Hatay'ın Samandağ ilçesine bağlı olan Vakıflı köyü, Türkiye'nin yaşayan tek Ermeni nüfuslu köyü olması nedeniyle özellikle son yıllarda, oldukça ilgi gören bir köy. Her yıl Ağustos'un ikinci haftasında köyde "Surp Asdvadzadzin" adı verilen bağbozumu festivali düzenleniyor. İstanbul'daki Vakıflı Köyü Derneği de her sene festival zamanında, genel olarak Hatay-Samandağ bölgesini içeren 3-4 günlük bir gezi düzenliyor. Bu yazı, 2005 yılında bölgeye yapılan gezinin alan çalışması notlarından derlenmiştir.

Musadağ

Samandağ; yüz yıllardır Sünni, Alevi ve Hıristiyan Arapların, Türkmenlerin ve Ermenilerin bir arada yaşadıkları çokkültürlü bir coğrafya. Fakat 1915'te yaşanan tehcir Anadolu'nun pek çok yerinde olduğu gibi Samandağ'da da siyasi, toplumsal ve kültürel dokuyu önemli ölçüde etkilemiş. Bugünkü isimleri ile Yoğunoluk, Bityas, Kebusiye, Hıdırbey, Hacıhabipli, Azir ve Vakıflı birbirine komşu 7 eski Ermeni köyü, fakat bugün sadece bir tanesinde Ermeni nüfusundan söz edilebiliyor.[[dipnot1]] Tur rehberimiz, aynı zamanda İstanbul'daki Vakıflı Köyü Derneği başkanı olan Mishak Abi'nin ve Vakıflı köyünden görüştüğümüz diğer kişilerin anlattıklarına göre 1915 öncesinde bu köylerin toplam nüfusu altı bini geçiyormuş. 1915'te bine yakın kişi savaş koşullarında yaşamayı tercih etmeyip can güvenliği arayışıyla göç etmiş. Yaklaşık beş bin kişi ise evlerini terk etmek zorunda bırakılmış ve uygulanan sistematik şiddetten kaçıp hayatta kalabilmek için Musadağ'ın Damlacık tepesine sığınmış. Musadağ'da yaşanan 40 günlük direnişten sonra, şans eseri bir Fransız askerî gemisi ile irtibat kurup Mısır'daki Port Said limanına kaçabilmişler. Üç yıl boyunca, Port Said liman kentindeki çadırlarda yaşamışlar. Birinci Dünya Savaşı'nın 1918 yılında sona ermesiyle birlikte Musadağ bölgesi Fransız yönetimine geçmiş. Musadağlılar topraklarına geri dönmüşler ve 1939'a kadar Fransız egemenliğinde yaşamışlar. 1939 yılında Hatay Cumhuriyeti kurulmuş ve yapılan referandum sonrasında Hatay, Türkiye Cumhuriyeti'ne katılmış. O dönem için Hatay'da yaşayan Ermeniler, geçmişte yaşanan o zor günlerin hafızalardan silinmemiş olması ve Türkiye Cumhuriyeti çatısı altında o günlerin tekrar yaşanabileceğine dair endişeleri nedeniyle ülkeyi terk etmişler. Çoğu Beyrut'un Ancar bölgesine ve Ermenistan'a göçmüş. Musadağ'da yaşayan –çoğu Vakıflı köyünden- 70 aile ise topraklarından ayrılmayıp Türkiye'de yaşamaya devam etmişler. Bölgede kalan Ermenilerin hepsi Vakıflı köyünde toplanmış ve bugün halen orada yaşıyorlar. Diğer Ermeni köylerine ise Türkmenler yerleştirilmiş.

