Öncelikle Türkiye’ye hoşgeldiniz. Sizinle, Ermeni müzisyenlerin Türkiye müziği üzerindeki etkisi hakkında bir söyleşi yapmak istiyoruz. Karşılıklı müzikal ve kültürel etkilerden de konuşabiliriz. Ama isterseniz röportaja sizden ve müzik yolculuğunuzdan bahsederek başlayalım.
Pekâlâ, başlayalım. Adım Hasmik Harutyunyan. Erivan’da doğdum; ancak kökenim Batı Ermenistan, ya da bizim deyişimizle Eski Ermenistan’a dayanıyor. Hem annemin hem de babamın aile büyükleri Muşlu. Soykırımdan kurtulan büyükannem, büyükbabam ve diğer Ermeniler tüm ailelerini kaybetmişler ama kendileri bir şekilde hayatta kalmayı başarmış. Mesela büyükannem soykırım sırasında ilk kocasını ve bir çocuğunu kaybetmiş. Soykırımda kurtulabilenler için onun hakkında konuşmak çok acı vericiydi -zaten hepsi çok korkmuştu. Ölümün eşiğinden dönen bu insanlar, entelektüeller, Stalin döneminde de Sibirya’ya gönderilmişler.
Ben büyükannem ve büyükbabamla büyüdüm. Bu sebeple, tüm hayatım boyunca onlardan Muş’u dinledim. Ailem geleneklerine bağlı bir ailedir, ben de bu şekilde yetiştirildim. Yiyeceklerimiz, bayramlarımız, hepsi Muş gelenekleriyle yoğrulmuştu. Bizim için önemli olan her günü tıpkı Muş’ta olduğu gibi kutluyor ve yaşıyorduk. Yani Ermeni kültürüyle, dansı, müziğiyle iç içe büyümüştüm. Fakat hiçbir zaman şarkıcı olacağımı düşünmemiştim. Okulda fizik ve matematik eğitimi aldım; üniversitede de eğitimime aynı bölümlerde devam ettim. Ağabeyim ve ablam, on yaşında soykırımdan kurtulan birinin kurduğu bir folklor topluluğuna katılmıştı. Bu zat, Sovyet Ermenistan’ında yaşarken, soykırımı anlatan ve Batı Ermenistan’a ait olan şarkılar söylemeye karar vermiş. Onun kökleri de Vaspurakan [[dipnot1]] bölgesine dayanıyormuş. Aslen Van Denizi’nin yanındaki Çatak (Shatak) bölgesindenmiş. Van’da okula gitmiş ve müzik öğretmeninden, annesinden ve babasından çok sayıda şarkı öğrenmiş. Şarkı söyleyerek kültürü öğretmiş ve aktarmaya başlamış. Bir gün ben de bu kişiyle tanıştım; bu tanışma benim kültürel yolculuğumu, hayatımı değiştirdi. Bu tanışmadan sonra bir müzik okuluna gitmemin ve opera eğitimi almamın daha iyi olacağını düşündüm.
Buna karar verdiğinizde kaç yaşındaydınız?
Liseden hemen sonraydı. Opera eğitimi alıyordum; ancak sonra geleneksel müzikleri söylememin verilebilecek en iyi karar olacağını düşündüm ve ses eğitimimi opera tarzından geleneksel müzik tarzına dönüştürdüm. Çok iyi bir şey yaptığımı düşünüyorum, bu yüzden o kişiye minnettarım. Zaten kendisi daha sonrasında benim öğretmenim oldu. Adı Hayrik Muradyan. O, onun kuşağı ve aile büyüklerim Gomidas Vartabed’in yaptığı işe devam ettiler. Bildiğiniz gibi Gomidas bir papazdır ve bestecidir. Çok donanımlı biridir. Çok sayıda Ermeni ezgisini derlemiştir. Eğer o ve onun yaptıkları olmasaydı tüm bu Ermeni mirası kaybolmuş olacaktı. Kendisi ayrıca eski Ermeni nota sistemi olan Khaz’ı deşifre etmeye çalışmış. Binlerce halk müziği melodisi ve şarkı el yazmasıyla Matenadaran Müzesi’nde bulunmakta. Ancak bunlar Khaz sisteminde yazıldığı için günümüzde deşifre edilemiyor.
Geriye dönecek olursak... Öğretmenim Hayrik Muradyan bana yapılabilecek en iyi şeyin bu kültürü gelecek kuşaklara aktarmak olduğunu söylemişti. Bu sebeple ben de çocuklar için bir dans-müzik topluluğu kurdum.
Peki, şarkıcı olmaya ne zaman karar verdiniz?
