İsrail’in Batı Şeria’daki yasadışı yerleşim projesi ve güvenlik politikaları acımasızca ve kesintisiz bir şekilde sürüyor. Hem de Filistin Otoritesinin kendi güvenlik tertibatını ve Filistin içişlerini yönetmesine yönelik son dönemde gerçekleştirilen girişimlere rağmen. Yerleşim projesi, 1995 tarihli 2. Oslo anlaşmasıyla tesis edilen Filistin öz-yönetiminin bölgesel esasını yıkıcı bir tehlikeye düşürüyor. Bu proje, güvenlik uygulamalarını, işgal altında yaşayan her Filistinlinin tahammül ettiği dayanılmaz gündelik koşulları ağırlaştıracak şekilde arttırmak için İsrail’in bahanesi oluyor.

Şu anda Filistin Batı Şeria’sının tamamı baştan sona parçalara ayrılmış durumda: Filistinliler gitgide küçülen, kuşatılmış bölgelere (on kadar bölgeye) itilirken Yahudi göçmenler, yasadışı bir şekilde, geniş alanlar halinde Filistin arazilerine yerleştiriliyorlar. Bu alanlar daha sonra nüfus artışına olanak sağlamak için daha da geniş yerleşim bloklarına dönüşmek üzere birleştiriliyor ve bu blokların tümü sadece kendi kullanımlarına açık olan çevre yollarıyla İsrail’e bağlanıyor. Bu yasadışı yerleşimler ve onları çevreleyen güvenlik, kuşatılmış Filistin bölgelerini bölüyor ve bölgeleri aralarında hiç sınırdaşlık kalmayacak şekilde ayırıyor. Böylece, İsrail, kuşatılmış Filistin bölgeleri arasındaki hareketi ve Filistinlilerin dış dünyayla irtibatını kontrol altında tuttuğundan emin oluyor.

İsrail Başbakanı Olmert ve Filistin devlet Başkanı Abbas arasında görünüşte dostane geçen müzakerelere rağmen İsrail, işgali sonlandırmak ya da tasfiye etmek, yerleşimlerin yerini değiştirmek ve kontrol matrisini yok etmek konusunda en ufak bir rıza göstermiyor. Geçtiğimiz on yıl süresince İsrail Savunma Bakanı Shaul Mofaz tarafından 102’ye yakın “yasadışı karakol bölgesi”ne onay verildi. Mart 2005’te, İsrailli avukat Taliya Sasson imzalı, kabine onaylı bir raporun, yasadışı karakol bölgelerinin tasfiyesini şiddetle tavsiye etmesine rağmen değişen bir şey olmadı. Dörtlünün[[dipnot1]] yol haritasında yer alan “yerleşimleri durdurma” şartı bile, apaçık bir biçimde bilmemezlikten geliniyor. Uluslararası toplum her hamlesiyle, kendini İsrail’e uyum sağlamaya göre ayarlıyor. Sonuçta, uluslararası hukuka ve BM kararlarını ihlâl etmesine karşın İsrail, ABD ve diğer Batılı hükümetler tarafından dizginlenmedi ve bu nedenle politikalarını ve uygulamalarını değiştirmesi için ortada hiçbir sebep yoktu. Şimdi, Filistin Otoritesi harabeye dönmüşken ve Abbas kayda değer bir müzakarede bulunma tavrı sergilemezken İsrail her zamanki gibi kolay yoldan kanunlarını uygulamanın yoluna bakacak.

