Bu yazı daha çnce ZNet Türkiye sitesinde yayınlanmıştır.

İsrail askeri işgali nedir?

1948 yılında İsrail Devleti’nin oluşturulması, 750.000 Filistinli mültecinin topraklarından çıkarılmasıyla, ve bu mültecilerin ve torunlarının o günden itibaren vatanlarına dönme hakkından mahrum edilmesiyle sonuçlandı. İsrail’in yeni sınırları dahilinde kalmayı başaran Filistinlilerin çoğu bu sınırlar içinde kendi yerlerinden uzaklaştırıldı ve Yahudi vatandaşlara tanınan haklardan mahrum edildi. 1967 yılını takiben, İsrail devleti, askeri güç kullanarak Gazze Şeridi ve Batı Şeria olarak bilinen bölgeleri işgal etti. İşgalden sonra, Gazze Şeridi’nde ve Batı Şeria’da (bu bölge İşgal Altındaki Filistin Toprakları olarak da anılır) yaşayan Filistinliler kendilerine ait bir devletten mahrum bırakıldılar ve yabancı bir sömürge yönetimi altında yaşamayı sürdürüyorlar. Filistin topraklarında sürmekte olan işgal büyük ölçüde dış yardım sayesindedir, ve söz konusu dış yardım özellikle ABD’den gelmektedir.

İsrail'in Filistin’deki askeri işgali, Filistin toplumunda ataerkinin sürekliliğini nasıl sağlıyor?

Genellikle uluslararası alanda, İsrail’in Filistin’i işgali Filistin toplumunda ataerkinin sürmekte olan varlığında önemli bir etken olarak kabul edilmiyor. Buna rağmen, birçok çalışma, sürmekte olan İsrail işgalinin Filistin toplumunda ataerkinin sürdürülmesinde önemli bir etken olduğunu gösterdi.

İsrail işgali, Filistinlilerin kendi kaderini tayin hakkına zarar verdi ve böylece Filistin yasalarının ve yasal kurumlarının gelişimini engelledi. Yerli yasal kurumların yokluğunda, Filistinli kadınlar, yabancı ilkel yasalar tarafından idare edildiler ve haklarını kazanmanın bir aracı olarak yasal zemini kullanamadılar.

Örneğin, İşgal Altındaki Filistin Toprakları'nda geçerli olan kişiler hukuku, Osmanlı hukukunun, Britanya İmparatorluğu hukukunun, ve oy hakkı hareketi öncesi Ürdün hukukunun baskıcı ve eski öğelerinin bir bileşimidir. Buna ek olarak, kullanımda olan Osmanlı hukuku öğeleri laiklik hareketi öncesine dayanıyor, ve bu nedenle şeriat hukuku (dini hukuk) bu yasanın temelini oluşturuyor. Bağımsız bir devlet kurulmadan, Filistinli kadınların haklarını koruyacak yerli bir yasal çerçeve geliştirmek imkansızdır - ve bu İsrail işgalinin açık bir sonucudur.

Emek anlamında, Filistinli kadınlar, işgücünde her zaman etkin oldular; ve çok sayıda Filistinli erkek İsrail işgal kuvvetleri tarafından öldürüldüğü, sakat bırakıldığı ya da hapsedildiği için çoğu kez ailelerinin yegâne gelir kaynağı oldular. Sömürgeleştirilmiş herhangi bir ulusta olduğu gibi, Filistinlilerin emeği, sömürgeci iktidarın gelişimini kolaylaştırmak için talep edildi ve sömürüldü. Böyle bir ortamda, İsrail ‘orta sınıf erkekleri’ İşgal Altındaki Filistin Toprakları’nda yaşayan Filistinli kadınları, İsrail’de çalıştırmak üzere işe alıyorlar. Bu işler, mevsimlik ve sözleşmeli, ve bu nedenle çalışma koşullarının sömürücü olmasına elverişli. Filistinli kadınlar, yaşamak için vatanlarına dönme hakkından mahrum edilmelerine rağmen, İsrail fabrikalarında çalışmak için Yeşil Hat’tı geçmek üzere günlük olarak kaydediliyorlar. Ücretlere gelince, işgal altındaki topraklarda yaşayan Filistinli kadınlar, ‘değerli’ işçiler oldukları düşünülen İsrailli Yahudi erkeklere, İsrailli Yahudi kadınlara, İsrailli Arap erkeklere, İsrailli Arap kadınlara ve Filistinli erkeklere kıyasla, en düşük ücret ödenen kesimi oluşturuyorlar. Bu ortamda, kadınlar emeklerini örgütleyemiyorlar ya da sendikalara katılamıyorlar.

