VII. ORTADOĞU 1967-1978:
ARAP İSRAİL SAVAŞI’NDAN I. CAMP DAVID ANLAŞMASINA*



1967 savaşı yenilgisi Ortadoğu ve Arap Dünyası’nda kuşatıcı, seküler ve anti emperyalist Arap Milliyetçiliği’nin sonunu getirdi. Bu yenilginin ardından Birlik düşüncesi bazı Arap liderlerinin ağzında bir retorik olmaktan öteye geçemedi. Arap Dünyası ve Birlik fikrinin lideri Mısır, bu tarihten sonra attığı siyasi adımlarla artık bu davanın içinde yer almayacağı mesajını çok net bir şekilde verirken, Irak ve Suriye gibi milliyetçi Baas iktidarlarının yönetimde bulunduğu diğer büyük Arap Devletleri de kendi sınırları içerisinde tanımlı bir milliyetçiliğin daha gerçekçi olduğunu açık bir dille ifade etmeye başladılar. Yine aynı dönemde, halk tabanında daima güçlü olan ve Nasır döneminde anti emperyalist bir Arap milliyetçiliği söylemi içinde ifade şansı bulan fakat her zaman muhalif bir potansiyel içeren İslami ideoloji ve siyasal hareketler de güçlenmeye başladı. Hatta bu hareketler, A.B.D.’nin S.S.C.B.’ye karşı bir tampon bölge oluşturmak ve seküler Arap Milliyetçiliği’ni zayıflatmak amacıyla geleneksel islamcı hareketleri desteklediği yeşil kuşak projesi sayesinde daha da güçlendirildi.

Abdül Cemal Nasır’ın önderliğini yaptığı kuşatıcı Arap Milliyetçiliği’nin yerini devlet çıkarlarını temel alan küçük milliyetçiliklere bırakmasıyla birlikte anti emperyalist söylem ve irade de çözülmeye başladı. Bölge devletleri, Suriye hariç, Mısır’ın peşi sıra A.B.D. egemenliğini tanımaya başladılar. Bu durum bölge açısından Filistin davasının Araplar tarafından terk edilmesi anlamına geliyordu. Dolayısıyla artık, Filistin davası Filistin halkının ve onun meşru temsilcisi Filistin Kurtuluş Örgütü’nün iradesinde yürütülecekti.

Kısacası, 1967 yenilgisinden 1978’de I. Camp David anlaşmasına kadar uzanan dönem Arap Milliyetçiliği’nin tasfiyesine, Ortadoğu’da A.B.D. egemenliğinin güçlenişine ve Filistin davasının Arap davasından bağımsızlaşmasına tanık oldu.

VII.1. Mısır, Arap Milliyetçiliği ve Camp David

1967 yenilgisinin ardından zayıf düşmüş ve inandırıcılığını yitirmiş bir lider olarak üç yıl daha iktidarda kalan Nasır’ın 1970’de eceliyle ölümünün ardından yardımcısı Enver Sedat Mısır Devlet Başkanı oldu. Nasır’ın gölgesinde “Evetçi Albay” şeklinde adlandırılıp küçük görülen Sedat, bir iki yıl içerisinde Nasırcı çizgiyi reddedeceğinin mesajlarını vermeye başladı. Sedat liderliğindeki Mısır’ın hedefleri şunlardı: Tercihen görüşmelerle, 1967’den bu yana İsrail tarafından işgal edilen toprakları (Sina’yı) geri almak; ekonomik maliyeti taşınmaz hale geldiği için İsrail’le savaşı sona erdirmek; A.B.D. İsrail’i etkileme gücüne sahip tek ülke olduğu için Washington’la ilişkileri geliştirmek; modern batı teknolojilerinin ve özel sermayesinin ülkeye getirilmesi yoluyla Mısır ekonomisini yeniden canlandırmak; ayrıca bu hedefleri daha iyi takip etmek için Mısır’ın küresel ve bölgesel politikalarını değiştirmek. [1]

