- Hamas’ın ezici seçim zaferi, İslami fundementalizmin Birleşik Devletler tarafından 1950’lerden beri Müslüman dünyada hem ilerici milliyetçiliğe hem de komünizme karşı ideolojik bir silah olarak yoğun bir şekilde kullanılmasının ürünlerinden birisidir. Bu, 1932’de kurulduğundan beri de facto ABD himayesinde bir ülke olan Suudi Krallığı ile yakın işbirliği içinde gerçekleşmiştir. İslam dininin en gerici yorumunun köklü popüler dini inançları sömürerek yayılması, savaştığı iki ideolojik akımın 1970’lerde tükenmesinin yol açtığı boşluğu bu ideolojinin doldurmasına yol açmıştır. Böylece tüm Müslüman dünyada İslami fundementalizmin, ABD ve himayesindeki Suudi Krallığı için büyük korku kaynağı olacak şekilde, kitlesel ulusal ve toplumsal hoşnutsuzluğun baskın ifade biçimi haline gelmesi için yol açılmış oluyordu. Washington’ın İslami fundementalizm ile ilşkisinin hikayesi şeytanın çırağı hikayesinin en çarpıcı modern örneğidir. (Bunu Barbarlıklar Çatışması adlı kitabımda uzun uzun anlattım.)
- Filistin’deki manzara da bu genel bölgesel kalıba bir istisna oluşturmamaktadır, ancak bir zaman bükülmesi ile aynı seyri izlemiştir. Filistin gerilla hareketi başlangıçta daha geleneksel Arap miliyetçiliğinin tükenmesinin bir sonucu olarak ve radikalleşmenin bir ifadesi olarak öne çıkmış olsa da, petrodolarların etkileyici bir şekilde ülkeye akması ve hareketin ulusal kurtuluş hareketleri tarihinde eşi görülmemiş derecede yozlaşması ile çok hızlı bir bürokratlaşmaya uğramıştır. Ancak “bir vatan arayan devletsiz devlet aygıtı” olarak (Doğu Kazanı adlı kitabıma bkz.) tanımlanabilecek bir şekilde –FKÖ maskesi altında- kaldığı sürece Filistin ulusal kurtuluş hareketi, tarihi boyunca taahhütlerindeki sayısız sapmaya, dönüşe ve ihanete rağmen Filistinli kitlelerin büyük çoğunluğunun arzularını temsil edebiliyordu. Ancak 1980’lerin sonunda, Aralık 1987’de başlayan intifada ile birlikte yeni bir Filistinli kuşağı mücadeleyi devraldığında, bu kuşağın radikalleşmesi giderek İslami fundementalizm yolunu izlemeye başladı. İntifada’nın ilk aylarında öncü güç olan Filistin solunun bir kez daha FKÖ önderliğinin emri altına girip iflasını tamamlayarak son tarihsel fırsatı heba etmesi de bu duruma zemin hazırladı. Daha küçük bir ölçekte İsrail de, İntifada öncesinde İslami fundamentalist hereketi FKÖ’ye karşı bir rakip olarak destekleyip şeytanın çırağı oyunun kendi versiyonunu oynuyordu.