Eğitime gelirsek, işgal altındaki topraklarda yaşayan Filistinli kadınlar her zaman Filistin üniversitelerinde büyük oranda temsil edildiler. Buna rağmen, kadın öğrencilerin, diğer Filistinli sivillerle birlikte, okullarına ulaşabilmek için yasadışı İsrail kontrol noktalarından geçmeye zorlanması nedeniyle bu sayı düşüyor. Son iki yıl içinde, Batı Şeria ve Gazze Şeridi’nde Filistinlilerin hareket özgürlüğünü kısıtlayan yüzlerce İsrail askeri kontrol noktası inşa edildi. Kontrol noktalarını geçen kadınlar İsrail askerlerinin cinsel tacizine ve tehditlerine maruz kalıyor. Bu nedenle çoğu aile, kızlarının evden çıkmasına izin vermeye çekiniyor. Özellikle kırsal kesimde yaşayan ve şehir bölgelerine ulaşmak için sayısız kontrol noktasını geçmek zorunda kalan kadınlar eğitim hakkından mahrum ediliyor. Örneğin, Filistinli bir kadın bir İsrail askeri tarafından alıkonulduğunda ya da tacize uğradığında sadece işgalci askerler tarafından mağdur edilmiyor, aynı zamanda eve geç gittiği için ailesiyle başının derde girmesi tehlikesiyle de karşı karşıya kalıyor. Bu şekilde, işgal ve ataerki arasındaki kesişim açık olarak Filistinli kadınların bedenlerinde hissediliyor.

Filistinli kadınların siyasi katılımının tarihi nedir?

Filistinli kadınlar her zaman çok etkin bir biçimde siyasete katıldılar ve bu katılım İsrail devletinin oluşumunun öncesine uzanmaktadır. Birinci İntifada, Filistinli kadınların siyasi bilinçliliğine, örgütlenme ve hareket kabiliyetine örnek oluşturdu. Birinci İntifada’nın direncinin yüksek olması Filistinli kadınların becerikliliği sayesindeydi. Kadınlar sivil toplumun bir çok alanında ve halk komitelerinde aktif durumdaydılar.

Mesela, Filistinli kadınlar 1987’de Batı Şeria ve Gazze Şeridi’nde düzenlenen İsrail ürünlerini boykot kampanyasında öncü bir görev üstlendiler. Yerli Filistin endüstrisi olmadığından, boykot girişimini örgütlemek inanılmaz derecede zordu. Filistinli aileleri İsrail ürünlerini boykot etmeye ikna etmek için alternatif gelir kaynakları ve ürünler sağlamak gerekiyordu. Böylece Filistinli kadınlar, peynir ve reçel yapmak, ekmek pişirmek, ortak bahçeler oluşturmak gibi çeşitli faaliyetlerle kendi sanayilerini oluşturmaya başladılar. Bunu yaparak sadece boykot girişimini teşvik etmeyi başarmadılar, aynı zamanda Filistin ekonomisi için altyapı zemini geliştirdiler.

Aynı zamanda, birinci İntifada sırasında, Filistinli kadınlar, İsrail ordusu tarafından kapatılan okulların yeniden açılmasını hedefleyen bir kampanyaya önderlik ettiler. Bu kampanya sırasında Filistinli anneler çocuklarının gidebilecekleri yeraltı toplum okulları kurdular. Bu kampanya, diğer kampanyalarla birlikte, Filistinli kadınların İsrail güçlerine doğrudan karşı çıktıkları sokak eylemliliklerine bir ekti İsrail askerleri bir çocuğu tutukladığında Filistinli kadınlar toplu halde ortaya çıkıyor, çocuğun kendi çocukları olduğunu iddia ederek serbest bırakılmasını talep ediyorlardı. Askerler, genellikle, “kendi çocuğu”nun geri verilmesini talep eden düzinelerce kadın karşısında, hücrede tuttukları çocuğu serbest bırakmaları için kendilerini baskı altında hissediyorlardı.