Sedat bu hedefler uyarınca, ve dönemin A.B.D. politikasıyla uyumlu bir şekilde, 1971 senesinde İsrail’e tam bir barış anlaşması önerdi. Bu anlaşma İsrail’in yalnızca Mısır’da işgal ettiği topraklardan, Sina’dan çekilmesini öngörüyordu. Yani, İsrail işgalinin doğrudan mağduru olan Filistin halkı adına bir şey talep etmiyor, aksine en güçlü Arap devleti konumundaki Mısır’ın Arap davasından çekileceği mesajını vermekle Filistin’i İsrail işgali karşısında savunmasız bırakıyordu. Ayrıca, İsrail’in varlığını tanımak suretiyle o güne kadar İsrail’in varolma hakkını kayıtsız şartsız reddeden Arap davasına da ihanet etmiş oluyordu. Aslında bu barış İsrail için bulunmaz bir fırsattı fakat dönemin İsrail Başbakanı Golda Meir’in İşçi Partisi hükümeti bu teklifi reddetti. Çünkü, İsrail o dönemde Sina’ya yayılma stratejisi izliyor, Bedevi köylerini, camilerini, mezarlıklarını yıkıyor, halkı çöle doğru sürüyor ve burada sadece Yahudilerden kurulu Yamit şehrini kurmayı planlıyordu. Bu durumda gözler A.B.D.’ye çevrildi, dönemin A.B.D. Dışişleri Bakanı Kissenger bir iç tartışmada üstün geldi ve hiç bir müzakere yapılmaması kararı egemen oldu. A.B.D. İsrail’in reddiyecilik ve yayılma politikalarına arka çıkarak Sedat’ın diplomatik çabalarını reddetmeye devam etti. Bu durum 1973 savaşına yol açtı. [2]

Ordusunu S.S.C.B.’nin desteğiyle güçlendiren Sedat, Suriye’yle aylarca süren karşılıklı bir planlamanın ardından 6 Ekim 1973’te Sina’da İsrail’e karşı sürpriz bir saldırı gerçekleştirdi. Suriye de eşzamanlı olarak Kuzey’den saldırdı. Fakat savaş Mısır ve Suriye’nin anlaştıkları şekilde İsrail’in hem Sina hem de Kuzey’de Golan Tepeleri’nden çekilmesiyle sonuçlanmadı. Sina’da İsrail askerlerine karşı gösterilen başarının ardından Mısır, Suriyelilerin şiddetli protestolarına rağmen tek yanlı bir ateşkesi kabul etti. Sonuç olarak Suriyeliler ve Hafız Esat Mısır’ın kararını ilk defa Güvenlik Konseyi’nde Mısır temsilcisinin hükümetin ateşkesi kabul ettiğini ilan etmesiyle öğrendiler. [3] Esat, Sedat tarafından açıkça kandırılmıştı.

Mısır bu kaba kuvvet gösterisini S.S.C.B.’nin desteğiyle başarmıştı, fakat sonuçta A.B.D.’nin gözüne girdi. A.B.D. Mısır–İsrail politikasını değiştirdi, 1975 senesinde Kissenger bir askeri çekilme planı sundu. Bu plana imza koyan Mısır, Süveyş kanalını tekrar açabilme imkanına ve Sina’daki petrol sahalarına tekrar kavuşsa da artık Arap davasından çekilmiş oluyordu. Sedat 1977’de İsrail’e tüm Arap Dünyası’nda şiddetleri üzerinde çeken bir ziyarette bulundu. Bu süreç Mısır ve İsrail arasında Eylül 1978’de imzalanan Camp David uzlaşmalarıyla noktalandı. Hemen ardından Mısır, Arap Birliği’nden ihraç edildi.

