortadoğu için uçurduk sahnemizden.  Suriye’de süren savaşta birçok insan hayatını kaybetti, birçoğu da yaşadıkları toprakları terk etmek zorunda kaldı. 6 Eylül sabahı aldığımız bir kara haber de ülkelerindeki savaştan kaçmaya çalışan 60 insanın İzmir’de hayatını kaybetmeleri oldu. Mazlumun zalime dönüşmediği, bir arada, eşitçe yaşayabildiğimiz bir dünya için söyledik Lübnanlı besteci Marcel Xalef’in “Asfur” (Kuş) şarkısını.

“Hepimiz” İçin…

Geçtiğimiz sene Kardeş Türküler olarak Erbil’e gitmiş, orada bir konser vermiş ve Muhammed Ahmad Erbili ve Arab Osman’la bu Erbil ziyaretimiz vesilesiyle tanışmıştık. Kendilerini Açıkhava’ya davet etmemek olmazdı. Türkiye’de de bilinen birçok bestesi olan ve gazel, hoyrat gibi müzikal formların usta icracısı Muhammed Ahmad Erbili’yi ağırladık önce sahnemizde. Hepimizin çok iyi bildiği bir şarkısını, “Yallah Şöför”ü Türkçe ve Soranice okuduk. 80’lik yaşına rağmen dimdik ayakta duran, güçlü nefes gerektiren hoyratları büyük bir enerjiyle seslendiren Erbili, yıllara meydan okuduğunu gösterdi hepimize. Ardından Soranice bir halay şarkısı olan “Heybênin” (Getirin) ile Arab Osman konuk oldu sahnemize. Halaylarımızın tank, top, tüfek seslerini bastırdığı bir günün hayaliyle coşkuyla halay çektik.
Gecenin sürprizi tiyatrocu Nihal Yalçın’dı. Birlikte önce Kardeş Türküler’in ilk şarkılarından biri olan “Burçak Tarlası”nı seslendirdik. Ardından da Dersim’den Ermenice bir halay olan “Baghçanerı Ghod Gılli”yi (Bahçelerde Ot Olur) ve Kara Üzüm Habbesi’ni art arda okuduk, halaylar, zılgıtlar, alkışlar… eşliğinde veda ettik. İyi ki yaşıyoruz dedik, iyi ki buradayız, bir aradayız!

Pakrat Estukyan’ın Dilinden Can’lı Hikâyeler

Kardeş Türküler sahnesi, hele hele de Harbiye Açıkhava gösterileri Pakrat Estukyan’ın sesi olmayınca mahzun kalır. Edebiyatın, şiirin büyülü dünyası onun sesiyle sahnemize taşınır, şarkımız, dansımız şiirle buluşur. İşte bu sene de sevgili dostumuz Can Merdan Doğan’ın gösterimiz için kaleme aldığı hikâyeler Pakrat Abi’nin sesiyle buluştu: Zorunlu din derslerinden bir nehir olup akan Hasan, sorgu odasında “düşüncelerim düşlerimle örüldü benim ve düşlerim sizin hapishanelerinizde sorgulanamaz” diyen Haje, sevdiğini bir zeytin ağacının altında bekleyen Adonia,  “nasıl ki gökyüzüne gökyüzü, barışa barış, dile dil, zulme zulüm diyoruz, bana da bir isim verin…” diyen Hiç Kimse, “buluşalım ve hiç, ama hiç kopmayalım birbirimizden. Çünkü sen de biliyorsun, bizim birbirimize ihtiyacımız var” diyen hepimiz, 6 Eylül gecesi oradaydık. Pakrat Abi’nin sesi, Can’ın hikâyeleri yaşıyordu, biliyorduk.

Sahne Arkası

Böylesine kapsamlı ve geniş katılımlı bir gösterinin arka planından söz etmemek olmaz tabii; sahne üzerindeki icracılarla birlikte, süpervizörlükten prodüksiyon amirliğine, organizasyondan kostüme, sesten ışığa, görüntü tasarım/uygulamadan program dergisine, metin yazımından bu metinlerin çalıştırılmasına, konukların ağırlanmasından uğurlanmasına, monitör çekmekten kablo toplamaya, kulisin hazırlanmasından temizlenmesine kadar akla hayale gelecek/gelmeyecek bir sürü iş başlığında 100’den fazla kişi çalıştı. Sahne üstü kadar arkası da “Hepimiz”di.

Tüm bunların yanı sıra böylesine kalabalık bir gösterinin çalışmalarının yürütülebilmesi için ihtiyaç duyulan alt yapı ve mekân arayışımızda bizlere destek olan, kapılarını açan kişiler ve kurumlar oldu: Bu anlamda Gevende’ye, Bakırköy Belediye Tiyatroları Yunus Emre Kültür Merkezi ve çalışanlarına, Işık Okulları Nişantaşı Kampüsü ve çalışanlarına, Büyükçekmece Belediyesi’ne, Boğaziçi Üniversitesi’ne; ayrıca,  konuk sanatçılarımızla ilgili organizasyonlarda bizlere yardımcı olan Erbil 2010+ Derneği’ne, Cizre Mem û Zîn Kültür ve Sanat Merkezi ile Silopi Laleş Kültür ve Sanat Merkezi’ne; Erbilli konuklarımızın mihmandarlığını yürüten Ayetê Mala Xêlid ve Raşit İlan’a; yine bizlere desteğini sunan Dipnot İletişim’e ve Rüküş Atölye’ye;  müzik çalışmalarının can damarı olan ses sistemleri konusunda desteğini, emeğini esirgemeyen Erdal Altun’a teşekkürü bir borç biliriz.

Son Söz Yerine…

Ve hatası sevabıyla bir buluşma daha geride kaldı. 6 Eylül gecesi, bir araya geldik; güldük, ağlaştık, isyan ettik, umut ettik, direndik. Gösterimize katılan binlerce izleyicimizin coşkusu ve inancı bizlere gösterdi ki “Hepimiz” Kardeş Türküler’iz, “Hepimiz” barış ve özgürlük için buradayız…

İnanıyoruz ki yollarımız yine kesişecek, birbirimize anlatacaklarımızı şimdiden biriktireceğiz. Belki barışa biraz daha yaklaşacağız. Belki toz dumandan nefesimiz kesilecek. Ama yeni şarkılar yine yazılacak, yeni danslar yine edilecek. Yeter ki bir arada olalım. Çünkü bizim birbirimize ihtiyacımız var. Diyoruz işte hepimiz; umut var umut, bizde umut var!

Bu yazının kaleme alındığı günlerde Orta Anadolu Türkmen ve Abdal müziğinin günümüzdeki en önemli temsilcisi ve Kardeş Türküler’in de büyük ustası Neşet Ertaş’ı kaybettik. Kendisiyle tanışma ve birlikte çalışma fırsatı bulduğumuz için onur duyuyor, ona en içten saygı ve sevgilerimizi sunuyoruz. Ruhu şâd, sesi bozkırlara yâd olsun...