Amerika Birleşik Devletleri önderliğinde dünyaya karşı yürütülen savaşta yalnız küreselleşme ve askeri yöntemler değil, kalkınma projeleri de araçsallaştırılıyor. Bu kârlı projeler çok sayıda insanı yerinden ederken, kültürel ve çevresel anlamda yıkıcı etkileri de beraberinde getiriyor. Askeri ya da diğer araçların neden olduğu çevresel yıkımlarda yaşamı tekrar kurmaya çalışan, çevre kirlenmesi ve silahlardan kaynaklanan radyoaktif kirlenme sonucu hastalanan insanların bakımını sağlayan veya bir baraj nedeni ile yerinden edilip yoksulluğa mahkum edilenler ise genellikle kadınlar oluyor. Amerikan ve Avrupalı şirketlerin ve hükümetlerin işin içinde olduğu (öyle görünüyor ki bu işe İsrailli şirketler de dahil) GAP kalkınma projesi bunun en iyi örneği.
Ben bir arkeolog ve akademisyenim. Aynı zamanda 60’ın üzerinde ülkede siyasi partilerden bağımsız biçimde kadınların örgütlediği taban hareketlerinin oluşturduğu bir ağ olan Küresel Kadın Grevi aktivistiyim. Küresel Kadın Grevi “Öldürmeye Değil Yaşatmaya Yatırım” başlığı altında eylemler örgütlüyor. 1999’dan bu yana yürüttüğüm akademik çalışmam Ilısu barajının ve GAP projesindeki diğer barajların kültürel ve çevresel etkilerinin incelenmesini ve barajlardan etkilenen topluluklarla, özellikle de köylü kadınlarla yaptığım görüşmeleri içeriyor.
“Köylü kadınların çevre hakkında söyleyebilecekleri ne olabilir ki, ya da onlar kültür veya miras hakkında ne bilebilirler ki?” gibi ifadeleri hep duyarız. Fakat gerçek şu ki onlar kültür ve çevre hakkında oldukça fazla şey biliyorlar. Genellikle her yerde ailelerinin bakımını üstlenenler öncelikli olarak kadınlardır; kadınlar toplumda ve evde muazzam bir iş yükünün altına herhangi bir ücret almadan girmektedirler. Ve dünyanın çoğu yerinde ailelerinin yaşamlarını sürdürebilmeleri için toprağı işleyip yiyecek elde eden ve hayvanların bakımını üstlenenler yine kadınlardır. Dolayısı ile – barajlar ya da savaş nedeniyle – köyünü ve toprağını terk etmek zorunda bırakılmanın ne demek olduğu konusunda uzman olanlar onlardır. Türkiye’de kadınlar, özellikle de Kürt kadınlar çatışma nedeni ile korkunç, fazladan bir yük ile karşı karşıya kalmışlardır. Herkesin bekası için gösterdikleri çabayla kadınlar kültüre temel bir katkı sunmaktadırlar. Gösterilen bu çaba olmadan kültürün varlığından da bahsedemeyiz. Ben bunu “yaşatma kültürü” olarak adlandırıyorum ve barajlar tam da kültürün bu en önemli parçasını tehdit etmektedirler.
Bir arkeolog ve akademisyen olarak benim çalışmamı şekillendiren kadınlara ve kadınların ürettiği kültüre yönelik bu ilgim Küresel Kadın Grevi içerisinde oluştu. Barajlar özelinde bu ilgi kadınların bu projelere ve barajlar ve çatışmanın kendileri ve bakımını üstlendikleri yakınları üzerindeki etkilerine neden karşı çıktıklarını, bunlardan dolayı neden endişe duyduklarını ortaya çıkarmak ve bu bilgiyi kamusallaştırmak olarak kendini gösteriyor. Arkeolojik kurtarma projeleri için tarihi mekânları kazmıyorum – birçok köylü bunu hiçbir şekilde istemiyor. Haklı olarak bu kazıları barajların devamına yönelik çalışmalar olarak görüyorlar. Bunun yerine, ben bir arkeolog olarak kabiliyetlerimi suların altına gömülecek olan – "yaşatma kültürü" de dahil, tarihi ya da günümüze ait – kültürel mirasın değeri hakkında değerlendirme yapmakta kullanıyorum. İşte bu arkeolojik değerlendirmeler barajların yıkım tehdidine karşı bu yıkımların etkilediği toplulukları destekliyor.