Başkan Jimmy Carter’ın arabuluculuğunda, Enver Sedat ve İsrail Başbakanı Menachem Begin arasında yapılan Camp David görüşmeleri iki anlaşmayla sonuçlanmıştı. Buna göre Mısır İsrail barışı için bir çerçeve, Ortadoğu barışı için de diğer bir çerçeve olacaktı. İlk çerçeve 1979 yılında Mısır-İsrail barışına temel oluşturdu. İkinci anlaşma Batı Şeria ve Gazze Şeridi’ndeki Filistinlilere özerklik verilmesini ve geçici 5 yıllık bir süre için yerel bir yönetim kurulmasını, bölgelerin nihai durumunun bu süre sonunda müzakere edilmesini öngörüyordu. Camp David görüşmelerinin sadece Mısır-İsrail ile ilgili olan kısmı uygulandı. Filistinliler ve diğer Arap devletleri özerklik kavramını reddettiler çünkü bu kavram, İsrail’in 1967’de ele geçirdiği bölgelerden tam olarak geri çekilmesini ya da bağımsız bir Filistin devletinin kuruluşunu garantilemiyordu. İsrail, Menachem Begin’in Jimmy Carter’a Camp David’de verdiği sözleri ihlal ederek, Filistin topraklarına el koymaya ve yeni yerleşim yerleri inşa etmeye devam etti. [4]

Böylelikle A.B.D. uluslararası hukuk ve Birleşmiş Milletler çerçevesi dışında bir barışı kabul ettirmek suretiyle İsrail’in yanı sıra Mısır’ı da uydulaştırmış, birleşik Arap davasını geçersizleştirmiş ve Filistin meselesini Birleşmiş Milletler’in elinden rehin almış oldu.

Yine aynı dönemde bölgede A.B.D. egemenliğiyle ilişkili diğer bir gelişme de Irak’ta yaşandı. Irak’ta Baas partisi iktidara 1968 Abdül Kerim Kasım darbesiyle gelmiş, S.S.C.B. ile yakınlaşma kurmaya başlamıştı. A.B.D. bu yakınlaşmaya karşı bir önlem olarak güçlü müttefiki İran’la birlikte 1973 senesinde Molla Mustafa Barzani’nin Irak’taki Kürt ayaklanmasını destekledi. A.B.D.’nin Kürt tehdidi karşısında Irak 1975 senesinde A.B.D.’ye petrol imtiyazları ve İran’a da Şattülarap’ı verdi, bunun karşılığında Kürt ayaklanmasının arkasındaki destek çekildi ve isyan Irak tarafından bastırıldı. [5] Bu tarihten itibaren A.B.D. Irak ilişkileri yumuşamaya başladı.

Böylelikle, soğuk savaş dengeleri Ortadoğu’da çok ağırlıklı bir şekilde A.B.D. lehine evirilmiş oldu ve bu yıllarda A.B.D. hegemonyası açısından Suriye ve Filistin Kurtuluş örgütünden başka ciddi bir pürüz kalmadı. Fakat bu gelişmeler yine aynı yıllarda Suriye ve FKÖ arasında bir yakınlaşmaya vesile olmadı, aksine, ikisi arasındaki ilişki FKÖ’nün Lübnan’a yerleşmesi ve Suriye’nin Lübnan üzerindeki tarihsel ilgisi nedeniyle son derece sorunlu bir döneme girdi.

VII.2. Filistin Meselesi, FKÖ ve Lübnan

Filistin Kurtuluş Örgütü 1964 senesinde Arap Birliği tarafından Filistinli direniş örgütlerinin bir koalisyonu şeklinde kurulmuştu. Örgüt Arap Birliği’nin himayesinde Ürdün’e yerleşmişti ve İsrail içerisindeki hedeflere karşı Arap Ülkeleri’nin ve özellikle Suriye’nin desteğiyle saldırılar düzenliyordu. Fakat 1967 savaşına kadar Filistin meselesi sadece FKÖ ve Filistin halkının bir meselesi olarak görülmüyor, bir Arap meselesi olarak algılanıyordu. Hatta Arap kimliğinden öte bir Filistin kimliğinin varlığı dahi tartışmalıydı.

