1970’li yıllardan itibaren çeşitli isimler altında örgütlenme çalışmalarına girişen Kürt hareketi, esas olarak sol bir terminoloji ve dünya görüşünü referans almaktaydı. Örgütlenme perspektifine paralel olarak bireysel sanatçı, yerini kolektif çalışma anlayışını ön plana çıkaran toplumcu sanatçıya bırakır. Mücadelenin bireysel değil kolektif bir anlayışla sürdürülebileceği fikri gittikçe güçlenmeye başlar. İşçi dernekleri ve sendikaların kendi küçük performans müzik grupları ortaya çıkar. Kaldı ki bu dönemdeki baskılar ve ölüm tehditlerinden dolayı bireysel olarak bir karşı duruş sergilemek çok da mantıklı değildi.
Marksist ideolojiden beslenen, sanatçıyı toplumsal bir varlık olarak, fiziksel ve düşünsel açıdan sanatsal ürününü toplumsal bir yaratı olarak gören, dolayısıyla da yaratılan bu sanatın “toplum için olduğunu” savunan bir anlayış söz konusudur. Buna göre sanatçı, topluma karşı sorumluluk sahibi olmalıdır. Sanatçı, toplumsal eşitsizlikleri ve sömürüyü görüp bunları deşifre etmekle kalmamalı gerekirse bunun için her türlü baskıyı, sürgünü hatta ölümü bile göze almalıdır. Tarihe seyirci kalmak, Kürt sanatçısına yakışmaz. Toplumcu sanatçı, fakirliği, yoksulluğu, işsizliği, sınıf çatışmasını, muhalif duruşu, feodal düzeni, ezilenleri kendine dert edinmekle birlikte temel kaygısı, Kürt halkının varlık-yokluk mücadelesinde kendisini ve toplumunu var etmek olmalıdır.
Bu doğrultuda örgütlü bir sanatçı olarak sanatını, Kürtlere seslenmek ve kitleleri bilinçlendirmek yolunda bir araç olarak kullanır. Kürt sanatçısı, gerekirse sürmekte olan savaşa katılmakta kendisini sorumlu hisseder. Özellikle 1980’lerden itibaren güçlenen “Kom geleneği”, devrimci, militan, değiştirici bir perspektiften hareket etmeye çalışır. Kürt siyasal hareketi ve gerilla mücadelesinin hedefleri doğrultusunda görev üstlenir. Kürt müzisyeni kendisini ezilen ve sömürülen Kürt halkının militanı olarak görür. Gerekirse eline saz alıp sahneye, gerekirse silah alıp dağa çıkabilir. Bu doğrultuda sanatının konusu da ezilen, dilleri ve kültürleri yok sayılan Kürtlerin varlık mücadelesine bir tuğla koyabilmektir. Ancak bu hedef gerçekleştikten sonra estetik kaygıları ve kurumsallaşmayı ciddi olarak hayata geçirecektir.
Bu süreçte bazen gerçeğin sözcülüğünü bazen de mücadelenin slogancılığını yerine getirir. Kürt toplumunun kendi iç çelişkilerini de zaman zaman dile getiren bu sanatçı tipi, mücadelenin siyasi, kültürel, toplumsal niteliklerini sahneden duyurmakla, albümden seslendirmekle sorumludur. Kürt mücadelesinin geçmişe duyduğu kini, nefreti, içinde bulunulan günün koşullarını ve de yarına duyulan inancı pekiştiren vicdanını temsil etmeye çalışır.
Sanatçı, halkını Kürt mücadelesine dahil etmekle sorumludur. Hareketin tezlerini sanat aracılığıyla halka iletmekle görevlidir. Bu yönüyle kendisini sömürenlere benzememeye de davet eder halkı. Halka Kürdistan’daki savaşın sebep ve sonuçlarını, tarihi verilerden ve günün gerçekliğinden hareketle anlatırken, kendilerinin neden haklı, devletin neden haksız olduğunu ispatlamaya çalışır adeta. Halkı mücadelesine çağırırken bu uğurda ölenleri referans almaya çalışan Kom müziği pratiği kendi kültürüne, kendi diline, kendi tarihine, kendi önderliğine dayanmayı temel ilkeler olarak kabul eder.
Kom röportajlarından, dergi yazılarından ve Kürt hareketinin son otuz yıllık en büyük aktörlerinden PKK’nin kongre kararlarından (basına yansıdığı kadarıyla) hareketle derlemeye çalıştığım yukarıdaki görüşlerin pratikte nasıl hayata geçtiğine ileriki sayfalarda değineceğiz.
