Enerji zengini Ortadoğu’da yalnızca iki ülke kendilerini Washington’un temel taleplerine tabi kılmadılar: İran ve Suriye. Dolayısıyla her ikisi de düşmandır, İran çok daha önemli bir düşmandır.

Soğuk Savaş sırasında bir norm olduğu gibi, sudan bahanelerle kuvvete başvurmak, baş düşmanın habis etkisine karşı bir tepki olarak haklı gösterilir. Hiç de şaşırtıcı olmayan bir biçimde, Bush’un Irak’a daha fazla birlik göndermesiyle birlikte İran’ın Irak’ın içişlerine karıştığı yolundaki hikayeler ortaya atılmaya başladı –sanki Irak, Washington’un dünyayı yönettiği yolundaki örtük varsayım dahilinde, dış müdahaleden azade bir ülkeydi.

Washington’da hüküm süren Soğuk Savaş zihniyeti içinde Tahran, İran’dan Lübnan’daki Hizbullah’a uzanan ve Irak’ın güneyindeki Şii bölgeleri ve Suriye’yi kapsayan Şii hilalinin tepe noktası olarak resmedildi. ABD yine hiç de şaşırtıcı olmayan bir şekilde, bir yandan Irak’ta “akın” harekatına girişip, İran’a karşı tehdit ve suçlamalarını tırmandırırken, diğer taraftan da gündemi Irak’la sınırlı olan –hatta, Irak’ta ABD amaçlarına ulaşmakla sınırlı olan– bir bölgesel güçler konferansına katılmak yönünde kindar bir istek duyuyor.

Öyle görünüyor ki Washington, diplomasi yönündeki bu asgari jest ile, İran’a saldırmak üzere kuvvet konuşlandırarak tırmandırdığı saldırganlığın, düzenli provokasyonların ve tehditlerin neden olduğu korku ve kızgınlığı yatıştırmayı amaçlıyor.

ABD için Ortadoğu’daki temel mesele, eşi benzeri olmayan enerji kaynaklarının etkin denetimi olagelmiştir ve hâlâ da öyledir. Erişim ikincil bir meseledir. Petrol bir kez denizlere ulaştığında oradan her yere taşınabilir. Denetim küresel hakimiyetin bir aracı olarak kabul edilmektedir.

İran’ın “Şii hilali” üzerindeki etkisi ABD denetimine meydan okuyor. Coğrafyanın bir hikmeti olarak dünyanın en büyük petrol kaynakları ve en büyük doğal gaz rezervlerinin bazıları, çoğunlukla Ortadoğu’nun Şii bölgelerinde bulunuyor: Güney Irak ve Suudi Arabistan’ın ve İran’ın Güney Irak’a yakın bölgeleri. Washington’un en büyük kabusu, dünyadaki petrolün çoğunu denetimi altında bulunduracak, ABD’den bağımsız, gevşek bir Şii ittifakının kurulmasıdır.

Böyle bir blok, eğer kurulursa, Asya Enerji Güvenliği Ağı’na ve Çin merkezli Şangay İşbirliği Örgütü’ne (ŞİÖ) bile katılabilir. Zaten gözlemci statüsünde olan İran, ŞİÖ’ye kabul edilecektir. Hong Kong’ta yayınlanan South China Morning Post gazetesi 12 Haziran 2006’da şu haberi geçiyor: “İran Devlet Başkanı Mahmut Ahmedinejad, Şangay İşbirliği Örgütü’nün yıllık toplantısında, ülkesi nükleer programı nedeniyle eleştirilirken, teşkilata üye ülkelerin diğer ülkelere karşı birleşmeleri çağrısında bulunarak tüm dikkatleri üzerine topladı.” Bu arada Bağlantısızlar hareketi, İran’ın nükleer programını sürdürmesinin “vazgeçilmez hakkı” olduğunu teyit ederken, Orta Asya ülkelerini de içeren ŞİÖ, ABD’ye, “tüm üye ülkelerde bulunan askeri tesislerini çekmek için bir tarih vermesi” çağrısında bulundu.(1)

Eğer Bush planlamacıları buna yaparlarsa, ABD’nin dünyadaki güçlü konumunun altını ciddi şekilde oymuş olacaklardır.