1967 yenilgisinin ardından FKÖ içindeki bağımsızlıkçı eğilim, Yaser Arafat’ın önderliğindeki El-Fetih hareketi güç kazanmaya başladı, 1969 senesinde Arafat, örgütün lideri oldu. Ürdün’de üslenmiş olan FKÖ güçlenip giderek devlet içinde bir devlet niteliği kazanmaya başladı. 1970 senesinde Ürdün devleti ve FKÖ arasındaki anlaşmazlıklar üst noktaya ulaştı ve iki taraf arasında yaklaşık 30000 Filistinlinin ölümüne neden olan bir savaş yaşandı. Ürdün Kralı Hüseyin meselenin çözümü için Mısır’da son demlerini yaşayan Nasır’ın arabuluculuğuna başvurdu. FKÖ, Nasır ve Ürdün’ün dayattığı çözüm uyarınca Ürdün’ü terk ederek Güney Lübnan’a yerleşmek zorunda kaldı. FKÖ’nün Lübnan’daki etkinliği kısa bir süre içinde İsrail saldırılarını ve ardından Suriye işgalini tetikledi. Hassas iç dengelere sahip olan bu ülkede, 1975’te patlak veren ve 1991 senesinde kadar devam eden bir iç savaş ve işgaller dönemi yaşandı.

İsrail 1967-1973 Savaşları ve ardından yaşanan barış sürecinden son derece güçlenerek çıktı. Birincisi, artık güney cephesinde rahatlamış oldu. İkincisi, Birleşik Arap Milliyetçiliği’nin tehdidinden kurtuldu. Fakat en önemlisi ve tayin edici olanı A.B.D’nin kayıtsız şartsız desteği ve koruyuculuğunu arkasına alarak uluslararası yaptırımlardan ve BM denetiminden muaf tutulmaya başladı. Bu gerçeği verilerle özetleyebiliriz: Birleşmiş Milletler’in 1967 Savaşı sonrasında aldığı, İsrail’in işgal ettiği toprakları terk etmesini emreden 242 sayılı karar Güvenlik Konseyi’nin (yani A.B.D.’nin) vetosuna takılmayan ilgili son karardır. Zaten A.B.D bir süre sonra 242 sayılı kararın genel kabul gören yorumundan çekilmiştir. 1975’te İsrail’in Lübnan’daki Filistin mülteci kamplarına yönelik saldırılarını kınayan B.M. önergesini veto etmiştir. 1976 senesinde FKÖ, Mısır, Suriye, Ürdün ve S.S.C.B.’nin BM’ye getirdiği iki devletli çözüm önerisi A.B.D. tarafından veto edilmiştir. Ardından, İsrail’in işgal edilmiş topraklardaki muamelelerini kınayan sayısız önerge A.B.D. vetosuna takılmıştır. Ve İsrail, 1976 senesinden beri silah alımları dahil, dünyada A.B.D.’den en büyük dış yardım alan ülkedir. [6]

Bu rüzgarı arkasına alan İsrail’in 1970’ler boyunca temel politikası şu oldu: Tüm diplomatik girişimleri reddet, daima şiddete başvurarak FKÖ’yü tecrit et ve örgütün yükselmekte olan uluslararası itibarını baltalamaya çalış.

İsrail 1970’lerde, Menachem Begin’in sağcı Likut hükümetinin yönetiminde Gazze ve Batı Şeria’da sert bir sömürgeleştirme politikası uygulamaya başladı. FKÖ’nün yerleştiği Güney Lübnan ve buradaki mülteci kampları İsrail Güvenlik Güçleri’nin olağan hedefleri haline geldi. 1970’lerin başlarından itibaren Lübnan, sınır ötesi FKÖ terörü ve İsrail’in misilleme niteliğindeki saldırıları ve “önleyici” işgalleri nedeniyle çatışmanın içine çekildi. Şubat 1973’te İsrail birlikleri önleyici saldırı kisvesi altında kuzey Beyrut’a saldırdılar ve pek çok sivili katlettiler. 1975 yılının Aralık ayında İsrail’in “cezalandırıcı değil önleyici” olduğunu iddia ettiği bir bombalama sonucunda 50’den fazla Lübnanlı öldü; bu tümüyle BM Güvenlik Konseyi toplantısında dile gelen ve İsrail’in karşı çıkıp ABD’nin veto ettiği diplomatik çözüm görüşmelerine karşı bir reaksiyon gibi görünüyordu. [7]

