telefonun sesi sabahın sekizi
kıyamet gelmiş uyku habersiz
Olay gecesinin sabahı. Arayan Xalê Qadrî, Dihî (Eruh)'li bir tanıdık. İşi gereği o mıntıkada mekik dokuyan seyyar bir esnaf abim. Misilmênî yani müslümanlaşmış Ermenilerden. Vaktiyle İstanbul'daki ermenilerin yoğun yaşadığı Şişli Kurtuluş semtinde ikamet ediyordum, orada fermuarcılık işi ile uğraşan akrabaları vesilesi ile tanışmıştım. Açtım telefonu. Sesini ta 'Ora'lardan Batı illerine duyururcasına avaz avaz bağırıyordu, sitemkardı: "...Burası kıyamet yeri. Anlatasan oradakilere. Bu seferki öyle böyle değil..."
Bajar'ın Sî û Çar Heb/Otuz Dört Adet requemine bu talihsiz telefon konuşması vesile oldu. Xalê Qadrî 'yaşarken' bir vasiyet bırakmıştı. Onun ruh hali, hem bir teşhirin ifadesi hem de kürtlerin psikolojik bir sınıra gelindiğinin habercisi idi. Bir taraftan "İşte yapılan zulümün had safhası" derken diğer taraftan "bu da yapıldıysa bu memleket insanı artık ayağa kalkar herhalde" beklentisi idi...Tabii bu tür durumlarda 'kutsal ittifak' rahiyalı haber avcılarının tavırlarını da öngörüyordu geçmiş tecrübelerinden. Biliyordu onların bu vahşeti malum yerlerden icazet almadan duyuramayacaklarını...Kürdistan'a gidenler bilirler. Oradaki halk -batı'daki düzen gereği- gizli kapaklı dönen bir çok meseleyi hayatlarının tam ortasında bütün sıcaklığı ile yaşadıkları için politik gelişmeleri an be an izlerler, dönen dolapları iyi takip ederler. Bir çok gazeteciden daha iyi muhabirlik yapma meziyetine sahiptirler. İstihbarat ağları güçlüdür, kulaktan kulağa herkes gelişmelerden haberdar olur, doğal ve insani bir analiz yeteneği gelişmiştir.En önemli haber kaynakları hakikatleridir.
Erê bira erê
Pêncî hezarê di nav solê
Teyrên te mezin kiribûn
Pere birin berdan li ser Enqere yê
Roboskinin bulunduğu mıntıka çok güzel ama bir o kadar da kasvetli, tedirgin bir yerdir.Bir kaç sene evvel, Hakkari'deki bir konser dönüşü oralardan geçmiştik. Irak devletinin sınır taşlarını seyrederek yol almıştık. Bizi taşıyan arabanın şoförü o taşlara 'Saddam'ın taşları' diyordu. En az beş tane kontrol noktasından geçtik. İn cin top oynuyordu. Hiç unutmam; kontrol noktalarının birinde karakolun astsubayı hangi maksakla oralara geldiğimizi sormuştu. Yanında da İstanbullu bir asker vardı. İstanbul'da yaşadığımızı, Hakkari'ye konser vermeye geldiğimizi duyunca İstanbullu askerin gözlerinde heyecanla birlikte keder belirdi. Bakışlarında adeta 'beni de alıp götürsenize, ne işim var buralarda' serzenişi hakimdi. Vietnamvari bir ruh hali. Bize oldukça sıcak davranıyordu. Derken, astsubay bu tehlikeli! durumu fark etti ve askeri ciddiyete davet etti. Doğru ya; her an müzisyen kisvesi altında azılı 'terörist'ler olabilirdik. Aynı askerin silah namlusu eşliğinde müzik aletlerimizi tek tek kontrol etti.
Hê...kes ne hêt û kes ne çît
de bila bê to rûbaro...
Sınırın hemen dibinde mezralar ve güzel bir çay bize eşlik ediyordu. Etrafı seyre dalmıştık. Geleneklerini koruyan yerler olduğu çok belliydi. Bazı aşiretlerin köyleri, mezraları muhtemelen koruculuğu kabul ettikleri için boşaltılmamıştı. Ne yaman bir çelişkidir ki bu yüzden de Kürt kültürünün kadim gelenekleri buralarda halen bütün canlılığı ile devam ediyordu. Bu arada minübüsün şoförü bu köylerden en son seçimlerde BDP'ye bir çok oyun çıktığını söyledi.