1970’lerde DDKO’nun öncülük ettiği hareketlenmeye bağlı olarak ’38 Dersim olaylarından beri ilk defa hareketlenme olduğunu, bu dönemlerde çeşitli mitingler, toplantılar yapıldığını biliyoruz. Dönemin sonuna doğru Şivan Perwer, Ali Baran, Nizamettin Ariç gibi sanatçılar, çeşitli etkinliklerde okudukları şarkılar nedeniyle mahkemelik olunca yurtdışına çıkmak zorunda kalırlar. 80’li yılların sonuna kadar Şivan gibi sanatçıların albümleri el altından yurda sokularak dinlenir.
1990’lara doğru kirli ve haksız savaş olgusunun oluşturduğu havada zulme ve dramlara tepkisiz kalınamazdı. Nitekim ortada dilini, kimliğini kullanamayan, dışlanan, ötekileştirilen bir halk vardı. Sol müzik grupları daha çok sosyalist fikirler etrafında müzik yaparken Kürt müziğinde Kom geleneğini temsil edenler de “Kürdün varlığı, kimliği ve özgürlük arayışları” odaklı bir müzikal anlayışla hareket ediyorlardı. Koma Azad’ın söylediği “Êdî Bes e” adlı şarkı, her şeyi göze alarak gerilla saflarına katılmaya karar veren ideal Kürt gencinin “tercihini” dile getirir. Koma Azad, bu şarkıyla Kürtlerin varlık ile yokluk arasında bir tercihe zorlandığını; var olmak isteyen gençlerin de tercihlerini yapması gerektiğini ima eder.
“Êdî bes e lê dayê vaye ez diçim şoreşê
"Yeter artık anne, devrim mücadelesine gidiyorum
Hevalên min tev çûne, ma tenê ez mame rureşê
Bütün arkadaşlarım gitti, bir ben kaldım yüzü kara
Sebra min li vir nayê, dilê min ji bo çiyê nexweşe
Sabrım kalmadı buralarda, yüreğim dağlar için atıyor
Megrî dayê dayika min ...”
Ağlama anne, anam..."
1970’li yılların siyasal ortamında, muhalif sol örgütlenmelerin politik müzik yapıları ortaya çıkınca; Koma Azadî, Koma Dengê Kawa, Koma Niştiman gibi yapılanmalar da siyasi “özgürlük” söyleminden hareketle gecelerde boy göstermeye başlarlar. 1990’larda Ruhi Su ekolünden, toplumcu halk ozanlarının ve şairlerinin fikirlerinden de beslenen, daha sonra ise özgün müzik diye tabir edilen bir müzik biçimi şekillenmeye başlar. Orhan Kâhyaoğlu’nun ifadesiyle; Latin Amerika’daki Yeni Şarkı Hareketi’nden etkilenen, zaman zaman da paralellikler gösteren grupların başında Grup Yorum gelir. Kürtlerin bağımsızlık söylemleri ve yapılan müziğin dili hariç sol müzik grupları ile Kürt müzik grupları (komlar) arasında müzikal anlayış ve sanata bakış açısı anlamında ciddi farklılıklar göze çarpmaz.
1980 sonrasında ortaya çıkan hem Türk hem de Kürt müzik grupları öncelikle geleneksel müzikten beslenme eğilimi gösterirler. Bu durum, aslında “varlık”ın ispatı girişimidir. Kısa süre sonra kültür-sanatı, dolayısıyla da müziği devrim ya da mücadele pratiğine yardımcı olacak bir öğe olarak ele alırlar. Devrimci mücadeleyi yükseltecek, ona güç katacak bir yardımcı öğedir müzik. Grup/kom geleneği sol bakış açısının düşünsel yansımasıdır aslında. Mücadele ya da muhalefet tek başına bireyci bir karşı gelişle değil, komünist/sosyalist düşüncenin öne sürdüğü kolektif bir pratikle yapılabilir ancak.
Kürt müziği esas olarak “Kürtlerin sömürge bir halk olduğu” olgusundan hareketle şekillenmeye başlamıştır. Sanata biçilen misyon da, bu olgunun yarattığı reddiye ve asimilasyon yaklaşımına karşın “varlığını ispatlama ve koruma” kaygısıyla hareket etmiştir. Sanatsal ve kültürel soykırıma karşı bağımsız bir ulus yaratma perspektifinden hareket eden Kürt hareketi ve onun yoldaşı sanatçı, büyük oranda gerilla mücadelesinin öncülük ettiği bir duruşu ifade etmiştir. Yıllarca her türlü kültürel ve sanatsal değeri sömürülen, ötekileştirilen, talan edilen bir halkın yürüttüğü kurtuluş mücadelesinde müzik, devrim ve özgürlük adına yaygınlaşmak ve büyümek için bir propaganda ve ajitasyon aracı olarak işlev görür.