Lübnan’ın Ortadoğu’daki İsrail işgali ve Filistin meselesinin dolaylı bir kurbanı olduğu söylenmelidir. 1940’larda kabul edilen Lübnan Anayasası’na göre ülkenin iç siyasi dengeleri Hıristiyan, Müslüman Sünni ve Müslüman Şii gruplar arasındaki denge üzerine kuruluydu. 1970’ler boyunca İsrail’in Filistin’deki gaddarlıklarının neden olduğu göç nedeniyle Lübnan’a çok sayıda Müslüman Sünni Filistinli mülteci akın etti. Üstelik 1970 FKÖ Ürdün savaşının ardından örgüt Lübnan’a yerleşerek burada mülteciler ve Sünni gruplar üzerindeki etkinliğini artırdı. Bu gelişmelerin Lübnan’ın iç etnik dengelerini bozmasından rahatsızlık duyuluyordu. Buna karşılık FKÖ’yü zayıflatmak üzere Lübnan’da operasyonlar ve işgaller düzenleyen İsrail, iktidar ortağı Hıristiyan gruplarla (Falanjistler) işbirliği içindeydi. Suriye’nin ise Lübnan’la ilgili çeşitli kırmızı çizgileri vardı: Birincisi, Lübnan Suriye’nin tarihsel bir parçası olarak görülmekteydi. İkincisi, Şii azınlığın Sünni bir çoğunluk üzerinde egemen olduğu Suriye açısından Lübnan’da iç dengelerin Sünni nüfus lehine gelişmesi kendi iç dengeleri açısından tehdit edici algılanıyordu. Üçüncüsü, Suriye Lübnan’ın İsrail tarafından işgal edilmesini kendisine yönelik doğrudan tehdit olarak görüyordu.

1975 senesinde Lübnan iç savaşı patlak verdiğinde FKÖ kısa sürede bu savaşın bir parçası haline geldi. 1976 senesinde de Suriye Lübnan’ı işgal etti. Bu gelişmenin ardından FKÖ ve Suriye’nin arası açıldı, Arafat Suriye’ye karşı bir kınama yayınladı ve saldırı çağrısında bulundu.

VIII. 1978-1988: I. CAMP DAVİD ANLAŞMASI’NDAN I. İNTİFADA’YA

A.B.D.’nin 1970’lerde Ortadoğu’da kurmaya çalıştığı statüko şu ayaklara dayanıyordu: Arap Milliyetçiliği’nin çökertilip Arap devletlerinin A.B.D. çıkarlarına bağlanması – bu süreç Suriye için işlemiyordu, Irak’ın konumu İran savaşına dek belirsizliğini korudu; Filistin sorununun B.M. gündeminden çıkarılarak ikili anlaşmalar çerçevesine sıkıştırılıp etkisizleştirilmesi – FKÖ’nün yükselen mücadelesi ve itibarı buna izin vermiyordu; ve S.S.C.B’ye karşı İran ve Suudi Yeşil kuşak projesiyle bir tampon oluşturulması. 1980’lerde birbiri ardına yaşanan devrim, savaş ve ayaklanmalar bu süreçlerin tamamlanamayacağını gösterdi. 1979 İran İslam Devrimi’yle birlikte A.B.D., bölgedeki en güçlü müttefikini yitirdi. Bu gelişmeye Irak ve İran arasında sekiz yıl devam eden ve bir milyondan fazla insanın ölümüyle sonuçlanan bir savaşta Irak’ın sponsorluğunu üstlenerek yanıt verdi. 1982’de İsrail Lübnan’ı A.B.D.’nin onayını arkasına alarak, Beyrut ve kuzeyini de içine alacak şekilde işgal ettiğinde bölgesel bir savaşa zemin hazırladı. 1988 İntifada hareketi İsrail işgalinin bir halkın sorunu olduğunu gözler önüne serdi ve Filistin hareketinin yok edilemeyeceğini ortaya koydu. Yeni gözde müttefik Irak, Saddam Hüseyin liderliğinde kontrolden çıkarak bölgesel bir emperyal güç olmaya soyundu ve 1990’da Kuveyt’i işgal etti.