Çift katlı ve ayrı

Yerleşim projesini garanti altına alma hamleleri (şimdiden kısmî olarak hayata geçirilen) Kesintisiz Hareket planını tekrar gündeme getirecek. Plan sadece İsraillilerin kullanımına açık bir yol şebekesini resmileştirirken Filistinlilerin kullanımı için bir iç şebeke yaratıyor. Dünya Bankası ve diğerleri tarafından karşı çıkılsa da İsrail yol şebekesi projesini iki-devletli çözüm olarak sunmaya hazırlanıyor. Dünyanın, bunu Filistinlilerin acısını hafifletmesi beklentisiyle kabul edeceğine dair İsrail’in inancı tam. Ama bundan yarar sağlayacak olan da İsrail. Yol şebekesi projesi İsrail’i demografik sorunundan kurtarmakla kalmayacak aynı zamanda yerleşimleri yerli yerinde tutarak İsrail’e Filistinlilerden çaldıkları topraklara daha çok toprak ve değerli su kaynağı kazandıracak.

Şimdiye kadar 1200 km’lik yolun neredeyse tümü modern. “İsraillilere özel” vadilerde uzanan otoyol İsrailliler için ayırtıldı. Filistinliler ise, ırksal ayrım bir yana, Filistin şehirlerini birbirinden daha da fazla ayıran dolambaçlı yollar ve hapsedici tünelleri kullanmaya zorlanıyor. Endişe verici olanı, uluslararası toplumun bu çift katlı varoluşu her iki halk için de pragmatik bir çözüm olarak görmekte hiç zorlanmayacak oluşudur. Bu çözüm, 4 milyon Filistinliyle nasıl başa çıkılacağına yönelik çetin problemin çözümüdür. Yine endişe verici olanı, İsrail’in halihazırda kurmuş olduğu kontrol matrisinin Filistin devletinin varlığını tehlikeye düşürdüğüdür. İsrail’in istediği en son şey, eski BM askeri müsteşarı Alvaro de Soto’nun da bu yılın Mayıs ayındaki görev sonu raporunda belirttiği gibi, tek devletli çözümiçin “gölgeliklerden çıkmak ve orta yolda buluşmak”tır. İsrail iki-devletliçözümü de istemez. İki-devletli çözümü Batı Şeria’nın en iyi arazileri ve su kaynaklarının kontrolünü bağımsız bir Filistin devletine bırakmak olarak görecektir. İsrail’in tamamen çekilmesini sağlayacak, manidar herhangi bir uluslararası baskı olmaksızın Filistinlilerin umabileceği en iyi şey, Gazze’de olduğu gibi, İsrail’in dışarıdan kontrolü altında kalırken İsrail’in çözülmesini beklemektir.

Prensipte gerçeklik yaratmak

İsrail ve Filistin Kurtuluş Örgütü (FKÖ) 1993’te Prensipler Bildirisini (PB) imzaladığından beridir İsrail, nihai durumda kalıcı bir uzlaşıyı garantilemek için prensipte gerçeklikler yaratmak adına her şeyi yaptı. Yasadışı yerleşimlerde özellikle Ocak 2003 ve Haziran 2006 arasında çarpıcı bir artış oldu. Batı Şeria’daki yasadışı yerleşimlerdeki yeni yerler için İsrail İmar ve İskan Bakanlığı tarafından on binlerce emlak ihalesi yapıldı. Bunların çoğu Ramallah, Bethlehem, Salfit ve Kudüs eyaletlerinde gerçekleşti. 10 Ocak 2007’de Jerusalem Post (Kudüs Postası) gazetesinin bildirdiğine göre yerleşim faaliyetleri önceki yılın doğal artış oranına göre üç kat hızla artmış. Gazete İsrail İçişleri Bakanlığından alıntı yaparak bu yılın yüzde 5.8 artış oranını 2005’in yüzde 1.4 oranı ile kıyaslıyor. Bu yılın ocak ayında, BM Daimi Filistin Gözlemcisi Büyükelçi Mansour’un BM genel sekreterine yazdığı bir mektuptan alıntıyla, “Döner Kapı” politikası, İsrail tarafından, gerek Gazze Şeridi’nden gerek herhangi başka yasadışı karakol mevkiinden gelen Batı Şeria’daki yasadışı yerleşimcileri yeniden yerleştirmek üzere uygulanıyor. Geçtiğimiz sene Aralık ayında İsrail, 30 kadar ailenin konut sahibi olacağı, Ürdün Vadisinde yer alan yeni yasadışı yerleşime ilişkin planlarını açıkladı. Bu aileler, İsrail tek taraflı olarak bölmeden önce Gazze Şeridi’ndeki Gush Katif’te yaşıyorlardı. Konu her ne olursa olsun, tüm bu yasadışı yerleşimler Filistinlileri ekili alanlarından söküp aldığı gibi ilerleyen zamanlarda genişlemek üzere sakladıkları imar alanlarından etti. Başka bir deyişle, gelen yasadışı yerleşimcilerin talepleri her zaman varolan Filistinlilerin ihtiyaçlarından önde tutuldu.