Açık konuşmak gerekirse, ben hâlâ şarkıcılığa karar vermiş olduğuma inanamıyorum ama ne zaman şarkı söylesem kendimi çok şanslı, çok minnettar hissediyorum. Çünkü kendimi buna adadım. Bu benim, her şeyini kaybetmiş olsa bile kültürünü kaybetmemenin önemini bilen insanlara şükranlarımı iletme şeklim.
Ne zaman öğrencilerime, halkıma ve Ermeni olmayan insanlara Eski Ermenistan’ın şarkılarını söylesem, aslında onlara kendi halkımın hikâyesini anlatıyorum; bu kültürü kuşaklardan kuşaklara aktarıyorum. Ve bence bu geleneksel kültürü aktarmanın en iyi yolu ninniler.
Evet. Sizin de ninni repertuarınızın oldukça geniş olduğunu biliyoruz.
Eski Ermenistan’ın farklı bölgelerine ait birçok ninniyi derledim, onları söylüyorum. Çünkü nesiller arası köprünün bir ayağı anne, diğer ayağı ise çocuktur. Anne ve çocuk arasındaki etkileşim; dilin, inancın ve kültürün aktarıldığı en kısa yoldur. Bilim insanları, çocukların -hatta daha doğmamış olanların bile- kanlarında ve genetik hafızalarında olanları dinleyip anlayabildiklerini söylüyor. İşte bu şekilde genetik hafızamızı canlı tutabiliyoruz. Bu dünyaya, onlara sesinle, hatta nefesinle verdiğin her şeyi almış olarak geliyorlar. Ben nesiller-arası iletişime inanıyorum; bu nedenle ninniler söylüyorum.
İnanıyorum ki, müziğin bir gücü var. İnanıyorum ki, bu güç insanları uyandıracak. Soykırımdan kurtulanlar bu şarkıları söylemeye başladığında da böyle olmuş. Tüm bir halk, özellikle öğrenciler, gözünü açmış ve ailelerine, büyükanne ve büyükbabalarına neler olduğunu, yaşandığını sormuş. İşte bu sebeple bence bir gün dünya daha güzel bir yer olacak. Benim amacım ise bu günün olabildiğince erken gelmesi için uğraşmak. Çünkü o günün ben hayattayken gelmesini, o günü görebilmeyi çok isterim.
Peki, günümüz hakkında ne düşünüyorsunuz? Türkiye’ye geldiğinizde ne gibi tepkiler aldınız? Gözlemleriniz neler? Bundan sonrası için ne yapılmalı?
Şimdilerde çok mutluyum; çünkü Türkiye’ye geldiğimde herhangi bir kötü bakışla karşılaşmadım. Bence, yeni neslin geçmişte ne olduğunu dürüstçe öğrenmesinin, geçmişle yüzleşmesinin tam zamanı. Eğer geçmişinizi bilirseniz, işte o zaman adalet sağlanabilir. Şimdi adalet zamanı. Adalet olabildiğince erken sağlanmalı ki, dünyayı daha güzel bir yer yapalım. Aslında bu Türk halkının omuzlarında bir yük. Bu yük daha ne kadar taşınabilir ki? Artık bu yükten kurtulmanın, yaşanan gerçeği anlamanın ve sorgulamanın zamanı geldi.
Hakikatle yüzleşmek aşamasında müzisyenlerin rolü sizce ne olabilir?
Müziğin veya müzisyenlerin bu konuda neler yapabileceğini bilmiyorum. Sadece iyi bir kalple, iyi düşüncelerle, rahat bir şekilde, korkmadan uyuyabiliriz. Hislerimi size nasıl anlatsam bilemiyorum. Ama aradan yüzyıl geçti, bu yıl yüzüncü yıl ve artık yeter. İnsanlara daha fazla yalan söylenemez. Biz de aynı zamanları yaşadık; biz de bu konuda konuşamazdık. İlkokula giderken bizim gibi soykırımdan kurtulan ailelerin var olduğunu bilmiyordum. Arkadaşlarımla konuşurken anladım ki, her ailenin bir acısı var ve biz bu acıyı yüz yıldır içimizde tutuyoruz. Büyükannem ölüm döşeğindeyken babama; “Ne olur beni memleketime, Muş’a götür.” dediğinde babam ona; “ Götüremem, yapamam. Arada sınır var, nasıl götüreyim? Benden bunu isteme. Sen öldükten sonra seni orada nasıl bırakayım?” diyordu. Bu, o kadar acı vericiydi ki. Anneniz sizden onu alıp memleketine gömmenizi istiyor ve siz bunu yapamıyorsunuz. Babam “arada sınır var” dediğinde büyükannem ona; “Ölü bir insan için sınır nedir ki?” demişti. Çünkü ölü insanların ruhları uçar ve artık onlar için hiçbir sınır yoktur. Önceleri onların acılarını anlayamıyordum. 2001 yılında Muş’a gittim. İşte o zaman neden Muş’u görmek için bu kadar ağladıklarını anladım. Büyükannem Ermenistan için, “yaşayacağımız memleket değil” diyordu; yaşanacak memleket Muş’tu. Sürekli Muş’la ilgili şarkılar söylüyorlardı, ağlıyorlardı ve Muş’tan cennetmiş gibi bahsediyorlardı. Daha sonraları Muş’tan bir parça toprak aldım ve onlara biraz olsun rahatlık vermesi umuduyla Ermenistan’daki mezarlarına koydum.