1980’lere egemen olan karmaşanın, 1990’larda Ortadoğu’nun yeniden yapılandırılmasına yönelik Emperyal politikaları ve bugün tartışılan Genişletilmiş (Büyük) Ortadoğu Projesi’ne zemin hazırladığı söylenebilir: 1990 Körfez Savaşı’nın ardından Irak rejiminin ablukaya alınması ve çökertilmesi; Filistin sorununun 1993 Oslo görüşmeleriyle çözümlenmeye çalışılması; Irak işgali; Suriye ve İran İslam Cumhuriyeti gibi ehlileştirilemeyen devletlerin dışardan demokrasiyle (askeri müdahale ile) tehdit edilmeleri (Bu gelişmeler mevcut kronoloji çalışmasının kapsamında yer almamaktadır).

VIII.1. İran Devrimi ve İran - Irak Savaşı

1979’da yaşanan İslam Devrimi Bağdat’ta pek hoş karşılanmamıştı. İran’ın geleneksel rakibi, Sünniliğin hakim olduğu ve Basra Körfezi’ne egemen olma tutkusuna sahip Irak, Humeyni’nin yükselişinde hem tehlike hem de bir fırsat seziyordu. Tehlike, güney Irak’taki Şii azınlıktı; fırsat ise yeni rejimin askeri zayıflığıydı. [8] Washington’un İran’a yönelik bir saldırıya sessiz onay vereceğini sezinleyen Saddam Hüseyin liderliğindeki Irak, Eylül 1980’de İran’ı işgal etti. Sekiz yıl sürecek ve bir milyondan fazla insanın ölümüne neden olacak bir savaş başladı.

Birleşik Devletler tarafsız değildi... Reagan yönetimi açıkça Irak’ı kayırdı... Bu destek kamuoyuna pek ifşa edilmedi. İsrail’in belalısı ve Moskova’nın dostu zalim Saddam Hüseyin’i desteklemek politik olarak kolay değildi. [9] ABD savaşın en başından itibaren Irak’a “meyletti” ve savaşın uzayıp gittiği on yıl boyunca bu daha da açık bir hal alarak devam etti. Irak’a A.B.D. yardımı gizli silah, nakit para ve askeri istihbarat yardımını içeriyordu. Ayrıca 1983 senesinde Irak terörizmi destekleyen ülkeler listesinden çıkarılarak yerine İran kondu. Bu da A.B.D. müttefiklerinin İran’a silah satışını engelleyen diplomatik bir oyundu.

Savaş 1988 senesinde, körfezde aktif bir güç olarak savaşa müdahale etmeye başlayan A.B.D. Deniz Kuvvetleri’nin bir İran sivil yolcu uçağını düşürmesinin ardından İran’ın savaştan çekilmesiyle sonra erdi. Taraflar birbirlerine herhangi bir tazminat ödemediler. Savaştan her iki ülkede ağır insani ve ekonomik kayıplarla çıktı. Savaş her iki ülkede de baskıların artmasına ve diktatörlüklerin güçlenmesine vesile oldu.

Saddam savaş biter bitmez Irak’ın Kürt meselesini kökünden çözmek üzere ordularını Kuzey Irak’ta Kürt bölgesine göndererek 1988 Enfal harekatına girişti. 150 ila 200 bin Kürt öldürüldü. 5000 kişinin katledildiği Halepçe katliamı bu harekatın küçük bir parçasını oluşturmaktadır.