Vakıflı Köyü

Vakıflı, 1940'lı yıllarda bölgenin en büyük köyü imiş fakat köyde şu an sadece 140 kişinin yaşadığı söyleniyor. Köyde yaşayanların hepsi Ermeni, fakat cemaat dışı evliliklere dair bir kısıtlama da söz konusu değil. Ermeni-Sünni ya da Ermeni-Arap evlilikleri olmuş. Köyün yaş ortalaması ise yaklaşık olarak 60. Gençlerin, eğitim ya da iş imkânları dolayısıyla büyük şehirlerde yaşamayı tercih ettikleri söyleniyor. Köyde 15 çocuk yaşıyor ve bu çocuklar okul olmadığı için Samandağ'daki okula gidiyorlar. Köyden göçmüş olanların çoğu her sene özellikle yaz aylarında köyü ziyaret ediyorlar ve yazları köyün nüfusu 2–3 katına çıkıyor. Köyde Ermenice ve Türkçe konuşuluyor fakat köyde yaşayanların pek çoğunun çevre köyler ve Hatay'daki yoğun Arap nüfusu nedeniyle Arapça da bildiği söyleniyor. Panos Kartun, diğer bölgelerden gelen Ermenilerin, farklı bir diyalekt olduğu için, Vakıflı'da konuşulan Ermeniceyi anlamadıklarını söylüyor.

Vakıflı halkının temel geçim kaynağı organik tarım ve Vakıflı, Türkiye'de 2004 yılından bu yana organik tarımı uygulayan ilk köy. Aslen narenciye yetiştiriliyor. Köylüler, 2004 yılında yapılan 1000 tonluk ihracatın sonucunda "İhracatın Yıldızları" ödülünü almışlar (Arslan: 2005). Fakat yine de satışlardan memnun değiller, köyün muhtarı Berç Kartun fiyatların çok düşük olduğunu söylüyor.

Köyün 1997 yılında restore edilmiş oldukça bakımlı bir kilisesi var; Meryem Ana Kilisesi. Fakat kilisenin papazı yok, gerektiği zamanlarda İstanbul'dan papaz çağırılıyor, özel günlerde ise Patrikhane köye papaz gönderiyor.

Köyün kahvesinde muhtar ve diğer köylülerle yaptığımız sohbet esnasında tesadüfen köyün 91 yaşındaki en yaşlı üyesi Avedis Demirci geliyor yanımıza. Kendisiyle de sohbet etme şansı buluyoruz. İnsanların köyü terk etmelerinden ve dolayısıyla köyün nüfusunun azalmasından çok şikâyetçi Avedis Amca. Köyün eski halinden bahsediyor bize uzun uzun ve birdenbire bu ülkede bir Ermeni olarak yaşadığı ayrımcılığı örnekleyen anekdotlar anlatmaya başlıyor. 7 eski Ermeni köyünden biri olan Yoğunoluk'taki yıkık kilisenin üstüne cami yapılmış olmasından duyduğu üzüntüyü dile getiriyor. Sonra diğer bir köyde yıkılan kilise için şunları söylüyor:

"Bırakmadılar, kiliseyi de yıkıp cami yaptılar. Halbuki kilisenin yanında olsaydı cami, olmaz mıydı? İkisi de ibadet yeri."

Avedis Amca, sohbet sırasında arada bir devlet büyüklerine kızgınlığını dile getirdiğinde kahvede oturan birkaç kişi Avedis Amca'nın bunları anlatmasından huzursuz olup "anlatma bunları, gerek yok" anlamına gelecek şeyler söylüyorlar. Avedis Amca ise söylediklerinde bir sorun olmadığını ifade eden mimiklerle onlara Ermenice cevap veriyor ve devam ediyor anlatmaya. İsmet Paşa'nın köyü ziyarete geldiği günü şöyle anlatıyor:

"Ben İsmet Paşa'nın elini öpmeye gittim, bırakmadılar beni Ermeniyim diye. Paşa gelmiş, biz hepimiz bu bayrağın altında yaşıyoruz, sen öpüyorsun, ben de gidip onun elini öpecem. 'Yok!!! Sen Ermenisin, çekil geri…' Oldu mu bu? Cumhuriyet mi bu?"