Kudüs’ü güvence altına almak 

ABD’nin Kudüs’ün doğuya, yasadışı yerleşimlerin en büyüğü olan Ma’ale Adumim bloğuna doğru genişlemesini sınırlandıran E-1 planına karşı çıkması, İsrail’in Ocak ayında 44 ek yerleşim ünitesi inşa etmesine izin verecek ihaleler açmasını engellemedi. İsrail aynı zamanda Malha’nın Batı Kudüs mahallesini şehrin güneyindeki Gilo, Beitar Illit ve Etzion bloğu yerleşimleri ile bağlantılandırdı ve Doğu Kudüs’teki eski ve yeni yerleşim topluluklarında binlerce birim inşa edileceğine dair planlarını da açıkladı. Bu durum, 50.000’den de fazla ultra-Ortadoks Yahudi’yi bölgeye taşıyacak ve şimdiye kadar ağırlıklı olarak Filistinlilerden oluşan bu şehirde Filistinlileri azınlık olmaya itecektir. Kudüs’ün güney sınırında yer alan böyle bir yerleşim kuşağı, genişleyen Ma’ale Adumim yerleşimi ve yasadışı Ayrılık Duvarı, Doğu Kudüs’ü Batı Şeria’dan koparıp izole ederek ve Batı Şeria’nın kuzeyi ile güneyini ayırarak Filistinli nüfusun artmasını ve Filistin’in gelişmesini kasıtlı olarak engelliyor. 

İsrail Yüksek Mahkemesinin yerleşimlerin genişlemesine Duvar rotası bağlamında etkileri

İsrail Yüksek Mahkemesinin sayısız hükümlerine göre, Ayrılık Duvarı’nın rotası belirlenirken öncelik sadece İsrail’in güvenliğinde değildir; yasadışı yerleşimlerin güvenliği de hukuki bir şekilde göz önüne alınır. İşgal edilmiş bölgeye Duvar’ı inşa etme yetkisine sahip olan askeri kurumun bu etkileri Filistinlilerin insan hakları ile eş tutması gerekir. Ne var ki yakın zamanda alınan bir karar aslında İsrail ve yerleşimlerinin güvenliğine, bu güvenlik zorlamasının Filistinliler üzerindeki yıkıcı etkisinden daha fazla önem verildiğini gösterdi. İsrail Yüksek Mahkemesi karar verme süreçlerinde Uluslararası Adalet Divanı’nın 2004’te verdiği, İsrail’in güvenlik mazeretlerini reddetmekle kalmayıp Duvarı yasadışı ilan eden ve yıkılmak mecburiyetinde olduğunu belirten hukuki raporu hiçe saydı.  Üzücü olan şu ki İsrail Yüksek Mahkemesi yasadışı olanı normalleştirdi: Duvarı ve işgal edilmiş Filistin toprağındaki yerleşimleri. 

Genişlemekte olan yerleşimci bir devlet mi yoksa bir Filistin Devleti mi?