VIII. 2. İsrail’in Lübnan İşgali

1980’lere doğru İsrail çözüm için uluslararası alanda sıkıştırılıyordu fakat A.B.D. desteğini arkasına alarak bu girişimleri baltalıyordu. 1981 senesinde Suudi Arabistan tarafından sunulan barış planı İsrail’in işgal edilmiş topraklardan çekilmesi şartıyla iki devletli çözüm ve tam ve kalıcı barış öneriyordu. İsrail’in öneriye yanıtı, Suudi Arabistan petrol sahaları üzerinde A.B.D. uçaklarıyla uyarı uçuşu yapmak şeklinde oldu. Bu aslında planın ciddiye alınmaması gerektiği hususunda AB.D.’ye verilen bir mesajdı aynı zamanda. Sonuçta plan A.B.D. tarafından veto edildi. [10]

Aslında henüz Suudi Planı gündemdeyken İsrail FKÖ’yü yok etmek ve Lübnan’da müttefik bir rejim kurmak amacıyla bu ülkeyi işgal etmenin planlarını yapıyordu. İşgale bahane yaratmak amacıyla FKÖ’yü kışkırtmaya yönelik bir dizi saldırının ve FKÖ misillemelerinin ardından İsrail 1982 senesinde Lübnan’ı işgal etti. İktidardaki Falanjist parti ve milisleri destekleyen İsrail ordusu Beyrut’u ele geçirdi, Beyrut yakınlarındaki Sabra ve Şatila Filistin mülteci kamplarında – ki aslında bunlar birer şehir büyüklüğündedir – İsrail denetimindeki Falanjist gruplar büyük bir katliam düzenlediler. Bu katliamlar yaşanırken bugünkü İsrail Başbakanı Ariel Sharon, Menachem Begin hükümetinin savunma bakanıydı.

İsrail’in 1982’de Lübnan’ı işgal etmesinin ardında yatan temel motivasyon, uluslararası kamuoyunda FKÖ’nün kazanmaya başladığı genel desteğin ABD-İsrail inkarcılığının altını oyabileceği kaygısıydı. İsrail işgali, Lübnan’daki FKÖ örgütlenmesini yok etti fakat yepyeni bir problem yarattı: İsrail’i Lübnan’dan sürmeyi resmi hedef olarak benimsemiş İslami fundamentalist grup Hizbullah’ın kurulması. Yoğun bir şekilde teröre başvuran İsrail, BM Güvenlik Konseyi tarafından Mart 1978’de yayımlanan düzenlemeleri ihlal ederek Lübnan’ın güney bölgelerini “güvenlik bölgesi” olarak elinde tutmaya devam etti, bunun dışındaki kısımlardan çekilmek zorunda kaldı. [11] FKÖ karargahı ise Beyrut’u terk ederek Tunus’a yerleşti, 1993’te başlayacak olan Oslo sürecine kadar da burada kaldı.

VIII.3. Birinci Filistin İntifadası

Aralık 1987’de Gazze ve Batı Şeria’daki Filistin halkı İsrail işgaline karşı bir ayaklanma başlattı. Ayaklanma Tunus’ta bulunun FKÖ karargahı tarafından başlatılmamıştı ve onlar tarafından yönetilmiyordu. İntifada işgali sonlandırmaya yönelik son derece disiplinli bir sivil itaatsizlik eylemi olarak başladı. Ateşli silahların kullanılması yasaklanmıştı. Hareket zırhlı İsrail araçlarına taş atmak, kontrol noktalarında direnmek, kitlesel sokak gösterileri, kepenk kapatma ve benzeri direniş biçimlerini içeriyordu. İsrail’in bu direnişe yanıtı çok sert olsa da hareketi bastırmakta başarısız kaldı. İntifada hareketi tarihsel Filistin’in çeşitli parçalarında ve dünyanın çeşitli yerlerinde (İsrail, Gazze, Batı Şeria, diğer Arap Devletleri, Diaspora) yaşayan Filistin halkının birlik bilincinin gelişmesinde ve Filistin sorununun her şeyin ötesinde bir insan hakları sorunu olduğunun dünya kamuoyu nezdinde benimsenmesinde çok önemli bir rol oynadı.