Filistinli kadınların eylemliliğini incelediğinizde; bu eylemliliğin, tabandaki ihtiyaçlar, yaratıcılık ve şiddet karşıtlığına dayandığını görürsünüz. Bu, Filistinli kadınların sömürgeciliğe karşı silahlı direniş içinde yer almadıkları anlamına gelmez, çünkü kadınlar silahlı direniş hareketi içinde yer aldılar. Ancak Filistinli kadınlar, uluslararası hukukta işgale karşı silahlı direniş bir hak ise, pasif direnişin bir görev olduğunun farkına vardılar.

Filistinli kadınların siyasi katılımı 2. İntifada sırasında nasıl değişti?

2002 yılının Ağustos ayında Batı Şeria’ya gittiğimde, gerçekten, 1. İntifada sırasında lider olan Filistinli politik aktivist kadınları aramak için gitmiştim. Filistinli kadınların siyasi katılımının hiç olmadığı kadar düşük olduğunu görünce çılgına döndüm. Benim için, Oslo Sözleşmesi’nin, Filistinli kadınların ulusal kurtuluş mücadelesine olan siyasi katılımlarını düşürmekte oldukça etkili olduğu gerçeği açıklık kazandı. Oslo platformu, Filistinlilerin kayıplarını 1967’de işgal edilen toprak konusuna indirgerken, uluslararası dikkati Filistinlilerin işgal altında yaşadığı gerçeğine çekti. Böylece, Oslo, işgalin uluslararası alanda tanınmasını sağladığı anda, işgali gündemdeki tek mesele haline getirdi. Bu nedenle, sivil toplum örgütlerinin, işgal edilmiş topraklara yönelik ilgisinde yoğun bir hareketlilik yaşandı. Oslo, bir Filistin devleti (hiçbir zaman serbest bırakılmamış olan) umudunu ve bu umutla birlikte, gelecekte kurulacak devletin siyasi, ekonomik ve toplumsal temellerinin atılmasında Filistinlilere yardım için uluslararası bir teşebbüsü de beraberinde getirdi.

Görünen çelişki şu ki, (Batının hakimiyeti altındaki) sivil toplum örgütleri sanayisi, ulusal kurtuluşun önceliklerini kendi ilkeleri içinde barındıramayan liberal paradigma tarafından yönlendiriliyor. Bu nedenle, sivil toplum örgütleri devletin temellerinin atılmasına yardım ederken, Filistin halkının işgal altında olduğunu ve devlet altyapısının eksikliğinin yabancı işgalinin doğrudan sonucu olduğunu görmeksizin, tamamen insani bir noktadan hareket ettiler. Böylece, sivil toplum örgütü girişimcileri, belirtileri göstermeye çalıştılar, nedeni değil

Bu sorun uluslararası kadın örgütleri içinde kısmen telaffuz edildi. Uluslararası kadın sivil toplum örgütleri, Filistin ataerkisi ve İsrail işgali arasındaki bağlantıyı görmeksizin, Filistinli kadınların hakları ve toplumsal cinsiyet eşitliği konularında ilerleme sağlanması için maddi kaynak sağladı. Şimdi ise, uluslararası bağışçılar, Filistinli kadınların feminist mücadeleleri ile ulusal mücadeleleri arasındaki bağlantı koparmaya çalışıyorlar. Ataerki ve işgal arasındaki bağlantıyı kavrayan kadınlar bu bağlantıyı görmeyen bağışçılardan para almıyor. Sonuç olarak, uluslararası sivil toplum örgütlerinin fonları feminizm ve ulusal mücadele arasındaki ilişkiyi daha da koparmak için çalışıyor; ve bu durum, Filistin kadın hareketinin depolitize olmasına, ataerki ve işgal arasındaki bağlantının son derece gerçek olduğunu bilen, ancak bu bağlantıyı dillendirecek ve bu bağlantı etrafında örgütlenecek alandan mahrum bırakılan Filistinli kadınlar için bir tür ‘şizofrenik varoluş’ a neden oluyor.

Filistin kadın hareketini desteklemek için çalışmalarımızı nasıl geliştirebiliriz?

