Başkentimiz Ankara ve 2010 Avrupa Kültür Başkenti İstanbul'un da içinde bulunduğu birçok büyük kentimiz susuzluk tehdidi altında. Gökdelenlerle, alışveriş merkezleriyle, çim alanlar ve havuzlu sitelerle büyüyüp şişen kentlerimizin yöneticileri sonbahar yağışları için avucunu göğe açmış beklemede. Endüstriyel kirlilik yüzünden birçok akarsu, göl ve yeraltı suyumuz da kullanım dışı kaldığından, suyu bol kentlerimiz bile bu krizden muaf değil. Peki bu duruma düşmemizin nedeni gerçekten küresel ısınma mı? 2050’ler sonrası için öngörülen çölleşme aniden ülkemizi etkisine mi aldı? Bütün su kaynaklarımız büyük şehirlerimizi kurtarmak için seferber mi edilmeli?
Kuraklık öngörülerinin 2007 itibarıyla ne kadar gerçekleştiğine bakarsak, bu yıl Türkiye'de toplam yıllık yağış 1970’lerden beri en düşük düzeyde değil. Bölgesel olarak ciddi kuraklıklardan bahsedilebilir ama toplama bakıldığında, on-yıllık kuraklık düzeyinde bile değil. Ağaç halkalarından yararlanarak daha eskilere bakan çalışmalar da bunu destekler nitelikte. Bu çalışmalar, son 900 yıllık dönemde içinde bulunduğumuza benzer kuraklıkların defalarca yaşandığını gösteriyor ve Türkiye'de kuraklığın genellikle 1 yıl, seyrek olarak da 2-5 yıl sürdüğünü gösteriyor (Akkemik, Cumhuriyet Bilim Teknik 24.8.07). İklim söz konusu olduğunda belirgin periyodlardan bahsedemesek de, istatistik verilere göre de ülkemizde değişen aralıklarla hafif, kuvvetli ve şiddetli kuraklıklar görülüyor. Yani bu yıl içinde bulunduğumuz kuraklık çok olağan dışı görünmüyor. Buna karşılık, kuraklık bahanesiyle ülkemizin su kaynakları adeta talana açılmakta, elektrik üretimindeki düşüşler de öne sürülerek akarsular satışa çıkarılmakta, yasama organlarınca durdurulmuş projelere yeşil ışık yakılmaktadır. Bu acelede kuralların gözardı edildiği izlenimi doğmaktadır.
Uzun vadeli iklim modelleri zaman içinde ülkemizin bazı bölgelerinde yağışların giderek azalacağını tahmin ediyor. Küresel iklim değişikliğinin etkisiyle, sıcaklık ve yağışlardaki iniş çıkışların da şiddetlenmesi bekleniyor. Fakat iklim, içinde kaotik unsurlar içerdiği için, kısa dönemli tahminler bile çok yanıltıcı olabiliyor. Bu yüzden de bu öngörülerin doğru kullanımı, kehanetten çok, değişmesi olası koşulların belirlenip, uyum planlarının hazırlanmasına yardımcı olmak. Değişen iklime, azalacağı tahmin edilen yağışlara uyum sağlamak için, yalnız şehirler değil, özellikle tarım gibi yaşamsal olduğu kadar kırılgan bir sektör için, titiz planlamalar yapmak gerekiyor. Bilgi ve deneyim birikimi sağlayamayan, bilgiyi doğru kullanamayan toplumların iklim değişikliğinin getireceği afetlere uyum sağlaması mümkün görünmüyor. Oysa ülkemizde tam tersine bir süreç yaşanmakta; planlamayla görevli kurumlarımız gitgide devre dışına itiliyor. Bunun vahim sonuçlarını bu yılki kuraklık paniğiyle yaşamaya başladığımız söylenebilir.
Yağışların düzensiz olduğu bölgelerde kuraklık bir stoklama sorunudur. Su doğada kar ve buzullarda, göllerde, yeraltı sularında stoklanır. Yapay olarak da barajlar bu işlevi görür ve kuraklık şehirler için nispeten çözülebilir bir sorundur. Barajlarla, gölet ve sarnıçlarla, suyun yeniden kullanılmasıyla ve denizden arıtmayla katkı sağlanarak kentlerin su kaynak sorunu çözülebilir. Oysa, yalnızca karların erimesiyle oluşan akarsularla yaşam bulan doğa için, ormanlar ve tarım için, çeşit çeşit canlı için, küçük yerleşimler için, bu kaynakların kesilmesi bir felakettir; uzun dönemde bu sularla beslenen yeraltı suyu kaynaklarının da kuruması ve afet demektir. Bu yüzden akarsuları alelacele bilinçsiz, plansız büyük şehirlere yöneltmek ya da yeterince inceleme yapmadan üzerlerine santraller kondurmak büyük riskler taşır. Hele uzun sürelerde oluşan ama gelecekte, uzun kuraklık dönemlerinde, hayati önem kazanacak olan yeraltı suları, en son çare olarak ve ancak kendini yenileme hızının altında kullanılmalıdır.
Belki birkaç ay içinde yağışlar geri dönecek hatta sellere neden olacak, ama bu arada su kaynaklarımızın yıkımı için düğmeye basılmış olursa işte o zaman ülkemizin geleceği için gerçek kuraklıktan, gerçek çölleşmeden bahsetme zamanıdır. Su kaynaklarımızı etkileyebilecek her türlü yatırım ve uygulamayı dikkatle izlemek, gereğinde karşı durmak, ve yağışlar geri döndüğünde de su kaynaklarının önemini unutmamak zorundayız. Gerçek çözüm ise ancak -diğer kaynaklarımız gibi- suyun da sürdürülebilir kullanımı ile mümkün olabilecek. Buna, az kirlenmiş suları yeniden kullanarak, yağmur sularını toplayarak, suyu israf etmeyerek, ve çatılarımızı güneş panelleriyle kaplayarak başlayabiliriz.