İntifada’nın ardından Cezayir’de bulunan Sürgündeki Filistin Hükümeti Gazze ve Batı Şeria’da bir Filistin Devleti ilan etti. Terörizmin terk edildiğini açıkladı ve İsrail’in varlığını tanıdı. Bu gelişmeler karşısında A.B.D. FKÖ’nün politika değiştirdiğini kabul ederken İsrail sessiz kalmayı tercih etti. İntifada hareketi ve sonrasında yaşanan gelişmeler 1993 Oslo görüşmelerine zemin oluşturdu. Fakat daha sonra görüleceği gibi Oslo görüşmeleri Filistin halkının beklentilerini karşılamaktan uzak kalacak ve ayrıca FKÖ ve Filistin halkının yollarının büyük ölçüde ayrılmasına neden olacaktır.

BİBLİYOGRAFYA

1. Adid Davişa, Arap Milliyetçiliği: Zaferden Umutsuzluğa, Literatür, 2004, s. 237-238.

2. David Mc Dowall, Modern Kürt Tarihi, Doruk Yayınları, İstanbul, 2004, s. 437-455.

3. Joel Beinin ve Lissa Hajjar, Filistin, İsrail ve Arap-İsrail İhtilafı: Bir Kitapçık, Middle East Research and Information Project, 2000. www.merip.org; ayrıca, www.bgst.org/keab.

4. John Tirman, Savaş Ganimetleri, Aram Yayıncılık, 2005, 10. Bölüm.

5. Noam Chomsky, Tarihi Yeniden Yazmak, Al-Ahram, 18-24 Kasım 2004.

6. Noam Chomsky, Batı Asya’da A.B.D. Terörü, İmparatorluğa Karşı Durmak, Aram Yayıncılık, 2003.

7. Noam Chomsky, İsrail, Lübnan ve Barış Süreci, Znet, 23 Nisan 1996: www.bgst.org/keab

8. Stephen R. Shalom, İsrail Filistin Krizi İçin Arkaplan, Znet, Mayıs 2002; http://www.bgst.org/keab.

 

Notlar:
[*] Bu yazı BGST Kuramsal Eğitim Araştırma Birimi’nin kolektif çalışmasının bir ürünüdür. Çalışmanın 1967-1988 dönemine ilişkin bu kısmı Ali K. Saysel tarafından kaleme alınmıştır.

[1] Adid Davişa, Arap Milliyetçiliği: Zaferden Umutsuzluğa, Literatür, 2004, s. 237-238.

[2] Noam Chomsky, Tarihi Yeniden Yazmak, Al-Ahram, 18-24 Kasım 2004. http://www.bgst.org/keab

[3] Adid Davişa, Arap Milliyetçiliği: Zaferden Umutsuzluğa, Literatür, 2004, s. 239.

[4] Joel Beinin ve Lissa Hajjar, Filistin, İsrail ve Arap-İsrail İhtilafı: Bir Kitapçık, Middle East Research and Information Project, 2000. www.merip.org; ayrıca, http://www.bgst.org/keab.

[5] David Mc Dowall, Modern Kürt Tarihi, Doruk Yayınları, İstanbul, 2004, s. 437-455.

[6] Stephen R. Shalom, İsrail Filistin Krizi İçin Arkaplan, Znet, Mayıs 2002; http://www.bgst.org/keab.

[7] Noam Chomsky, İsrail, Lübnan ve Barış Süreci, Znet, 23 Nisan 1996: http://www.bgst.org/keab

[8] John Tirman, Savaş Ganimetleri, Aram Yayıncılık, 2005, 10. Bölüm.

[9] Savaş Ganimetleri.

[10] Noam Chomsky, Batı Asya’da A.B.D. Terörü, İmparatorluğa Karşı Durmak, Aram Yayıncılık, 2003.

[11] Noam Chomsky, İsrail, Lübnan ve Barış Süreci.