Sinan Gündoğar, “Muhalif Müzik” adlı kitabında sürece dair şu bilgileri veriyor: “1991 yılında Kürt kültürüyle ilgili çalışmalar yürütmek amacıyla ilk olarak İstanbul'da kurulan Mezopotamya Kültür Merkezi (MKM) farklı illerde de şubeler açtı. Koma Amed'in ilk albümünden sonra Koma Dengê Azadî "Hêvî" adlı ilk albümünü çıkardı. Halk Kültürü Araştırma ve Yaygınlaştırma Derneği bünyesinde çalışmalarına başlayan Koma Dengê Azadî, daha sonra, Stran Kültür Merkezi'nde faaliyetlerini sürdürdü. 1991 yılında Kürt dilinin kitap, gazete, albüm gibi alanlarda kullanılmasını yasaklayan "2932 sayılı yasanın kaldırılması" Unkapanı'ndaki birçok müzik firmasını Kürtçe albümler yapmaya itti. Bir aylık sürede 100’ü aşkın albümün çıkması, müzik firmalarının pazardan pay kapma yarışını ortaya koyuyordu. Kürtlerin kimlik mücadelesi ve buna karşı sürdürülen propagandanın en üst aşamaya vardığı 1992 yılı, Kürt kültürü genelinde ve Kürt müziği öznelinde, birçok ürünün ortaya çıktığı tarihtir. Bu tarihten itibaren ortaya çıkan albümleri, solo albümler ve müzik gruplarının albümleri olarak iki ayrı kategoride ele almak mümkündür. İkinci kategoride yer alan müzik gruplarının geçirdiği aşamalar, Türkiye'de yürütülen politik mücadelede kullanılan araçlar açısından daha çarpıcıdır. 12 Eylül sonrasındaki toplumsal muhalefet ve bunu örgütleyen sol hareketlerin, müziğe yükledikleri işlev doğrultusunda ortaya çıkan "müzik grupları" Kürt müziğinde de "kom"lar aracılığıyla yansımasını buldu. MKM'nin Kürt dili, edebiyatı, tarihi gibi konuların yanı sıra bünyesinde yeni müzik grupları kurması ve bunların albümlerini çıkarmasıyla birlikte grup müziklerinde büyük bir artış yaşandı. "Koma Mezrabotan, Koma Çiya, Agirê Jîyan, Koma Azad, Koma Rojhilat, Koma Rewşen..." MKM'de çalışmalarını sürdüren müzik gruplarından bazıları.”
1990'lardan itibaren serhildanların etkisiyle birlikte eylemliliği arttırmak amacıyla kültür-sanat etkinlikleri de birer ajitasyon ve propaganda aracı olarak görülür. Ajitasyon yönü ağır basan, kitlelerin duygu dünyalarını etkileyerek gerilla mücadelesine katılmaya çağıran, bununla birlikte tarih içerisinde oluşmuş, fakat inkârcı ve imhacı siyaset tarafından bastırılmış halk değerlerini yeniden canlandırmayı içeren bir çerçevede gelişir müzikal faaliyetler. Koma Amed’in Kulilka Azadî (Özgürlük Çiçeği) adlı şarkısı, bu özlemi ve bunun yarattığı duyguyu işler. Özgürlük Çiçeği, özgürlük yolunda solmuştur. Ancak dillere destan bir ölümdür bu.
“Kuça me kûr bişewite "Ocağımız derinden yansın
Tal û jahr bişewite Zehir zemberek yansın
Nemirina te deng dide Ölümsüzlüğünün sesidir duyulan
Çiyan û zinaran bira Dağlardan ve taşlardan kardeş
Tu kûlîlka azadî yî Sen özgürlük çiçeğisin
Strana welatê me yî Ülkemizin şarkısısın
Hespê şehî dibezî Şaha kalkmış at dörtnala koşuyor
Çiyan û zinaran bira Dağlara ve taşlara doğru kardeş
Ez diçim yan disekinim Giderim ya da kalırım
Pûç dibim yan zuha dibim Ya çürür ya da kururum
Ez bê te qet xwe nizanim Sensiz kendimi bilmezim
Xewn û xeyal bûme bira...” Hayal ve düş olmuşum kardeş...”