- 1993 Oslo anlaşmaları FKÖ’nün yozlaşmasının son evresini tescil etti. FKÖ önderliğine –ya da önderliğin resmi yönetsel organları by-pass eden lider çekirdeğine- Batı Şeria ve Gazze Şeridi’nde Filistin nüfusunu denetlemek için bir çeşit gardiyanlık bahşedildi. Bu bir şartlı teslimiyetin karşılığı olarak veriliyordu. FKÖ önderliği, Filistinli müzekerecilerin 1967’de işgal edilen topraklar üzerindeki asgari şartlarından, herşeyden önemlisi de İsrail’in bu toprakları kolonileştiren yerleşimlerin inşasını dondurması ve yerleşimlerden çekilmesi sözünü yerine getirmesi şartından vazgeçiyordu. Bu teslimiyetin koşulları, Oslo anlaşmalarını, bir çok eleştirmenin haklı olarak ta başından beri öngürdüğü şekilde trajik bir başarısızlığa mahkum etmişti ve bu koşullar altında popüler politik havadaki kaymanın hızlanacağı kesindi. Siyonist devlet de Filistin Yönetimi’nin kendisine tanınan vesayet ile polis kuvveti rolünü yerine getirmesi sayesinde 1967’de işgal edilen topraklarda sağlanan sükunetten sonuna kadar faydalanmasını bildi ve kolonileşme ve bu topraklardaki askeri denetimini kolaylaştırmak için bir altyapı inşa etme faaliyetlerini yoğunlaştırdı. Böylece Filistin Yönetimi’nin itibarı giderek sarsılmaya başlamıştı. Halk desteğini bu şekilde kaybetmesi Filistin İslami fundamentalist hareketini politik ve ideolojik olarak marjinalize etme yeteneği bir yana ezme yeteneğini bile giderek sekteye uğrattı. Bu, Filistin Yönetimi’nden isteniyordu ve Filistin Yönetimi de 1994 gibi erken bir tarihten beri bu işe girişmeye başlamıştı. Dahası, FKÖ bürokrasisinin sürgünden, İntifada’yı yürüten nüfusu gözetim altında tutma görevini yerine getirmek üzere güvenilen bir iktidar aygıtı olarak 1967’de işgal edilen topraklara transfer edilmesi ile yozlaşma dip noktasına ulaştı ki bu, işgal altındaki topraklardaki nüfusun işin başında göremediği bir şeydi. Aynı zamanda Hamas, el Kaide’nin en gösterişli örneğini oluşturduğu “ikameci” ve tam manasıyla terörist örgütlerin tersine, İslami fundamentalist kitle hareketlerinin çoğu kesiminin yaptığı gibi popüler temel ihtiyaçların sağlanmasına ve sosyal hizmetlerin örgütlenmesine dikkat ediyor ve yozlaşmadan uzak durma ve sertlik açısından ün kazanıyordu.
- Ariel Şaron’un İsrail devletinin yönetimine önlenemez yükselişi “İkinci İntifada”yı ateşleyen Eylül 2000 provakasyonun bir sonucuydu. İkinci İntifada, militarize olması nedeniyle ilk İntifada’nın yakalığı popüler dinamiklerin en olumlu özelliklerinden yoksundu. Filistin Yönetimi, doğası gereği kitlesel öz-örgütlenmelere güvenemezdi ve aşina olduğu tek mücadele biçimini seçip bu militarizasyonu besledi. Şaron’un iktidara yükselmesi de Oslo’da varılan çıkmaz yolun bir ürünüydü: Bu çıkmaz yol, Oslo çerçevesinin Siyonist yorumu ile Filistin Yönetimi’nin 1967’de işgal edilen toprakların tümünü ya da tümüne yakınını tekrar elde etmek yolundaki asgari talepleri arasındaki çatışmadan ibaretti. Filistin Yönetimi bu asgari talepleri savunmadan Filistin nüfusu üzerinde geriye kalan son otoritesini de kaybedeceğini biliyordu. Oslo’nun Siyonist yorumu ise 1967 “Alon Planı”nın güncellenmiş bir versiyonundan ibaretti: İsrail 1967’de işgal ettiği toprakların kesif nüfusun yaşadığı bölgelerini bir Arap yönetimine bırakacak, kolonileştirilmiş ve militarize edilmiş geniş alanları elinde tutacaktı. Savaş suçlusu Ariel Şaron’un –en azından Hamas’ın seçim zaferi kadar şok edici olan- Şubat 2001’deki seçim zaferi kaçınılmaz olarak İslami fundamentalist hareketi güçlendirdi. Aslında Hamas, Oslo gibi ölü doğmuş bir tarihsel uzlaşmanın oluşturduğu bir arkaplanda politik duruşların radikalleşmesi açısından, Şaron’un aynadaki resmi idi. Tüm bunlar George Bush’un önlenebilir ancak önlenmemiş yükselişi ve 11 Eylül saldırıları sayesinde en vahşi emperyal hırslarının dizginlerinden boşanması ile daha da alevlendi.