Yıllar sonra ise bu kez Erdal İnönü gelmiş köyü ziyarete ve köyün büyüğü olarak Avedis Amca'nın Erdal Bey'i ağırlamasını istemişler:

"Şimdi bizim oğlan telefon etti; baba dedi Erdal İnönü geliyor yanınıza. Erdal Bey'in ne işi var benim yanımda? Ben siyasi adam değilim ki… Akşam yemeği yiyorduk, birden telefon çaldı. Alo!.. Baktım, Antakya Belediye Reisi İriz Hanım, 'Avedis Efendi…' –Efendi de olduk… J- 'Erdal Bey geliyor, biraz ilgi gösterin' dedi. Dedim yanıma geldikten sonra kovacam mı? Tabi ilgilenirim…"

Vakıflı köyü son yıllarda, özellikle Avrupa Birliği süreçleriyle birlikte, Türkiye'de yaşayan tek Ermeni köyü olması nedeniyle çok popüler olmuş. Özellikle gazetecilerin ve siyasetçilerin çok sık ziyaret ettiği bir köy haline gelmiş. Avedis Amca köyün en yaşlısı olduğu için köye gelen herkes kendisiyle mutlaka görüşmek istiyormuş. Zaman zaman bu ziyaretlerin amaçsızca yapıldığını, gazetecilerin söylemediği şeyleri yazdıklarını söylüyor ve kendisinin de yorgun düştüğünü itiraf ediyor.

Yine köyün en eskilerinden olan Panos Amca, 2005 yılında Hürriyet gazetesine verdiği bir röportajda şunları söylüyor:

"Sesim güzel olduğu için beni ilahi korosunda muganni yaptılar. Açık söyleyeyim Hıristiyanlığa itikadım o kadar kuvvetli değil. Tek itikadım insanlığa. Henüz umudumu da kesmiş değilim. Neden, diyeceksin. Allah, insana diğer mahlûklarda olmayan bir kudret, yani akıl ihsan eyledi. Akıl tek başına tehlikeli olduğundan yanına bir de vicdan yani merhamet ekledi. Akıl, insanı insan yapan tek özellik olsaydı Firavun da, Nemrut da, Hitler de akıllıydı. İnsanların kaynaştıkça zenginleştiği bir dünya yarattı. Misal, Amerika'dan bir İnkalıyı getirelim Avrupa'ya, bir beyazla halvet edelim, döl alıyoruz, çocuk çıkıyor ortaya. Üstelik melezleştikçe de güzelleşiyor. İşte benim umudum da burada. Biz ruhlarımızı, renklerimizi muhafaza ederek birleşir ve ortaya yeni bir akılla vicdan çıkarabiliriz. Türklerle Ermeniler 1915'te uğursuz bir bahar yaşadı. Her şey geçmişte kaldı, unutmalı ve yeni bir zamana başlamalıyız. Aklımızla ve vicdanımızla..." (Kalkan 2005)

Kahvedeki sohbetimizde görüştüğümüz diğer kişilerin de ortak söylemleri; yüzyıllardır bu topraklarda beraber yaşadığımız, kimsenin birbiriyle derdi olmadığı ve siyasilerin yapay gündemlerle yarattıkları huzursuzluğu yaşamak istemedikleri yönünde oluyor. Temelde bazı tartışmaların tarihçilere bırakılması gerektiğini düşünüyorlar.

Surp Asdvadzadzin Festivali (Meryem Ana Festivali)

Surp Asdvadzadzin ya da Meryem Ana Yortusu, her yıl Ağustos ayının ikinci haftasında, bağbozumu zamanında geleneksel bir seremoni olarak kutlanıyor. Vakıflı köyü halkı festival zamanı İstanbul'dan ve Türkiye'nin diğer bölgelerinden, Ermenistan'dan, Lübnan'dan, Amerika'dan ve daha pek çok bölgeden gelen misafirleri ağırlıyor. Ermeniler Ağustos ayının ikinci Pazar gününe kadar üzüm yemezler, bağbozumu yapmazlarmış. Üzüm ancak bu tarihlerde olgunlaştığından ve mahsulün daha önce ziyan olmaması için bu tarihten önce üzüm yemek dinî olarak yasakmış. Dolayısıyla bağbozumu bir festival olarak kutlanıyor. Bu geleneğin, Hıristiyanlık öncesinde, Paganizmden geldiği söyleniyor. Adağı olan kişiler kurban kesiyorlar ve kesilen koyun etleriyle festivalin sembolik yemeği olan Herisa ya da keşkek –parçalanmış etlerle kaynatılmış buğday- pişiriliyor. Ayinden önceki gece, köyün meydanında bütün köylülerin ve dışarıdan gelenlerin katıldığı bir gece düzenleniyor. Bu gecede, kilisenin bahçesinde yan yana 7 tane kazan kuruluyor. Bir sonraki gün ayin sonrasında verilecek olan herisa bütün gece nöbetleşe, köylüler tarafından bu 7 kazanda kaynatılıyor. 7 sayısının sembolik bir anlamı var. Her bir kazanın daha önce bölgede yaşayan 7 Ermeni köyünden birini temsil ettiği söyleniyor. Aynı gelenek, Beyrut'un Ancar kasabasına göçmüş olan Musadağlılar tarafından da sürdürülüyor, fakat onlarda 1915'te Musadağ'da geçirilen 40 günün anısına 40 tane kazanın kaynatıldığı biliniyor (Şengül 2005: 230).

