‘‘Köklerimi hiç unutmadan, yeni arayışlara hep açık oldum!’’[[dipnot1]]

’80’li ve hatta ’90’lı yıllarda, özellikle yurtdışından gelen bir sanatçıyı sahnede izlemek farklı bir anlam taşırdı bizim kuşak için. Bugün internet ortamında dolaşmakta olan binlerce nota, şarkı sözü ya da performans görüntüsü o zamanlar henüz hayatımıza girmemişti. Düzenlenen konser sayısı da çok azdı. Sevdiğimiz bir sanatçıyı yakından görmenin, neyi nasıl yaptığına canlı canlı tanıklık etmenin tek yolu bu konserleri izlemekti ve bu konserleri izlemenin de çok ayrı bir öğreticiliği ve heyecanı vardı. Çoğu zaman, aslında kasetlerden ya da plaklardan iyi tanıdığımız; ama ne hikmetse uzun zamandır göremediğimiz eski bir arkadaşı görecekmişiz gibi giderdik bu konserlere. Kendisini yakından görebilmek için hep önlerden yer bulmaya çalışırdık. Bulamadığımızda da merdivenler en güzel localar olurdu bizim için.

Paco De Lucia ismi, o dönem konser vermeye gelenler arasında en çok rağbet ettiğimiz, değer verdiğimiz isimlerden biriydi. İsmini öyle uzun uzun telaffuz etmezdik. ‘‘Paco geliyormuş’’ dedik mi herkes anlardı. Biletler alındıktan sonra da artık konser gününe kadar ‘‘Paco aşağı, Paco yukarı…’’ Konser üzerine yapılan sohbetlerde sorular birbirini kovalardı: ‘‘Yalnız mı gelecek, grubuyla mı gelecek?’’, ‘‘Yanında dansçı da olacak mı?’’, ‘‘Vokalisti kardeşi miymiş?’’, ‘‘Entre Dos Aguas’ı da çalar mı acaba?’’

Vaktin nasıl geçtiğini anlamadığımız konser sonrasında ise parmaklarındaki çabukluğun; bir türlü tam olarak çözemediğimiz ritimlerin ya da gitarından çıkarttığı o inanılmaz tonların büyüsü uzunca bir süre bizi terketmezdi. Ve Paco gibi bu dünyaya çok az gelecek bir sanatçıyı canlı izlemenin verdiği mutluluk, o gece hiçbir şeye değişilmezdi.

Bugün, artık Paco’yu bir daha canlı izleyemeyecek olmamızın üzüntüsü içindeyiz. 26 Şubat 2014, Paco’nun aramızdan ayrıldığı gün oldu. Gelin, anısı önünde saygıyla eğilirken, hayatının önemli dönemlerini biraz daha yakından tanımaya çalışalım…

***

Gerçek adı Francisco Sanchez Gomez olan Paco de Lucia, beş çocuklu kalabalık bir ailenin en küçük çocuğu olarak, 21 Aralık 1947 tarihinde, İspanya’nın Cadiz bölgesinde, Algeciras şehrinde dünyaya gelir.[[dipnot2]] Babası, gündüzleri işçi olarak bir işte çalışıp akşamları da ekstra gelir elde edebilmek amacıyla gitar çalan Antonio Sanchez; annesiyse, ismi ileride Paco’nun sahne ismi olacak olan Portekiz’li Lucia Gomes’dir. Kardeşleri dahil, ailede neredeyse herkesin gitar çalması, müzik dolu bir hayata adım atmasındaki baş etkendir. Beş yaşında gitarı eline aldığında, Endülüs müzik kültürü bütün bileşenleriyle Paco’yu kuşatmaya çoktan başlamıştır bile...

‘‘Babam ve bütün kardeşlerim gitar çalardı. Ben daha yürümeye bile başlamamışken, o tınılar kulağımdaydı. Gitar çalmaya başlamadan önce, bütün flamenko ritimlerini öğrenmiştim. Ben, gitarı bir çocuğun konuşmayı öğrenmesi gibi öğrendim…’’[[dipnot3]]

Doğduğu günden ilk gençlik yıllarının sonuna kadar Endülüs’teki çokkültürlü hayatın merkezindedir. Arap/Berberi Müslümanların, İspanyol Yahudilerin, Çingenelerin ve tüm İber halklarının kültürleriyle çepeçevre sarılı geleneksel flamenko müziğini en ince ayrıntılarına kadar yaşar ve öğrenir. Sokaklarda, düğünlerde çalıp dansçılara eşlik eder.