Soykırımdan kurtulanların çocukları, torunları, yeni kuşak için ne söyleyebilirsiniz?
Benim kuşağımı hiçbir şey rahatlatamaz; çünkü herkes neler olduğunu biliyor. Çünkü şu an, bu zamanda, 21. yüzyılda da hâlâ dünyanın bir yerlerinde soykırımlar oluyor. Peki, bizim elimizden ne geliyor? Çok garip, soykırımların hâlâ nasıl gerçekleşebildiğini anlayamıyorum. Binlerce insan hâlâ nasıl öldürülebilir, ne için öldürülebilir? Suçları nedir? Kendi sorumluluğumuzu üstlenmeliyiz, kendi payımıza düşeni üstlenmeliyiz. Bu soykırım olurken tüm dünya sessiz kaldı. Donmuş gibi, sustular. Belki bir şekilde bunu durdurabilirler, dünyada olup biten bu çılgın korkuya bir son verebilirlerdi. Sessiz kaldılar. Fakat şimdi uyanma zamanıdır. Sonunda, benim gözlerime gülümseyerek bakabiliyorsunuz. Hükümet bunu tanıdığında, sıradan insanlar değişim yaratabilirler. Rahat nefes alabilirsiniz. İnanın bana, eğer hükümet olanları kabul edip açıklarsa; “Evet, soykırım hakkında konuşalım.” derse… İnsanlar için, hükümetler için uyanma zamanıdır.
Sizin kökleriniz Muş’a dayanıyor ama Erivan’da doğup büyüdünüz. Belki Doğu ve Batı Ermenistan özelinde geleneksel müzikteki farklılıklar hakkında biraz konuşabiliriz.
Soykırımdan kurtulanlar sayesinde güzel bir kültürden bahsedebiliriz. Dediğim gibi, onlar her şeylerini kaybettiler ama kültürü muhafaza ettiler. Çok zengin bir mirasımız var ve insanlar da hâlâ aynı bölgede yaşıyorlar. Kürtler, Türkler ya da başkaları, şu anda benim halkımın evlerinde yaşıyor. Oradaydım, o evleri gördüm. Yüz yıl önce inşa edilmişler ama hâlâ aynı şekilde kalmışlar. Güzel, kocaman evler, hoş bahçeler… Her şey kültürle ilişkilidir. Benim evimde, ninelerimin, dedelerimin Muş’ta yedikleriyle aynı yemekleri yiyoruz. Eğer kültürü kıyaslamak istersem, Doğu Ermenistan’da, Sovyet zamanlarında, Sovyet etkisiyle birlikte yeni bir kültür yaratıldığını da söyleyebilirim. Fakat iki dilimiz var: Doğu ve Batı Ermenicesi. Soykırım sonrası Ermeniler dünyasının neresine gittilerse oraya kiliseler, okullar kurdular. Bir aydan fazla kaldıkları her yerde, kiliseler inşa ettiler. Doğu ve Batı Ermenicesi olmak üzere bu iki dili korudular. Ayrıca bu iki dil dışında yüzlerce lehçemiz var. Şu an bile, Güney Ermenistan’da konuşulan dil Kuzey Ermenistan’da anlaşılamıyor. Bu biraz komik tabii, fakat aynı zamanda müziği oldukça zengin kılıyor. Çünkü müzik dilden gelir, dilin fonetiğinden gelir. Aynı müzikten bahsediyoruz, diyelim. Aynı melodinin bir Türk müzisyen tarafından doğaçlanmasıyla, bir Ermeni müzisyen tarafından doğaçlanması nasıl da farklılaşıyor. Doğaçlama, mantıktır ve yaptığın şeyi kendi anadilinde bir süzgeçten geçirirsin. Kendi dilinde düşünürsün. Tabii ki senin düşünce biçimin benimkinden farklıdır; çünkü ben Ermenice düşünüyorum. Dil şarkıdır. Mesela Ermenistan’da biri burundan şarkı söylerse ona; “Aa, bu Türk şarkı söyleme stilidir” deriz. Bu kötü bir şey değil. Çünkü sizin diliniz (burnu işaret ediyor) buradan tınlıyor. Burnumu kapatırsam, Türkçe konuşamam mesela. Türkiye müziğindeki Ermeni etkisine geri dönecek olursak; İstanbul Ermenileriyle gurur duruyorum. Klasik Türk Musikisinin kurucularının