Washington için Tahran’ın en büyük suçu boyun eğmemesi idi, bu 1979’da Şah’ın devrilmesi ve ABD Büyükelçiliği’ndeki rehine krizine kadar gider. ABD’nin İran’da, bundan önceki yıllarda oynadığı zalim rol, tarihten silinmiştir. İran’ın boyun eğmemesine misilleme olarak Washington, Saddam Hüseyin’in İran’a karşı binlerce kişinin ölümüne ve ülkenin yerle bir olmasına yol açan saldırganlığını destekledi. Daha sonra cani yaptırımlar geldi ve Bush yönetimi ile birlikte, doğrudan saldırı tehditleri arttırıldı ve İran’ın diplomatik girişimleri reddedildi.

Geçen Temmuz (2006) İsrail Lübnan'ı işgal etti; 1978'den beri beşinci kez. Daha önce olduğu gibi bu saldırganlıkta da ABD desteği hayati önemdeydi ve işgal Lübnan halkına yine felaket getirdi. ABD-İsrail ortak işgalinin bahaneleri arasında, Hizbullah roketlerinin İran'a yönelik potansiyel bir ABD-İsrail saldırısında caydırıcı olabileceği de vardı.

Onca savaş tehdidine rağmen, Bush yönetiminin İran'a saldırmasını pek muhtemel görmüyorum. Dünya kamuoyu böyle bir saldırıya şiddetle karşı. Amerikalıların yüzde 75’i İran’a karşı askeri tehdit yerine diplomasiyi tercih ediyor. Daha önce de değindiğim gibi, Amerikalılar ve İranlılar nükleer meselelerde büyük ölçüde hemfikir. Terörsüz Yarınlar adlı kuruluşun yaptığı anketler şunu gösteriyor: “İran’ın Şii nüfusu ile etnik olarak çeşitlilik arz eden Arap, Türk ve Pakistanlı komşularının çoğunlukla Sünni nüfusları arasındaki tarihsel düşmanlığa rağmen, bu halkların büyük bir yüzdesi nükleer silahlara sahip bir İran’ı, Amerika’nın askeri müdahalesine tercih edeceklerini ortaya koymuştur.” ABD ordusunun ve istihbarat birimlerinin de bir saldırıya karşı olduğu görülüyor.

İran kendisini ABD saldırısına karşı savunamaz, ama başka yollardan karşılık verebilir. Bu yollar arasında Irak'taki kargaşayı daha da kışkırtmak da var. Bazıları çok daha vahim uyarılarda bulunuyor. Bunlar arasında saygın bir Britanyalı askeri tarihçi olan Corelli Barnett de var. “İran'a karşı bir saldırının III. Dünya Savaşı’na yol açabileceğini” söylüyor.

Bush yönetimi, Katrina kasırgası sonrası-New Orleans’tan Irak’a kadar, elini attığı her yerde bir felakete yol açıyor. Felaketten kurtulma telaşı ile daha büyük felaketlere girme riskini göze alabilir.

Bu arada Washington İran’ı içerden istikrarsızlaştırmaya çalışıyor olabilir.(2) İran’daki etnik karışım karmaşıktır; nüfusun çoğunluğu Farsi değildir. Ayrılıkçı eğilimler mevcuttur ve Washington’un buraları karıştırması muhtemeldir–örneğin Basra Körfezi’nde İran petrollerinin yoğunlaştığı Kuzistan eyaletinde çoğunluk Farsi değil Arap’tır.