‘‘Çingenelerin hayatının anarşist bir hayat olduğu noktası iyi anlaşılmalıdır. Bu hayatları kolay kolay bir düzen altına sokamazsınız. Müziğimizi de öyle… Müzik bizim için her yerde ve her andadır. Müzik, bizim için bir hayat tarzıdır…’’[[dipnot4]]

On bir yaşından itibaren turnelere çıkıp radyo programlarına katılır. Sabicas, Modrego gibi dönemin usta flamenko gitaristleriyle tanışma fırsatını yakalar. Birlikte albüm kayıtlarına girer. Modrego’yla birlikte yaptığı ‘‘Federico Garcia Lorca Şarkıları’’ albümü, gençlik yıllarının unutulmazları arasında süratle yerini alır.

‘‘Flamenko, tıpkı blues gibi, haksızlığa uğramış, fakir insanların müziğidir. Acılı bir müziktir… Vokal, dans ve gitarı, çok zengin melodiler ve ritm kalıpları içinde buluşturur. Gelişime de hep açıktır…’’[[dipnot5]]

Geleneksel flamenco müzikleri üzerine kardeşleriyle birlikte yaptığı çeşitli stüdyo kayıtlarının ardından, yirmi yaşında yayımladığı ilk solo albümü ‘‘La Fabulosa Guitarra de Paco de Lucia’’, yenilikçi yönünün ilk ipuçlarını vermektedir. İçinde doğup büyüdüğü Endülüs kültürünü bir tarafa bırakıp tamamen yepyeni müziklere yelken açmak değildir yapmak istediği! Flamenko müziğini geliştirmek; yenilikçi arayışlara açık olmak; bunu yaparken dünyadaki farklı müzik türlerini de öğrenmeye çalışmak ve farklı buluşma noktaları yaratmak gibi hedefleri vardır.

‘‘Hayatım boyunca bir elimle hep geleneğe uzanırken, bir elimle de hep dünyanın başka bölgelerindeki müzikleri araştırıp bu müzikleri flamenkoyla buluşturabilmenin yollarını aradım…’’[[dipnot6]]

Girdiği bu yolda, ‘‘yeni flamenko’’ olarak adlandırılacak olan akımın öncülerinden, ses ustası Camaron de la Isla (Camaron) ile yaptığı ortak çalışmalar, Paco’nun müziğindeki deneyselliğin ve araştırmacılığın önemli köşetaşlarından birini oluşturur. O güne kadar icra edilmiş olanlardan farklı akor yürüyüşleri ya da melodik hatların yanısıra, ‘‘bas gitar’’ gibi, o güne kadar flamenko müziğinde pek kullanılmamış olan enstrümanları orkestrasyona birlikte dahil etmeye çalışırlar. 1960’lı yılların sonlarında başlayan ve yaklaşık on yıl süren; zaman zaman ünlü flamenco gitaristi Tomatito’nun da katıldığı bu arayışlardan Canastera, Soy Caminante, Rosa Maria, Vivire… gibi, ‘‘yeni Flamenko’’ akımı için temel nitliğinde çok önemli çalışmalar çıkar. Genelde yeniliklere pek açık olmayan en geleneksel flamenko dinleyicilerinin bile dışlamadığı, bağrına bastığı çalışmalar olur bunlar. Camaron’un, 1992 yılında, henüz 42 yaşındayken vefat etmesi sonrasında heykelinin dikilmesi, bu yenilikçi çalışmaların geniş kesimler tarafından ne kadar sevildiğinin, sahiplenildiğinin bir göstergesidir.