isimlerini size sayabilirim. Bunu biliyorsunuz, siz de müzisyensiniz, bunu inkâr edemezsiniz. Ermenilerin Türk müziği üzerindeki etkisi büyüktür. Bir Türk radyosunda çalışan bir kişi bana Ermeni bestekârlarının İstanbul’da sayısız eser kaydettiğini söyledi. Bazen kültürel etkileşim hakkında sohbet ederiz. Tabii ki komşu halklar bir arada yaşar. Etkileşim kötü bir şey değildir. Normaldir, doğaldır. Hatırlıyorum, benim evimde, ailemin yapıp yediği yemekler farklıydı, Mısır’daki soykırımdan kurtulanların yemekleri farklı. Sonra 1947-48’de birçok Ermeni, Sovyet Ermenistan’ına göç etti. Farklı yemekler yiyorlardı. Bu kültürdür, kültürün bir parçasıdır, değil mi? Onlardan nasıl baklava yapılacağını öğrendik. Şu ünlü baklava çeşidi bizde de vardı ama onlarınki tamamen farklıydı. Sonra biz de zeytin yemeye başladık. Zeytin nedir, bilmezdik. Babam yeni yılda komşumuzun evine gittiğinde içli köfte getirirdi. Böylece komşun ne yerse sen de onu yemeye başlardın. Bu da kültürün bir parçasıdır. Bir şeyden etkilenmemek neredeyse imkânsızdır. Ben gençken, Avrupalı yıldızları taklit ederdim. Onlar gibi şarkı söylemeye, dans etmeye çalışırdım. Bu, başlangıç için normaldir. Ressamlar gibi. Onlar da Louvre’a, İtalya’ya giderler resim öğrenmeye; fakat bu onların Mona Lisa’yı resmetmeye kalkışması anlamına gelmez. Bu başlangıçtır.
Geriye dönecek olursak, Ermeniler sadece Türkiye’deki değil, gittikleri her yerdeki kültürü etkilemiştir. Ermenilerle ilgili güzel bir espri vardı: Derler ki, otellerde Ermenilere bir haftadan fazla bir odayı vermezler; çünkü ertesi hafta, kaldıkları yeri kendi yöntemlerince yenilerler. Yani gittiğimiz hiçbir yerde göçmen gibi yaşamayız. Ama tabii, atalarının yaşadığı yerlerde yaşamak da güzel olurdu. Mesela benim eşim de soykırımdan kurtulan bir ailenin torunu. Bazen diyoruz ki; “Neden Muş’ta bir ev alıp yılın bir kısmını Muş’ta, bir kısmını Erivan’da geçirmiyoruz?” Bu şekilde köklerinle iyi ilişki kurabilirsin. Mesela benim ninem ve dedem, Sovyet Ermenistan’ını hiçbir zaman sevmediler. Benim için de aynı şey geçerli. Çok başarılılardı aslına bakarsan, her şeyleri de vardı; fakat bir yandan da yoktu. Hiçbir şey onları mutlu edemedi, hiçbir şey... Her gece rüyalarında memleketlerini görürlerdi. Tuhaf, değil mi? Bir şey hakkında bu kadar derin duygular beslediğimiz için şanslı olmalıyız. Aslında şu anda sahip olduklarımıza şükretmeliyiz. Bir şeye sahipken, yeterince dikkat etmezsin. Aynı şey insanlarla olan ilişkide de geçerli. Sanmıyorum ki Türkiye, Ermenilerin banka hesapları, evleri ya da toprakları dışında bir şeyden kazançlı çıktı. Kültürel olarak çok şey kaybetti, kendi halkını yüz yıl geriye götürdü. Bu durumun sorumluluğunun alınması gerekiyor. Artık yeter. Yalan söylemeye ve bu yalanla yaşamaya artık yeter. Artık önümüze bakmalıyız. Siz ne düşünüyorsunuz?
Hakikatle yüzleşmek gerekiyor.
Evet. Neden korkuyorlar? Eğer bu acıyı, bu hatayı omuzlarından atarsan, kapadığın birçok kapıyı tekrar açarsın. Dilerim ki sizler ve ben de bu günleri görürüz. Fakat şimdilik, gelin birlikte şarkı söyleyelim ve bu dünyayı daha iyi bir yer haline getirebilmek için dileklerimizi sunalım.