İktidara göre konumlarımızdaki farklılıklara dayanarak yüklenmemiz gereken sorumluluklardaki farklılıklara işaret ederken “süreksiz sorumluluklar” kavramını kullanıyorum. Filistinli kadınların karşılaştıkları baskıyı ortadan kaldırmaya samimi bir şekilde ilgi gösteren uluslararası kadın örgütleri ve fon sahipleri, şu anda iktidarlarını yanlış bir biçimde Filistin kadın hareketini de kapsayan, küresel güneydeki kadın hareketlerini, depolitize etmek için kullandıkları gerçeğiyle yüzleşmek zorunda. Onlar, Filistinli kadınların deneyimlerini kendi analizlerinin bir parçası haline getirmenin ne anlama geldiğini düşünmeye başlamak durumundalar. Bunu yapmak, Filistinli kadınların gündelik yaşamlarındaki ataerki ve işgal arasındaki ilişkinin görülmesi, ve bu ilişkiyi uluslararası feminist örgütlerin teoriğinin, pratiğinin ve gündeminin bir parçası yapmak demektir.

Diyasporada yaşayan Filistinli kadınların, İşgal Altındaki Topraklar’da var olan Filistin kadın hareketiyle ve uluslararası kadın hareketiyle ilişki kurma sorumluluğu vardır. İşgal altında yaşayan Filistinli kadınlar adına konuşmaya çalışmayalım. Bunun yerine, ilişki kurmak, yerel ve ulusalı birbirlerine anlaşılır kılmak için harekete geçelim. Aktivistler olarak eylemliliğimizin ahlâkı ve sürdürülebilirliği üzerine gerçekten düşünmeliyiz; böylece eylemliliğimizi, ataerki ve işgale karşı mücadele veren Filistinli kadınların gereksinimleriyle sürekli olarak ilişki içinde tutabiliriz.

Son olarak, işgal altında yaşayan Filistinli kadınların, ataerki ve işgal arasındaki bağlantının görülmesi için savaşma ve gündemlerini depolitize eden uluslararası fonların cazibesine karşı koyma sorumluluğu var. Tabii ki bu, işgal altındaki topraklarda, özellikle finansal desteğe aşırı derecede ihtiyaç duyulan Gazze Şeridi’nde, ekonomik durumun korkunç olduğu düşünülürse, oldukça zor. Örneğin, çoğu Filistin kadın örgütü, çok sayıda farklı fon teklifi yazıyor, ardından uluslararası bağışçılardan fon alan tekliflere göre gündemlerini oluşturuyor. Filistin kadın örgütleri, gündemleri depolitizasyonu hedefleyen uluslararası fon sahipleri tarafından belirlenirken, nasıl Filistinli kadınların çıkarlarını savunan tutarlı bir kadın hareketini sürdürebilirler?

Yerel Filistin kadın grupları, depolitizasyona direnmeye ve Filistinli kadınların yaşadıkları baskıcı gerçeklikleri - ataerki ve işgalin birlikte oluşturduğu gerçeklikler - değiştirebilecek fonları talep etmeye devam etmeliler. Toplumsal cinsiyet eşitliği ve Filistin devleti rüyası, mücadelemizin öncelikleri unutulduğunda, yani politik olanı kişisel olandan ayırdığımızda asla gerçekleşmeyecektir.

Bütün bu meydan okumalara birlikte karşı koymalı, ancak bunu yaparken farklı sorumluluklarımız ve oynamamız gereken farklı roller olduğunun farkında olmalıyız.

Daha fazla bilgi edinmek isteyen okurlar hangi erişimi kullanabilirler?

The Jerusalem Center for Women, www.j-c-w.org/ 

Bat Shalom of the Jerusalem Link, www.batshalom.org/ 

Z-magazine, http://www.zmag.org

Yazarlar Hakkında
/span>

Hanadi Loubani halen York Üniversitesi’nde doktora öğrencisi. Feminist ve ırkçılık karşıtı bir Filistin dayanışma grubu olan Filistin için Mücadele Eden Kadınlar’ın kurucu üyesi. Ayrıca, Toronto’daki Filistinli ve Yahudi kadınlarca oluşturulan diyalog grubunun kurucusu ve bu grubun bir üyesi. Loubani, 2002 yılının Ağustos ayında Filistin ve İsrail'i konu alan “Barışı İnşa Edenler: Filistin ve İsrail’de Barış Yanlısı Kadınlar” başlıklı bir kurulda yer aldı.
Jennifer Plyler, Toronto kökenli bir aktivisttir.