‘‘İnsanın bu kadar yakın bir dostu ve arkadaşının arkasından konuşması kolay değil… Camaron bir dahiydi, maalesef çok genç yaşta öldü; ama flamenko aleminde silinmez bir iz bıraktı. Camaron’un flamenko şarkıcılığı kendisinden sonra gelen bütün flamenkocuları istisnasız etkilemiştir. Bana gelince hem çok yakın bir dostumu kaybetmiş oldum, hem de ilham kaynaklarımdan birini. Gençken yoğun geçen turnelerden bunaldığımda, Camaron’u kolundan tutup stüdyoya sokardım. Bazan aylarca kapanıp şarkılar yaptığımız olurdu. Özel günlerdi onlar…’’[[dipnot7]]

Perküsyon ailesinden, Afro-Peru kökenli bir enstrüman olan Cajon’u, Peru’da yaptığı bir turne sırasında keşfeden Paco’nun, bu enstrümanı flamenko müziğine kazandırması da yine ‘70’li yıllara denk düşer. Çok sevilen derleme albümü ‘‘Entre Dos Aguas’’a ismini veren bestesini de yine bu dönemde yapar. Rumba formunda; gitar, cajon, bongo ve bas gitar gibi enstrümanlar eşliğinde düzenlediği bu bestesinde, memleketini anlatmaktadır. ‘‘Entre Dos Aguas’’, türkçede ‘‘iki suyun arasında’’ anlamına gelir ve Akdeniz ile Atlantik arasında kalmış olan memleketi Algeciras’tan çağrışımlar barındırmaktadır.

‘‘Öyle besteler yapacaksınız ki hem yeni olacaklar hem de sanki eskiden yapılmış gibi bir aşinalık hissi uyandıracaklar. Yaratıcılığınızı olabildiğince özgür bırakıp yepyeni bir müzik yapabilirsiniz, ama ne yaparsanız yapın ortaya çıkan işin bir özü, ruhu olmak zorunda, tabii sıkı bir iş yapmak istiyorsanız. İşte bu noktada da işin içine gelenek giriyor, çünkü aradığınız ruh orada.’’[[dipnot8]]

‘70’li yılların sonlarına doğru, Paco’nun müziğinde latin ve caz ögeler daha sıklıkla belirmeye başlar. Bunda şüphesiz piyanist besteci Chick Korea, saksafonist Pedro Iturralde ya da gitarist Carlos Santana gibi isimlerle zaman zaman biraraya gelmesinin yanısıra, John McLaughlin ve Larry Coryell gibi gitaristlerle yaptığı çalışmaların da etkisi büyüktür. Özellikle McLaughlin ve Coryell ile birlikte kurdukları gitar üçlüsüyle çok sayıda konser verirler. Londra’da, Royal Albert Hall’da yaptıkları ‘‘Ruhların Buluşması’’ isimli video kayıt, birçok gitar müziği dinleyicisinin arşivinde baş köşede yer alır.

Kısa bir süre sonra bu üçlüde, Larry Coryell’in yerini Al Di Meola alır. ‘‘Castro Marin’’ ve ‘‘Passion, Grace & Fire’’ albümlerinin yanısıra, 1981 yılında yine birlikte kaydettikleri ‘‘Friday Night in San Francisco’’ albümü, gitar müziği repertuvarına unutulmaz eserler hediye etmiştir. Bu albümde yer alan Guardian Angel dışındaki bütün eserler, San Francisco The Warfield Theatre’da canlı olarak kaydedilmiştir.[[dipnot9]] Mediterranean Sundance, Rio Ancho, Fantasia Suite gibi bu albümde yer alan bütün çalışmalar, caz–latin–flamenko buluşmasının birer ürünüdür. Düzenlemelerde, ne kullanılan soyut caz akorları flamenko ezgilerini zorlar, ne de flamanko duyuşu caz yürüyüşlerini sıkıştırır. Doğaçlama ağırlıklı; herkesin birbirine bir şeyler kattığı; içiçe geçen bir müzikal buluşmadır burada söz konusu olan. Teknik olarak da sağ el – sol el koordinasyonundan rasgueadosa; akor pozisyonlarından gamlara kadar birçok gitar çalım tekniğinin çok ileri örnekleri sunulur. Bu çalışmalar, hafızalarımızda derin izler bırakmıştır…