Roboski faciasında ölenlerin bir kısmının korucu ailelerden gelmesi ortak kaderi değiştirmiyordu. Bu yüzden ortak bir duruş sergileyerek devlete karşı tavır aldılar. Gurur ve ortak yaşam mücadelesi onları biraraya getirmişti. Üstlerinde bir kara bulut gibi gezen 'kutsal ittifak' , milli duruş adına yeri geldiğinde herşeyi yapabilir, kimsenin gözünün yaşına da bakmazdı.
**************
...Ve İstanbu'ldayız. Bambaşka bir iklim. Taksinin radyosunda Roboski katliamı ile ilgili haberler dönüyor. Taksici analizini çoktan yapmış: '...e savaş var oralarda, olur böyle şeyler, askerimiz de ölmüyor mü...' Eski kovboy filmlerine benzer texasvari senaryolar aklını başından almış gibiydi: Dağlı, tekin olmayan, cahil, aralarında devlete hizmet eden korucular olsa da güvenilmez, arkadan bıçaklama potansiyeli hayli yüksek barbarlar. Sergio Leone'nin "iyi kötü çirkin" filmindeki meksikalı düzenbaz(!) çirkin, beyaz ve dürüst(!) amerikalıya herşeyi yapabilirdi.
Peki biz neyi ne kadar biliyorduk. 'Yüksek siyaset' dilinin klişe yüklü soğuk sularında gezmenin ötesine geçmek gerekiyordu. Yitip giden gençlerin hikayelerinin peşine düşmeliydik. Fotoğraflarını bile zar zor bulduk gençlerin. İnternet ortamı dipsiz bir kuyu, yalan yanlışlar diyarı. İsimlerle fotoğrafları bile eşleştirmekte güçlük çektik. Ulaşabildiğimiz bağımsız medya ağlarından yardım istedik. Türlü eziyetlerden sonra nihayet fotoğraflarla gerçek isimleri biraraya getirmiştik... En kederli an idi: Olacaklardan habersiz fotoğraflar; mesut bakışlar, ya bi dost ortamında çekilmiş ya sevdiklerine gönderilmiş; en güzel elbiseleri ve taralı saçlarıyla...
Wexta ku tu tê bîra min
Keskesor e çavê min
nav zinarên sar û tengav
Kenê te yê revok digerim
Wext ku tu tê bîra min
Bi Çaya qaçax serxweşim
Berfa spi kefenek mezin e
Laşê te yê şewtî dipêçe
Notalarda Erken sessizlik...Gençlerin bu erken sessizliğe gömülmeden önceki halleri ne idi, kaçakçılık dışında ne yapıyorlardı, o yaşlarına rağmen ölümle dans etmenin zaruriyeti ve nice can sıkıcı soru...Bilgilerine ulaşabildiklerimizin bir kısmı öğrenciydi, üniversite sınavlarına hazırlanıyorlardı. Bir kısmının facebook sayfalarına baktık; sevgilisine şiir yazmıştı bir tanesi. Bazıları politik mesajlarla hallerine çare arıyorlardı. Ama önyargılar cenneti memleketimizde, birlikte yaşadığı halka oryantalist duygular besleyenler ölen çocukları çoktan barbarlığa mahkum etmişlerdi.
kitêba te ya vekirî li ser masê ma
peyvên te jê hezdikirin stuyên xwe xwar nekirin
Derken 'erken sessizlik'i anlatan requemimizin sınırlarına ulaşmıştık artık. Melodinin sözle uyumlu olma zaruriyeti yetmiyordu artık. Şiirin düzen tanımayan anarşisine ihtiyaç vardı. Bir şair yetişmeliydi imdadımıza. Şair dostumuz Sezai Sarıoğlu aldı kalemi eline:
Kaçakçının halleri çoktur
Siyasi hal, çay hali, tütün hali, en çok da ölüm hali
Buralarda kaçak çay içmek, mayına basmadan sınırı geçip helalleşmek külliyen kaçağa girer
Hep geçilir hep aşılır
Sınır dediğin üç öğün korku beş vakit aç
Hep geçilir ...