- Ariel Şaron, kendisi ve gerçek Filistinli zıddı Hamas arasındaki diyalektiği ustaca kullandı. Hesabı basitti: Filistinlilerle “çözümün” Siyonist yorumunun kendi sertlik yanlısı versiyonunu tek yanlı olarak hayata geçirebilmek için iki koşula ihtiyacı vardı: a) kendisi üzerindeki uluslararası baskıyı –ya da İsrail açısından önem arzeden tek şeyi, yani ABD baskısını- en aza indirgemek ve b) İsrail’in “iş görebileceği” bir Filistin önderliğinin olmadığını göstermek. Bunun için İslami fundamentalist hareketin Batı için lanetlenmiş bir şey olduğununun bilinciyle bu hereketin yayılmasının üzerine körükle giderek, Filistin Yönetimi’nin ne kadar zayıf ve güvenilmez olduğunu vurgulama ihtiyacı hissediyordu. Dolayısıyla, ne zaman Filistin Yönetimi vasıtasıyla İslami örgütler bir ateşkese gitse Şaron hükümeti “yargısız infaza” –ya da daha düz bir ifade ile suikastlere- başvuruyordu. Böylece bu örgütleri uzmanlaştıkları araçlarla, yani intihar bombacıları ile –onların F-16’ları da buydu- misilleme yapmaya kışkırtıyordu. Bunun ikili bir faydası vardı: Hem Filistin Yönetimi’nin Filistin nüfusunu denetlemekteki yetersizliğini vurgulamak hem de Şaron’un İsrail’deki popülaritesini arttırmak. İşin doğrusu Hamas’ın seçim zaferinin, Şaron’un stratejisinin çok açık olarak ulaşmaya çalıştığı bir sonuç olduğu, birçok gözlemcinin dikkatinden kaçmamıştır.
- Yaser Arafat hayatta olduğu sürece hala kendi tarihsel prestijininin kalıntılarını kullanabilirdi. Birçok yorumcunun söylediğinin tersine Arafat’ın son aylarında Şaron tarafından tecrit edilmesi Filistinli liderin itibarını sarsmamıştır. İşin doğrusu Arafat’ın popüleritesi bu tecritten önce en düşük seviyesindeydi ve tecrit başladıktan sonra güç kazandı. Gerçekte Arafat’ın önderliği, İsrail tarafından şeytanlaştırılması ile her zaman doğrudan güç kazanmıştır ve popülaritesi Şaron’un tutsağı olduktan sonra yeniden artmaya başlamıştır. ABD ve İsrail’in Filistin önderliği için adayı Mahmud Abbas’ın Arafat hayatta olduğu sürece iktidarı devralamamasının nedeni budur. Bush yönetiminin ve Şaron’un, Filistinlilerin yeni bir seçim düzenlemesine izin vermemelerinin nedeni de budur. Arafat, “demokratik reform” adına kendi temsiliyetine meydan okunduğunda seçim yapılmasını talep etmiştir. Washington ve İsrail tarafından desteklenen bu demokratların doğası, en iyi Muhammed Dahlan’ın kişiliğinde örneklenebilir. Bu şahıs Arafat’ın diğer otokratik Arap rejimlerini model alarak denetimi altında tuttuğu birbirine rakip baskıcı “güvenlik” aygıtlarından birinin en yozlaşmış şefidir.
- Hamas’ın seçim zaferi Bush yönetiminin yüzüne indirilmiş bir şamardır. ABD’nin Ortadoğu politikasının son derece şaşalı bir şekilde sergilemiş olduğu şeytanın çırağı oyunun bu son örneği, yeni muhafazakarların “Genişletilmiş Ortadoğu’ya demokrasi getirmek” yolundaki demagojik ve aldatıcı retoriğinin tabutuna son çiviyi de çakmıştır. Tabii ki bu noktada neler olacağına dair güvenli tahminler yapmak için erken. Ancak birkaç gözlem ve işlerin bundan sonra alacağı seyre ilişkin tahminde bulunmak mümkündür:
- Hamas’ın, en azından FKÖ kökenli Filistin Yönetimi aygıtlarını andırır bir biçimde İsrail işgali ile işbirliğine gitmek için herhangi bir toplumsal saiki yoktur: Kendi zaferinin şaşkınlığı içindedir. Parlamento içinde Filistin Yönetimi’ne muhalif bir güç olmak gibi çok daha rahat bir konumu kesinlikle tercih ederdi. Dolayısıyla ABD ve İsrail’in, Hamas’ın kendileri tarafından öne sürülen koşullara uyacağını düşünmeleri fazlasıyla safdillik ve kendi kendini aldatmak olacaktır. Şaron tarafından kurulan Kadima partisinin önderliğindeki İsrail hükümetinin kendi planlarına gayet iyi uyan seçim sonuçlarından sonuna kadar yararlanıp Hamas ile bir uzlaşmayı imkansız kılacağı düşünüldüğünde, işbirliği pek olası da gözükmemektedir. Dahası Hamas’ın seçimleri boykot eden İslami Cihad gibi çetin bir rakibi de vardır.