Bütün bunlar sürerken, kardeşleri Ramon ve Pepe ile birlikte kurduğu, altı kişilik grubu ‘‘Paco De Lucia Sextet’’ ile de, ’80’li ve ’90’lı yıllar boyunca uzun erimli flamenko çalışmalarına devam eder. Paco’nun ve vokalist kardeşi Pepe’nin yanısıra perküsyon, flüt/saksafon gibi enstrümanların ve özellikle de Sextet üyelerinden Carles Benavent’in bas gitar performansının, Paco’nun müziğine çok önemli katkıları olmuştur. Bir solo çalışma olan ‘‘Siroco’’; özellikle episodik geçişleriyle dikkat çeken ‘‘Solo Quiero Caminar’’ ve Chick Korea ile Manolo Sanlucar’ın da konuk olarak katıldığı, kökenlere bir yolculuk niteliğindeki ‘‘Zyrab’’, bu dönem ürettikleri eserler arasında yer alır. Özellikle picados ve rasgueados gibi sağ el gitar teknikleri, bu eserlerde ulaşılması güç bir noktaya taşınmıştır.

‘‘Tekniğiniz ne kadar iyiyse, kendinizi müzikal olarak o kadar iyi ifade edersiniz. Tekniğiniz geriledikçe, ifade olanaklarınız da geriler.’’[[dipnot10]]

Carlos Saura ile birlikte yaptığı film ve film müziği çalışmaları ise, başlı başına flamenko kültürüne birer katkı olarak değerlendirilmelidir. Aslen kendini oynadığı ‘‘Carmen’’ filmi ve aynı dönemde, biraz da ‘‘Carmen’’ prodüksiyon sürecinin gecikmesine bağlı olarak çıkan, ‘‘Kanlı Düğün’’ film müziklerindeki yoğunluk etkileyicidir. Bu filmlerde izlediğiniz danslar ya da işittiğiniz cante, falseta ve palmaslar, bir anda kendinizi flamenkonun makamsal ve modal dünyasının derinliklerine götüverir sizi. Bulerias formunun coşkusu ve gerilimi; alegriasın neşesi; siguiriyas formunun hüznü derken, film boyunca flamenkonun aslında Endülüs’ün ta kendisi olduğunu düşünmeden edemezsiniz…

‘‘Saura’nın o dönem yaptığı ‘Kanlı Düğün’, ‘Carmen’ ve ‘Büyülü Aşk’ üçlemesi; daha sonra da ‘Sevillanas’ ile ‘Flamenco’ filmleri bence çok güzel filmler. Flamenco cephesinden bakarsak, bu fimlerin Flamenco’nun daha geniş kitlelerce tanınmasına, anlaşılmasına ve takdir edilmesine hizmet ettiğini söyleyebiliriz. Sonuçta Flamenco, sanatın hemen hemen bütün alanları gibi kendi içinde bir dünya; insan bu dünyanın kapısını nereden aralayacağını bilemeyebiliyor. Saura’nın filmleri Flamenco’ya yabancı insanlara bahsettiğim kapıyı çok güzel bir biçimde aralayan filmler. Bu filmler sayesinde dünyanın birçok farklı yerinde flamenco tutkunları oluştu.’’[[dipnot11]]

***

Girdiği yorucu tempodan yorulan ve hayatının son dönemini daha çok Yucatan (Meksika)’daki evinde çocuklarıyla beraber geçiren Paco’nun çalışmaları, konserleri, ödülleri saymakla bitmez. Elliden fazla albümün altında imzası vardır. Hayatı boyunca çevresinde çok büyük bir etki uyandırmış; Endülüs’ten çıkan geleneksel flamenko müziğinin dünya çapında popüler olmasında çok önemli bir rol oynamıştır. Hep ilkesel bir cümle olarak koyduğu ve her fırsatta tekrarladığı ‘‘Köklerimi hiç unutmadan, yeni arayışlara hep açık oldum!’’ cümlesi, şüphesiz örnek alınması gereken çok önemli bir sanatçı tavrının güzel bir özetidir.

Yine Endülüs’ün yetiştirdiği en büyük gitar virtüözlerinden Paco Pena’nın Paco De Lucia hakkında söylediği sözlerle bitirelim:

‘‘Daha önce kendinden önce kimsenin görmediği şeyleri gören ve her şeyi değiştirmeye çalışan kişiler dünyaya çok az gelir. Paco De Lucia da bu insanlardan biridir. Kendisinden sonra flamenko kökten değişmiştir ve bunun en büyük kanıtı da bugün birçok genç müzisyenin onu takip etmeye çalışmasıdır. Paco’nun ‘yeni flamenko’ üzerindeki etkisi çok büyüktür…’’[[dipnot12]]