Festival gecesi için komşu köyden davul-zurnacılar çağrılıyor ve gece boyu davul-zurna eşliğinde dans ediliyor. Eskiden köyde çok yetenekli davul-zurna icracılarının olduğu söyleniyor fakat bugüne kimse kalmamış. Çevre köyden gelen Hıristiyan Arap müzisyenlerin eşliğinde eğleniliyor. Dolayısıyla çalan müzik, İstanbul'da dinlediğimiz Ermenistan tandanslı müziklere ya da Anadolu barlarına pek benzemiyor. Müzisyenler bölgeye has 6–7 farklı temadan ya da şarkıdan oluşan enstrümantal repertuarı gece boyunca tekrarlayarak çalıyorlar. Geceye Ağır Hava ya da Karşılama adı verilen geleneksel bir dans parçasıyla başlanıyor. Dansa, köyün bu dansı en iyi icra eden kişisi başlıyor ve öncelikle köyün yaşlı erkekleri dans ediyorlar. Daha sonra kadınlar da dansa katılıyor. Sonrasında da ritim hızlanıyor ve Şaşkın gibi, bilinen Arap ezgileri ile gece coşkulu bir şekilde devam ediyor. Fakat her yarım saatte bir tekrar Ağır Hava ya da Karşılama'ya dönülüyor. Bir süre sonra 6 yaşında bir çocuk, kendi boyuna uygun küçük bir davul ile müzisyenlere eşlik etmeye başlıyor. Enstrümanına ve gecede çalınan repertuara oldukça hâkim olduğu dikkat çekiyor. Çevredekilerden, çocuğun Vakıflı köyünden olduğunu, davul çalmaya çok meraklı olduğundan, zaman zaman Arap müzisyenlerle çevre köylere çalmaya gittiğini öğreniyoruz. Şu an için kendisi, Vakıflı köyünde yetişen son müzisyen olma unvanına da sahip.

Davul-zurnacıların yemek yemek ve dinlenmek üzere ara verdikleri sırada, köyün çocuk korosu sahne alıyor ve Ermenice şarkılar söylüyor. Sonrasında ise İstanbul'dan gelen misafirler olarak - akşam köye gitmeden önce otelde aldığımız provanın verdiği rahatlıkla- hazırladığımız best of Ermenice şarkılar repertuarını Hayko Abi'nin akordeonu eşliğinde sergiliyoruz. Tabi geceye damgasını vuran şarkı, her yarım saatte bir çalınıp söylenen, hatta gezi boyunca bir müzik ortamı kurulduğu anda ilk söylenen ve herkesçe bilinen "Hala Hala Ninnoyi" oluyor. Hala Hala Ninnoyi, köyün milli marşı olarak da tanıtılabilecek olan, Vakıflı köyü Ermenicesiyle söylenen bir şarkı. Ezgisel olarak yine çok bilinen ve Diyarbakır ağzıyla söylenen Es Kişer Hampartsum e'nin bir varyantı. Bu iki parça Knar'ın "Anadolu Ermeni Halk Müziği" albümünde de örneklendirilmiş. Aşağıdaki transkripsiyon, Vakıf köylü Panos Kartun'un sesinden notaya alınmıştır. Transkripsiyonun Batı notasyonu ile yazılmış olduğunu fakat bazı ses aralıklarının tampere olmadığını, daha dar ya da geniş aralıklarda söylendiğini belirtmek gerekiyor. Bunun dışında şarkının sözleri 10–15 farklı dörtlükle okunuyor, burada en bilinen ilk dörtlüğüne yer verilmiştir.