- Bush yönetiminin, darboğaza soktuğu ABD Ortadoğu politikasının Filistin bileşenini kurtarmak için üç olasılığı denemesi çok muhtemeldir. Bunlardan birisi Hamas’ın politikalarında Suudi’ler tarafından rüşvet ile satın alınan ve arabulucuğu yapılan büyük bir kaymadır. Ancak bu, yukarıda belirtilen nedenden ötürü pek mümkün görünmemektedir ve uzun ve belirsiz bir süreç olacaktır. Bir diğer olasılık, yakın bir gelecekte yeni bir seçime gitmek üzere gerilimi ve Hamas’a karşı politik muhalefeti kışkırtmaktır. Bunun için Arafat’ın kendisine bahşettiği ve daha sonra Mahmud Abbas’a miras kalan muazzam başkanlık yetkilerinden faydalanılabilir. Ya da Abbas’ın istifasıyla bir başkanlık seçimini zorlanabilir. Ancak böylesi bir hareketin başarılı ya da anlamlı olabilmesi için geleneksel Filistin önderliğini yeniden kazanabilecek güvenilir bir şahsa ihtiyaç vardır. Ancak bu rol için gerekli olan minimum prestije sahip tek kişi, İsrail hapishanesinde bir hücrede yaşayan ve seçimler öncesinde Dahlan ile ittifaka gitmiş olan Marwan Barghouti’dir.Dolayısıyla Washington’ın İsrail’e Barghouti’nin serbest bırakılması için baskı yapması olasıdır. Üçüncü bir olasılık “Cezayir Senaryosu”dur. Burada, Ocak 1992’de Cezayir’de seçim sürecinin askeri cunta tarafından kesintiye uğratılması kastedilemektedir. Arap basınındaki haberlere göre bu zaten çoktan öngörülmüştür: Filistin Yönetimi’nin baskı aygıtları Hamas’ı ezecek, sıkıyönetim ilan edecek ve bir asker-polis diktatörlüğü kuracaktır. Tabii ki son iki senaryonun bir bileşimi de olasılık dahilindedir. Yani Hamas’ın ezilmesi uygun zaman bulunana ve politik şartlar yaratılana kadar ertelenebilir.
- ABD’nin ve Avrupa Topluluğu’nun Filistinli’lere sağladıkları ekonomik yardımı kesintiye uğratıp nüfusu aç bırakarak boyun eğmelerini sağlama yolundaki herhangi bir girişimi insani ve politik nedenlerle felakete yol açacaktır ve bu girişime şiddetle karşı çıkılmalıdır.
ABD’nin Ortadoğu’da onlarca yıldır uyguladığı sakar ve uzağı göremeyen emperyal politikalar, Ortadoğu politikasının Bush yönetimi tarafından feci bir şekilde idare edilmesi ile birleşince ortaya bu manzara çıkmaktadır ve bu politikalar henüz tüm acı meyvelerini vermemiştir.
Yazar Hakkında
Gilbert Achcar Doğu Kazanı (New York: Monthly Review Press, 2004) ve Barbarlıklar Çatışması (yeni genişletilmiş basımı Saqi Books (London) ve Paradigm Publishers (Boulder, CO) tarafından yayınlanacaktır) adlı kitapların yazarıdır. Yazar, Steve Shalom’a yazıyı gözden geçirdiği ve faydalı önerilerde bulunduğu için teşekkür etmektedir.