Bu dönemde gerilla mücadelesini yürüten PKK’nin sanatçıya biçtiği rollerden biri de şudur: “Sanatçılık partimizden ayrı olmamalı, sanatçı kendisini partimizin bir kolu, bir parçası olarak görebilmelidir.” Kültür-sanatı devletçi bir zihniyetle şekillendirme olarak nitelenebilecek bu söylem, daha sonra değişmekle birlikte bunun pratiğe geçirilmesi aşamasında ciddi bir gelişme kaydedilemediği söylenebilir.
1990’lardan itibaren müzik ve folklor başta olmak üzere, Türkiye’nin yanı sıra Avrupa'da da sanatsal etkinliklere girişilir. Bu tür etkinliklerin temel işlevi de yine savaşa bağlı olarak halk üzerinde örgütleyici ve halkı mücadeleye çekici bir rol oynamaktır. Öte yandan savaşın şiddetlendiği dönemlerde kültür-sanat etkinliklerinin ciddi bir ivme kazanamadığı açıkça gözlenebilir.
Kürt özgün müzik geleneği (Komlar), şarkı sözlerinde devlet faşizmine, katliamlara, yıkımlara, ölümlere, aşka değinmenin yanı sıra özgür bir dünyaya duyulan özlemi, geleneksel yapılardan da beslenerek işlerler. Bunu yaparken dört ülke arasında ayrım yapmaz. Çünkü Kürtlerin yaşadığı Suriye, Irak, İran ve Türkiye, Kürtleri ezmeye devam etmektedir. Nitekim Koma Çiya’nın Birînên Helepçê adlı şarkısı, bu dört ülkenin yaptığı katliamları hatırlatarak Kürtleri birlik ve beraberliğe davet etmektedir:
“Birînên Helepçê dîsa vebûn "Yine açıldı Halepçe’nin yaraları
Birînên Dêrsîmê Dersim’in yaraları
Birînên Zîlan Zîlan’ın yaraları
Birînên Kermanşah Kermanşah’ın yaraları
Dîsa vebûn Yine açıldı
Agirê li ser wê diweşiya Ateşleri yayıldı
Sîpan û Zagros, Gabar û Behdînan Sipan ve Zagros, Gabar ve Behdinan
Cudî hey lo lo lo lo Cudi, hey lo lo lo lo
Ji bilindbûna xwe fedî dikir Yüceliğinden utanır oldu
Birînên Hewlêrê dîsa vebûn Yine açıldı Hewlêr’in yaraları
Birînên Amûdê Amûdê’nin yaraları
Birînên Rewandûz Rewandûz’un yaraları
Birînên Amedê Amed’in yaraları
Dîsa vebûn…” Yine açıldı…"
Amaç, haklar ve özgürlükler üzerinden muhalif duyarlılığa vurgu yapmaktır. Geleneksel şarkıların yanı sıra, çeşitli sentezleme denemelerinin de öne çıktığı özgün müzik tarzı, hüzünlü ama direngen bir üsluptan yola çıkarak özgürlük mücadelesi yürüyüşünde yapılan sanata, çoğu zaman “yardımcı” hatta ajitatif/propagandist söylem ve tınılarla bir rol biçer. Silahlı mücadele dönemlerinde giderek sertleşen bu mod, nasıl söylendiğinden ziyade ne söylendiğinin öne çıkmasıyla “militan müzik” şeklinde de tanımlanabilir.
Kom müziğinin amacı, varlığı ve yokluğu adına söz söyleyenlerden bu sözü ve sazı alıp kendisinin söylemesi ve çalmasıdır. Devletin sazı da sözü de kendi çalıp söyleme geleneğine karşı bir duruş örgütlenmeye çalışılmıştır. Kom müziği, devletin söylettiği, hatta zorla ezberletmeye çalıştığı marşların yerine Kürt mücadelesinin marşlarını, şarkılarını ve söylemlerini koymuştur. Olan ve biten hakkında sistemin söyleminden farklı olarak ayrı bir “olan ve biten” algısı ile hareket edilmeye çalışmışlardır. Diğer bir deyişle devletin elindeki inkârcı pusula alınmaya çalışılmış, Kürt halkına farklı bir yolun olduğu gösterilmeye çalışılmıştır. Artık gidilecek yeri, devlet değil Kürt halkının kendisi tayin etmelidir. Türkü ile kilam (şarkı) arasındaki savaşta Kom müzisyenleri kendi kilamlarını kendileri söylemek istemektedirler artık. Verili ideolojiye karşı kom geleneği kendi ideolojisi doğrultusunda hareket eder.