Festival gecesinin ertesi sabahında ise kilisede ayin yapılıyor, kilise bahçesinde söylenen ilahilerin eşliğinde üzümler kutsanıyor. Ayinde okunan ilahilerin metinlerinin Krapar adı verilen eski Ermenice ile yazıldığı ve ezgilerinin her yerde aynı olduğu, İstanbul'da ya da Ermenistan'da da -ufak değişiklikler dışında- benzer şekli ile okunduğu söyleniyor. Ayin bitiminde kutsanmış üzümler dağıtılıyor ve önceki gece pişirilen keşkekle birlikte yeniyor.

Köyden ayrılmadan önce, Vakıflı'da yaşayan tek müzisyen; zurna icracısı ve aynı zamanda muganni (şarkı söyleyen kişi) olan Panos Çapar ile görüşmek istiyoruz. Eşinin rahatsızlığı nedeniyle kendisiyle ayrıntılı bir görüşme yapamasak da bizi kırmıyor ve iki saplı zurnasıyla bize birkaç şarkı çalıyor. İlk çaldığı şarkı tabi ki Vakıflı'nın milli marşı olarak bilinen Hala Hala Ninnoyi. Sonrasında şaşırtıcı bir şekilde daha önceden Esma Redzepova'dan dinlediğimiz ve bir Trakya şarkısı olarak bildiğimiz Oğlan Oğlan Kalk Gidelim adlı şarkıyı, arkasından da yine Anadolu'nun pek çok yerinde bilinen Bir Dalda İki Kiraz şarkısını Vakıflı repertuarı olarak kendisinden dinliyoruz. İstanbul'a döndükten sonra Vakıf köylü olup İstanbul'da yaşayan Panos Kartun ile yaptığımız görüşmede, bu iki şarkının sözlü versiyonunu dinleme fırsatımız da oluyor. Bu iki şarkının da anlam itibariyle Türkçe sözlere çok benzeyen Ermenice sözleri (Dğa Dğa ve Şarjır Şarjır) olduğunu öğreniyoruz.

Festival bitip eve dönüş vakti geldiğinde, burnumuzda 'Mayıs' portakalı kokuları ile köyden ayrılırken, Werfel'in Musa Dağ'da Kırk Gün romanında bahsettiği şarkı aklıma geliyor. Musa Dağ'daki 7 köyün insanlarının çalışırken söyledikleri "Gelen ve Giden" adlı Ermenice bir şarkıdan söz ediyor Werfel (1997:174-175). Biz o şarkının izlerini bugün Vakıflı'da bulamasak da neler anlattığını Musa Dağ'ı gördükten sonra daha iyi anladık…

Kara günler gelip geçer

Gelip geçen kış günleri gibi

Uzun sürmez acıları insanların

Gelip giden yolcuları gibi hanın

Zulüm, kan, halkın kırbaçlanması

Gelip geçen kervanlara benzer

Filiz sürer insanlar bahçesinde dünyanın

İster banotu, ister sakız ağacı gelip gider

Güçlü gururlanmasın, sararıp solmasız güçsüz

Durmadan değişir hayat, gelen ve giden gibi

Sonsuz ışığıyla parıldar güneş ürkmeden

Sunağın üstündeki bulutlar gibi geçip giden

Kaynaklar:

- Arslan, Yavuz Adem. 2005, 25 Haziran. "Son Ermeni Köyü: Vakıflı" Aksiyon Haftalık Haber Dergisi. Sayı 55.
- Bortaçina, Azer. 2000, 5 Eylül. "Dinler Mozaiği" Milliyet Yaşam Gazetesi.
- Kalkan, Ersin. 2005, 1 Ağustos. "Türkiye'nin tek Ermeni Köyü Vakıflı" Hürriyet Gazetesi.
- Şengül, Hüseyin. 2005. Bir Gezi, Bin Renk. İstanbul: 5N ARTI 1K Yayınları.
- Werfel, Franz. 1997 (1933). Musa Dağ'da Kırk Gün. İstanbul: Belge Yayınları.