Geçenlerde, köylü kadınlarla fikir alışverişi içinde, Kadın Grevi ile birlikte bir raporun değerlendirmesini hazırladım: Ilısu Barajı’nın Çevresel Etki Değerlendirmesinin Güncellemesi. Değerlendirmemizi, projeye fon vermeyi düşünen İsviçre, Almanya ve Avusturya hükümetlerine gönderdik. Şirketler ve hükümetler siyasi desteği ve fonu güvence altına almak için böyle raporlara ihtiyaç duyarlar. Fakat dünyanın her yerinde topluluklar kendi haklarında yazılan belgelerin veya raporların, doğrudan etkilenen insanların görüşleri alınmadan hazırlandığına şahit oldular. Ya da bu belgelerin ve raporların durumu saptırdığını gördüler.
Şaşırtıcı olmayan bir şekilde, raporun önceki 2001 versiyonu ile nerede ise aynı olduğunu gördüm; Aynı kapak, aynı bilgi eksikliği ve temel standartların ihlal edilmesi söz konusuydu. Rapor başta kadınlar ve onların etraflarındaki insanları yaşatmaya çalışırken ürettikleri kültürü, köylerini, toprakla ilişkilerini ve onun üzerindeki tüm kaynakları olmak üzere köylülerin kültürlerini ve miraslarını görmezden gelmektedir. Ve raporda barajın Kürt kültürüne etkisinden bahsetmekten özellikle kaçınılmaktadır.
Köylü kadınlar ve Kadın Grevi ile birlikte Ilısu ve diğer baraj bölgelerinde kadınların taleplerini görünür kılmak için çok çaba sarf ediyoruz. Bu talepler savaşa ve yoksulluğa karşı yürüttüğümüz mücadelenin bir parçası. Yetkililer ve barajları yapanlar kadınların taleplerini duymak istemiyorlar ve tabii çoğu zaman STK’lar ve siyasi partiler de.
Barajları yapanlar ve zarar tespiti yapan bilirkişiler nihayet bugünlerde raporlarında kadınlardan bahsediyorlar – fakat yalnızca yoksullukları barajlara devam edilmesi için bir bahane olarak kullanılan kurbanlar olarak. Bu belgelere inanacak olursanız, barajların özellikle kadınlar için mucizeler yaratması gerekirdi.
Tabii ki bu sözler hiçbir somut plan ya da fonla desteklenmiyor; dolayısıyla da barajların pek bir yerel faydası yok. Suçeken (Kürtçe adı Şikefta olan) köyündeki kadınlar soruyor: ‘Bizim sorumuz şu: bize zarar verecek mi?.’ Fakat bu soruya doğru bir cevap almayı bir yana bırakın, bu raporlar hakkında kayda değer bir bilgi dahi elde edebilmiş değiller.
Bizim gözden geçirdiğimiz raporda kadınların “yaşatma işi” ile topluma yaptıkları katkı hakkında herhangi bir değerlendirme yoktu. Raporda “yaşatma işini” üstlenenlerin barajlardan faydalanacaklarına dair bir ifade ile de karşılaşmadım. Ve büyük bir ihtimalle, eğer baraj yapımı devam ederse artan yoksulluk koşullarında kadınlar daha ağır bir yük üstlenecekler. Barajlar nedeni ile yerlerinden edilmiş kadınlara yönelik olarak geliştirilen “eğitim” ve “gelir üretimi”ni arttırmayı amaçlayan proje teklifleri de gerektiği gibi bütçelendirilmemiş. Ve raporda STK’ların ve özel sektörün nasıl dahil edileceğinden bahsediliş biçimine bakarsak, bu programlar için ayrılacak para kadınların kendilerine değil “yoksullara yardım eden” profesyonellere gidecek gibi görünüyor.
Çatışmanın etkilerinden bahsedilmiyor bile. Halbuki Suçeken’deki köylü kadınlar geçenlerde bize şunları söyledi :"Asıl sorun savaş. Yoksulluğumuzun temel nedeni bu savaş. En çok istediğimiz şey savaşın son bulması.”