Devletin Kürtler için icat ettiği tanım ve kimliklere karşı Kom müziği kendi tanımını yapmaya, kimliğini inşa etmeye çalışmıştır. “Biz kimiz” için devletin yaptığı tanımlardan kurtulmaya; devletin soruya verdiği “Türksünüz” cevabına “hayır Kürdüz” diyebilmektir. Bu milliyetçi bir anlayıştır kuşkusuz ki. Fakat Kürt hareketi, bu milliyetçiliğe ezilen ulus milliyetçiliği demektedir. Bu doğrultuda kom geleneği Kürt halkını silkinip kendine gelmeye, ötekileştirmeye, Türkleştirmeye karşı gelmeye çağırmaktadır. Bu haksız savaşta devlet asker sayısı itibariyle ve teknolojik anlamda güçlü olan taraftır; ancak Kürtlerin de gerillası vardır. Gerillanın destansı mücadelesi şarkı sözlerine konu edinmeli, halka mücadele azmi zerk edilmelidir. Zafer, ancak bu şekilde mümkün olacaktır. Koma Rewşen’in Asîyên Tebaxê adlı şarkısı buna iyi bir örnektir. Ağustos ayı sıcağında mücadele eden dört “asi” Kürt savaşçısına adanmıştır bu şarkı. Savaşın şiddetine doğanın kendisi tanıklık eder. Dört arkadaşın dört bir yanı sarılır. Ağustos asileri, özgürlük yolunda direnerek ve çarpışarak yıldızlara karışırlar. İdeal olan da budur. Mesaj bellidir; özgürlük yolunda Kürt gençleri canlarını feda etmekten çekinmemelidir.
"… Ew betona stûr li ser sîngê wan bû
"... Göğüsleri üzerinde bir beton oldu o
Hestiyên xwe avdan û ji agir peyda bûn
Kemiklerini dinlendirdiler ve ateş başladı
Berf heliya, beton riziya, agir hejiya
Karlar eridi, beton çatladı, ateş yağdı
Gav bi gav, roj bi roj
Adım adım, gün gün
Ezman çiriya, çîrok qediya
Gökyüzü gürledi, masal sona erdi
Û hatin hatin hatin hatin
Ve geldiler, geldiler, geldiler, geldiler
Asîyên tebaxê swarên liser bayê brûsk
Ağustos asileri, şimşeklerin rüzgârına bindiler
Asîyên tebaxê swarên li ser bayê brûsk"
Ağustos asileri, şimşeklere rüzgârına bindiler"
Romantik bir bakış açısıyla bu mücadele iyi (ezilen) ile kötü (ezen) arasındaki bir mücadeledir. Kürt halkı, iyinin yanında yani ezilenler adına mücadele yürüten gerillayı bağrına basmalıdır. Bu anlamda cesaret, akıl ve savaşkanlığın temsilcisi gerillanın yaptığı savaşın amacı doğru algılanmalıdır. “Biz”i itip kakanlara, ezenlere, öldürenlere, toprağımızı postallarıyla çiğneyenlere karşılık verilmelidir. Bu dönemde Kürtler Demirci Kawa efsanesinin felsefesini sahiplenmeye davet edilir. Onların Ergenekonu, Alp Er Tungası varsa bizim de Demirci Kawamız vardır denir. Onların Bâkisi, Fuzulisi varsa bizim de Ehmedê Xanimiz, Feqiyê Teyranımız, Melayê Cizirimiz var denir. Beynimizi, bayramlarımızı, şarkılarımızı, dilimizi kemirenlere karşı Kom sanatçısının görevi varolan başkaldırıyı Newroz ateşiyle taçlandırmaktır. Adarê, bu başkaldırının simgesel şarkılarından biridir. Geleceğe duyulan özlemi anlatır. İlkbahar, kışın aksine yeni, özgür ve renkli bir hayatı temsil eder. Kürt halkı, üstüne inşa edilen buz tabakasını kırıp başkasının kışında değil kendi ülkesinin baharında yaşamaya davet eder.
“Çûme serê çîyayê Gabar "Gabar dağına gitmişim
Kulîlk vebûn nexşa bihar Baharın müjdecisi çiçekler açtı
Êdî bes e zilma neyar Yeter artık düşmanın zulmü
Gelek xweş bû şahiya Adar Mart sevinci çok güzeldi
Adarê, xweş Adarê, kulîlka ber biharê Mart, güzel Mart, baharın çiçeği
Me ne zordestî, kevneperestî Bize ne zorlama ne de zorbalık
Me ne zilm û koledarî Bize ne zulüm ne de kölelik
Adarê, xweş Adarê, kulîlka ber biharê...” Mart, güzel Mart baharın çiçeği..."