Tehditlerin tırmandırılması aynı zamanda başkaları üzerinde, ABD’nin İran’ı ekonomik ablukaya alma çabalarına katılmaları yönündeki baskının artmasına da hizmet edebilir. Bunun Avrupa üzerinde etkili olacağı tahmin edilebilir. Öngörülen ve belki de amaçlanan bir başka sonuç da İran liderliğini mümkün olduğu kadar sert ve baskıcı olmaya zorlamaktır. Bu, Washington’un taktiklerini sert bir şekilde protesto eden İranlı cesur reformcuların altını oyarken, ülkede kargaşayı ve belki de direnişi kışkırtacaktır. Liderliği şeytanlaştırmak da gereklidir. Batı’da İran Devlet Başkanı Mahmut Ahmedinejad’ın her hiddetli beyanatı kuşkulu bir şekilde tercüme edilerek hemen manşetlere taşınıyor. Ancak gayet iyi bilindiği üzere Ahmedinejad’ın dış politika üzerinde hiç bir denetimi bulunmuyor. Dış politika, Ahmedinejad’ın amiri olan Ruhani Lider Ayetullah Ali Hamaney’in ellerinde.

ABD medyası Hamaney’in beyanatlarını, özellikle de bunlar uzlaşmacı beyanatlarsa göz ardı etme eğiliminde. Örneğin, Ahmedinejad’ın İsrail’in var olma hakkı olmadığını söylemesi çok yaygın bir şekilde haber edildi, ancak Hamaney şunu söylediğinde sessizlik hakim oluyor: İran “İslam-Arap meselelerinin en önemlisinde, yani Filistin meselesinde Arap ülkeleri ile ortak görüştedir”. Bunun anlamı, İran’ın Arap Birliği’nin pozisyonunu kabul etmesidir: ABD ve İsrail’in neredeyse tek başlarına direndikleri iki devletli çözüme dayalı uluslararası mutabakat dahilinde, İsrail’le ilişkilerin tamamen normalleştirilmesi.(3)

Irak’ın ABD tarafından işgal edilmesi İran’a, nükleer bir caydırıcı güç geliştirme yolunda ders verdi. İsrailli askeri tarihçi Martin van Creveld, Irak’ın ABD tarafından işgal edilmesinden sonra, “İranlılar nükleer silah imal etmiyorlarsa aptal olmalılar.” diye yazıyor. İşgalin verdiği mesaj açık ve seçik olarak şudur: ABD, hedefi savunmasız olduğu sürece istediği zaman saldıracaktır. İran şimdi Afganistan, Irak, Türkiye ve Basra Körfezi’ndeki ABD askeri güçleri tarafından çevrelenmiştir. ABD’nin desteği sayesinde nükleer silah sahibi olan Pakistan’a, özellikle de bölgesel süper güç olan İsrail’e çok yakındır.

Daha önce tartışıldığı gibi, İran’ın önemli meseleleri müzakere etmek yönündeki çabaları Washington tarafından reddedildi ve ABD saldırı tehdidini geri çekmediği için AB ile İran arasında varılan anlaşmanın altı göründüğü kadarıyla oyuldu. İran’ın nükleer silah geliştirmesini–ve bölgede savaş geriliminin tırmanmasını–önlemek için duyulan samimi bir ilgi Washington’un, AB anlaşmasını hayata geçirmesine, anlamlı bir müzakere sürecine girmeye razı olmasına ve İran’ı uluslararası ekonomik sisteme entegre etmek için diğer ülkelerle birlikte çaba harcamasına yol açacaktır. ABD’deki, İran’daki, komşu ülkelerdeki ve neredeyse dünyanın tüm ülkelerindeki kamuoyu da bu yöndedir.

Notlar

(1) Bkz. M. K. Bhadrakumar, “China, Russia welcome Iran into the fold,” Asia Times, 18 Nisan 2006; Bill Savadove, “President of Iran calls for unity against west,” South China Morning Post, 16 Haziran 2006; “Non-aligned nations back Iran’s nuclear program,” Japan Economic Newswire, 30 Mayıs 2006; Edward Cody, “Iran Seeks Aid in Asia In Resisting the West,” Washington Post, 15 Haziran 2006.

(2) Diğerler kaynakların yanı sıra bkz. William Lowther ve Colin Freeman, “US funds terror groups to sow chaos in Iran,” Sunday Telegraph, 25 Şubat 2007.

(3) Hamaney’in beyanatı için, bkz. “Leader Attends Memorial Ceremony Marking the 17th Departure Anniversary of Imam Khomeini,” 4 Haziran 2006. http://www.khamenei.ir/ EN/News/detail.jsp?id=20060604A.