Profesyonellerin böyle raporlar yazıp bu projeleri uygulamaları çok çirkin bir şey. Fakat yerel cemaatlere karşı kendilerini daha sorumlu hisseden, en azından onlara karşı sessiz kalamayan profesyoneller de var. Yetkili Çevreci James Ramsay diğer projelerinin yanında Dünya Bankası’nın projelerine de dahil olmuş deneyimli bir zarar tespit bilirkişisi. Kendisi Ilısu hakkında fikrimi almak için benimle iletişim kurdu ve onun ilginç fikirlerini de yorumumuza ekledik: "Ilısu Barajı’nın Çevresel Etki Değerlendirme Raporu’na (ÇEDR) 1997’nin Nisan ve Mayıs aylarında olası bir ekip lideri olarak dahil oldum ve tüm sürecin gülünçlüğü ortaya çıktığında ayrıldım. O dönemde uluslararası ÇEDR için çevre ekibini oluşturmakla sorumlu olan İsviçreli-Alman mühendis bazı şeyleri açıklığa kavuşturdu. Güvenilir bir alan çalışması ve danışma için gerekli kaynaklar ve izin sağlanmayacaktı ve ÇEDR’nin projeye önemli bir etkisi olmayacaktı. Dolayısı ile proje, etki değerlendirme raporu olsa da olmasa da yürütülecekti."
Avrupa hükümetleri baraj projesini bu koşullar altında nasıl destekleyebilir?
Başka yerlerde kazanılanlardan öğrenecek çok şey var. Bu yılın başında Küresel Kadın Grevi delegelerinden biri olarak Venezüella’daydım. Siyah ve Yerli halkın çoğunluğu yoksulluk içinde yaşarken çokuluslu şirketler ve Amerikan destekli Beyaz seçkinler yıllardır Venezüella’nın petrol gelirini çalıyordu. İlk ağızdan, yani taban hareketlerinden şimdi petrolden doğan servetin nasıl topluluklara iade edildiğini duyduk. Ayrıca Venezüella’da en alttaki kadınların bugüne kadar ücretsiz olan emeklerine anayasada değer biçildi ve bir devlet bankası da en alttaki kadınların ekonomik inisiyatiflerini finanse etmek için görevlendirildi. Kadınlar gecekondu bölgelerine tapu vermek için arazi etütleri yaptılar. Bu arada (önceden toprak ağalarına ya da çokuluslu şirketlere ait olan) boş arazilerin yeniden dağıtımı da kadınların geçindirdiği ailelere öncelik veren bir yasa ile desteklendi.
Biz oradayken Venezüella Cumhurbaşkanı Hugo Chávez en yoksulundan başlayarak yarım milyon kadının evlerinde yaptıkları iş için ücretlendirileceğini açıkladı. Ve Mayıs itibari ile dünyanın her yanındaki kadınların bu fantastik zaferi uygulanmaya başladı. Venezüella anayasası “yaşatma kültürüne” ne kadar değer verdiğini gösteriyor. Madde 88 şöyle diyor: “…Devlet ev içindeki işi katma değer yaratan ve toplumsal refah ve zenginlik üreten ekonomik bir faaliyet olarak tanır. Ev kadınlarına aynı zamanda sigorta hakkı da verilir.”
Zenginlik halktır – “yaşatma kültürünün” ürettiği de budur. GAP ve Ilısu planları ise bu kültüre değer vermemekle kalmıyor, bunu yok etme girişiminde bulunuyor. Aslında bunlar kadınlara, onların bakımını üstlendikleri insanlara, kadınların nesiller boyu yürüttükleri ve bugün hâlâ sürdürdükleri "yaşatma işlerine" karşı bir saldırıdır.
Diğerlerinin, kadınların yaşatma işlerini yapan tek kişi olmanın ağır yükünü hafifletmesini önermiyorlar. Kadının sorumlu olduğu kişilere saldırmak için kadına ve onun yaptığı işe saldırıyorlar. Bu nedenle kadınların yaşatma işine saldırı politik öneminin ölçüsüdür.
Maggie Ronayne’a şu e-mail adresinden ulaşabilirsiniz:
2006’da Suçeken köyündeki kadınlarla iletişime geçmemize yardım ettiği ve çevirileri ile destek oldukları için Ayşan Sönmez ve Feminist Kadın Çevresi’ne çok teşekkür ederiz.
Küresel Kadın Grevi hakkında daha fazla bilgi almak isterseniz Kürtçe ve Türkçe materyalleri de içeren siteye şu adresten ulaşabilirsiniz: www.globalwomenstrike.net
Maggie Ronayne Küresel Kadın Grevi ve Irlanda Ulusal Üniversitesi, Galway, Arkeoloji Bölümü, Öğretim Üyesi