Eskişehir...Üniversite ve aydınlanmanın şehri. Genç nüfusun sokak kültürüne renk verdiği, kültürel etkinliklere kucak açan özgür ve ‘rahat!’ bir ortam...Bajar ekibi olarak en çok konser vermek istediğimiz yerlerden biriydi Eskişehir. Rock müzik performanslarının bol olduğu, canlı bir genç ortamına sahip... ama hay aksi! Bir türlü performans yapacağımız bir müzik kulübü bulamıyorduk. Diğer taraftan, geçtiğimiz aylarda şehrin zabıta ve polisi Kürtçe şarkı söyleyen sokak müzisyenlerine gözdağı vermişler, 'özgür öğrenci şehrimiz'in imajını zedelemişlerdi.
Neyse ki; iki hafta önce bir mekan bize kucak! açtı ve konser verme olanağı bulduk. Konser için Eskişehir'e vardığımızda önce muhalif bir mizah dergisinin cafe zincirlerinden bir tanesinde soluklandık. Etraf oldukça fiyakalı...Duvarlarda Can Yücel posteri ve şiirleri, fonda Rihanna şarkıları... Yabancılaşmış gergin gözlerle etrafı seyrediyoruz, çünkü konser vereceğimiz mekan Bajar'ın afişlerini, bırakın Eskişer içine kendi mekanın kapısına bile asmamıştı. Bazı milliyetçi tepkilerden korkup konseri bile iptal etmeye kalkışmışlar. Ama konser biletleri satıldığı ve salon dolacağı için bunu da göze alamamışlar. Dolayısıyla bizlerden- 'günahkar' undergroundlardan- sessiz sedasız, kimseyi raharsız etmeden konser verip terketmemiz isteniliyordu. Oturduğumuz cafenin ortamı biz 'sakıncalılar' için tuhaf bir muhalefet parodisine dönüşmüştü artık...
Organizasyonu yapan arkadaşlar konserden bir iki gün önce Bajar ekibine bu süreçte karşılaştıkları bazı zorlukları aktarmışlardı. Yıllardır karşılaştığımız gayet sıradan! problemlerdi. Memleketin bir çok müzik kulübü Kürtçe müzik yapan gruplara mekanlarını açmıyorlardı. Kimileri müdavimlerinin kürtçe müzikten rahatsız olabileceğini ve dolayısı ile müşteri kaybedebileceklerini, kimileri de- konser verdiğimiz mekanın sahibi gibi- ‘milli’ hassasiyetlerden dolayı . Son zamanlarda üniversitelerde barış dilini bozmaya çalışan milliyetçi saldırıların atmosferi de bu duruma tuz biber oluyordu; malum bu atmosferde özgürlükçü olduğunu iddia eden kesimlerin faşitlerle kürt ve barışa duyarlı muhalif öğrencileri başbaşa bıraklamaları da ayrı bir mesele.
Aslında memleketin rock müzik yapan bir çok kulübünde bu tür mağduriyetlere bizim gibi bir çok müzisyen maruz kalıyorlardı. Üstelik sadece kar peşinde olan patronlar değil solcu olduklarını sanan bazı öğrenciler tarafından da bu tür alerjilere maruz kalıyorduk. Örneğin çokkültürlülüğe ehemmiyet gösteren ender anarşist festivallerden olan Rock-a Fest’te bile az da olsa 'bunlar da mı rock yapıyor ' türü beyaz! tepkilerle karşılaşıyorduk. Sözüm ona özgürlüğün, asiliğin müziği olan rock müziğe İngilizce dışında sadece ‘Türkçe’ yakıştırılıyordu. Yani ‘batı’ ya emperyal deyip bi taraftan batı müziğini taklit etmekten geri durmayan ‘muassır’ bir muhalefet. 'Tam bağımsız' olması için gönül verdikleri memleketlerinde türkü dağarcığı ‘uzun ince bir yoldayım’dan ibaret olan, 'vatan' fetişizmine rağmen memleket kültüründen bi haber tuhaf bir güruh … Bir çok rock-fest'te ingilizce, almanca gibi ‘uygar’ diller programlarda yer alabiliyorken kendi memleketimizin bir çok dili bu uygarlık dersini geçemiyordu. Sağolsunlar! katılımcı müzisyenler de bu durumdan memnunlardı. Toplumsal barışın konuşulduğu şu sıralarda, birarada yaşama kültürünün reçetesini sadece yüksek siyasetten beklemek pek de mümkün olmayacak gibi duruyor. Bir tarfatan üniversitelerde başlayan faşizan saldırılar ve buna bilimsel ( vekil hocamızın 'milliyet' tanımına yakışır) zemin hazırlayan, ulus-devletçi modernistlerin kendi ayrıcalıkları için ters yüz ettikleri bir üniversite ortamı. Diğer taraftan muhafazakarların özellikle sünni olmayanları ötekileştirek yürüttüğü kültürel hegemonya sevdası.Birbirlerinin değirmenine su taşıyan bu ortamın ötesinde üçüncü bir yolun haritasını gerçek özgürlükçülerin çizmesi bu sıkıcı, kısır ortamın havasını değiştirebilir... Pete Seeger'in meşhur şarkısı 'we shall overcome'ın dayanışmacı ruhu üzerimizde olsun...