Kuşkusuz, bugün kurulmuş olan Filistin devleti Oslo mimarları tarafından öngörülmüş devlet olamazdı. İsrail Duvarı, yerleşimler ve sadece İsraillilerin kullandığı caddeler, İsrail’in sömürgeci yerleşim girişimi sebebiyle herhangi bir Filistin devletinden sonsuza dek taviz verileceğini göstermiş oldu. Bu, İsrail’in güvenlik kaygılarını sıralaması ve askeri varlığını yerleşimlerde tutması için ya da en azından, istediği an Filistin toprağına girme ve çıkma hakkını kendi kendine vermesi için yeterli bir sebep teşkil eder. İsrail aynı zamanda Filistin devletinin yaşamsallığını devasa boyutlarda etkileyecek şekilde, hava sahası ve sınır kontrollerini sürdürecek ve özellikle Filistin ekonomisi ve ticaretini tamamen İsrail’in merhametine havale edecektir. İsrail’in yerleşimler, kısıtlanmış yollar, askeri rezervler ve Filistin Batı Şeria’sının yüzde 93’ündeki geçilmez bölgelerle birlikte şimdiye kadar ortaya koyduğu, istilacı bir devlet olduğudur. Bu devlette Filistinliler, herkesin konuşup durduğu bir egemen Filistin devletinden ziyade kendilerine tahsis edilmiş kuşatma altındaki bölgelerde yarı otoriteye sahiptir.

Filistinliler, son dönem müzakerelerinden kalan toprak kırıntıları üzerindeki devlet görüntüsüne razı olurlarsa kendilerini hiç de uygun olmayan durumlarda bulurlar. Bu, İsrail’in kaprislerine tâbi olması, uluslararası kamuoyundan gelecek her türlü insani yardıma süresiz bir biçimde bağımlı olması anlamına gelir. İsrail işgal altındaki  Filistin’i zirai dayanaktan mahrum edeli çok oluyor. İsrail, Batı Şeria’nın temel yeraltı su kaynaklarını kontrol ederken çiftçilerin arazilerine girişleri engelleniyordu. Artık geçimlerini tarımdan sağlayamayan Filistinliler, İsrail malları almaya itiliyor ve hatta, Arap ülkelerinden bile daha uygun fiyatlarla mal alamıyorlar. 

Bu tür şartlar henüz olgunlaşmamış bir devlet için yıkıcı başlangıçlar demektir. Daha korkuncu ise, İsrail’in yasadışı olarak elde ettiği yerleşimlerin kalbine yerleştirilmiş sahte ve İsrail’in toprak talebiyle girişeceği saldırılara karşı hep savunmasız olacak bir devlet olmasıdır. Elimizde, İsrail’in saldırganca ya da başka şekillerde, yasadışı yerleşim projesini ilerletmeye devam edeceğine inanmamız için her türlü sebebimiz var. Ne de olsa uluslararası hukuka, anlaşmalara ve Birleşmiş Devletler kararlarına asla taraf olmadı ve kendinden asla herhangi bir açıklama yapması talep edilmedi. Henüz geçtiğimiz sene, Olmert yerleşimlerin çoğundan çekileceklerine dair sözünden dönmekle kalmadı, bunun yerine yerleşim inşaatları geliştirdi. Filistinliler açısından trajik olan, İsrail’in yasadışı yerleşim projesinin kalıcı bir gerçekliği olmasıdır. İsrailliler, Batı Şeria’dan tam anlamıyla çekilmezse ve 1967 öncesi sınırlar dahilindeki arazi ve su kaynakları tam bağımsızlığa kavuşmazsa müzakerelere konu olan Filistin Devleti çaresizce ölüme mahkûmdur.

Women for Palestine,  Kutsal Topraklarda şiddetsizlik ve insan hakları için sesini yükselten Avustralyalı kadınlardan oluşan bir ağdır. (Women for Palestine resmi sitesi http://www.womenforpalestine.com/020403v2/aboutus_wfp.htm’ den alınmıştır.)