Bu yazı daha önce ZNet Türkiye sitesinde yayınlanmıştır.
Korkunç bir şekilde hatalı yönlendirilen ve hasar yaratan “Teröre Karşı Savaş”ın bir türlü sonunun gelmemesiyle birlikte savaşın kadınlar üzerindeki etkisinin farkına varmanın aciliyeti giderek artmaktadır. Militarizmin alabildiğine şiddetlendirdiği bir salgın olan kadınlara yönelik şiddet salgını devam ettiği sürece gerçek anlamda barış olamaz. Kadınlara yönelik şiddet ve militarizm arasındaki bağlantıyı kurmak tüm kadınların yaşadığı şiddet kuşatmasını sona erdirmek için çok önemlidir.
“Öteki”ne karşı Güç teorisi, askeri harekatlar ve kadınlara yönelik saldırılar arasındaki bağı kurmamızı sağlar.. Bu teoriye göre bir birey, etnik grup, hükümet vs.nin istediğini öteki üzerinde güç kullanarak elde etmesi, izin verilebilir bir durumdur. Patricia Evans’ın belirttiği gibi, bu metot bizi bir uygarlık olarak insanlar ve kaynaklar üzerinde çok fazla güç tahayyül edip şimdi dünyayı toptan silip süpürecek güce sahip olma noktasına getirmiştir.
Bu güç teorisinin geçerli olabilmesi için, halklar, kültürler vb. arasında farklılıklar yaratarak (ne kadar yanlış olduğunun bir önemi yok) bir “öteki” tanımlanmak zorunludur. Öteki bir birey, ülke, etnik grup vs. olabilir. İki grup arasındaki farklılıkları vurguluyarak bir öteki yaratmaya dayalı olan bu teori, militarizmin yaşam kaynağıdır. Bu nedenle ötekinin “daha aşağı”da olduğu savunulur. Bu tanım yapıldıktan sonra öteki korunmalıdır ya da yok edilmelidir.
Çok iyi bilindiği gibi açıkça veya üstü kapalı bir şekilde kadınlar “öteki”dir. Sonuç olarak bu, kadınları ve kadınlığın tüm yönlerini kontrol altında tutmak ve aşağılamak için güç isteyenlerin gözünde gerekli hale gelir. Pek çok kültürde, kadınların erkeklerinin mülkü olduğu düşünülür. Bu yüzden, bir kadın tecavüze uğradığında bu, erkeğinin erkekliğine fiili bir saldırıdır. Bu fikir yürütmeyi kullanırsak, kadınlar belli bir kültürün, etnik grubun ya da ülkenin erkeklerinin onuruna saldırmak adına savaşın hedefi haline gelir. Bu nedenlerden ötürü, tecavüz ve kadına yönelik cinsel saldırının diğer biçimleri her zaman savaşın veya çatışmanın bir parçasıdır. Kadınlar saldırılabilecek, çalınabilecek ve leke sürülebilecek mülk olarak varsayıldıklarında, düşmanı kadınlaştırmanın ve küçük düşürmenin bir aracı haline gelir.
Kadına yönelik şiddetin pek çok türü, sivil nüfus ve çatışma sonrası durumlar üzerindeki dolaylı etkisi de dahil olmak üzere, militarizm tarafından azdırılır. Bunlar şöyledir: Hem ordu içinde hem de sivil nüfusa karşı tecavüz/cinsel saldırı ve taciz. Ev içi şiddet. Fuhuş, pornografi ve kadın ticareti.
Ataerkil devrin başlangıcından beri kadınlar savaşın ganimetleri olarak düşünülmüşler, üstü örtük “ikincil zarar” ifadesinin altında görünmezleştirilmişlerdir. Ruanda’da, 1994 soykırımında en az 250.000 kadına tecavüz edildi. 1990’lar boyunca 20.000’den fazla Müslüman kadın Bosna’daki etnik temizlik kampanyasının parçası olarak tecavüze uğradı. Ve 2003 kadar yakın bir tarihte BM, Demokratik Kongo Cumhuriyetindeki savaş boyunca binlerce kadın ve kız çocuğunun tecavüze uğradığını belirtiyordu. Grup tecavüzleri o kadar yaygın ve vahşiydi ki, doktorlar vajinal tahribi savaşla ilgili suçlar içinde sınıflandırmaya başladılar.
Askeri eğitim çoğunlukla kadına yönelik düşmanlığı ve kadınları aşağılamayı teşvik eder. Toplumsal cinsiyete dair hakaretleri kullanmak, erkekleri hem kendi kültürlerindeki kadınlara karşı hem de “öteki” kültürün kadınlarına karşı saldırgan davranma yönünde motive ediyor. Pornografi ve fuhuş her zaman için askerlerin gayri resmi bir şekilde onaylanmış eğlence biçimleridir. 1999’a kadar pornografik ürünler Birleşik Devletler askeriye kantinlerinde çalışan elemanlar tarafından kolaylıkla satın alınabiliyordu ki bu askerler pornografi malzemelerinin en büyük müşterilerindendi. Bunların arındırılması kantinlerin en az 10 milyon dolar kaybına neden oldu.
Fuhuş askeri eylemlerin sürekli etkilerinden bir diğeridir. Birleşik Devletler’in erkekleri mutlu etmek için her zaman hiç dillendirilmeyen bir askeri politikası olmuştur. Asker için bir aktif seks piyasası ve asker Birleşik Devletler yasalarını ve uluslararası hukuku doğrudan çiğneyerek tutarlı bir şekilde gelişmesi için izin verilmiştir ve cesaretlendirilmiştir. Kadınlar, iş vaadiyle yanıltma, aileleri tarafından satılma, kaçırılma gibi çeşitli yollarla ordu için fiili seks köleleri olarak fuhuşa zorlanmaktadır. Kadın ticareti güzergahlarının askeri karargâhların yanına kadar genişleyebilmesi sürpriz değildir. Filipinler ve eski Sovyetler Birliği’nden 5000’den fazla kadın 1990’ların ortalarında Güney Kore’de, özellikle Birleşik Devletler askeri üsleri yakınlarındaki barlarda “eğlendirici”ler olarak çalışmak üzere satılmıştır.
Ordu içindeki kadınlar da olağan hedefler olarak görülmektedir. Yakın tarihli bir araştırmada, emekli kadın askerlerin yüzde otuzu Birleşik Devletler askerleri tarafından kendilerine tecavüz edildiğini ya da tecavüz girişiminde bulunulduğunu belirttiler. Bir Savunma Şubesi araştırmasına göre Hava Kuvvetleri Akademisinin her beş kadın öğrencisinden biri öğrencilik süreleri içinde cinsel tacize uğradığını belirtti. Ne yazık ki bu saldırıların çoğu, kurbanlar kariyerlerine zarar gelecek şekilde ya da sadık veya vatansever olmamakla suçlanarak karşılık görmekten korktukları için olay zamanında bildirilmedi.
Cinsel taciz uzun süredir ordudaki kadınların başına bela olmuş durumda. Tailhook skandalı sorunun derinliğini orataya koyuyor. Bu olayda, elliden fazla subay, kadınları çeşitli cinsel yollarla saldırıya maruz bırakmakla suçlanmıştı. Bunların dışında altı subay da soruşturmayı engellemekten suçlandı. En önemlisi ise meclis oturumlarına ve kitle haberlerine rağmen olaya karışanlardan hiçbiri askeri veya sivil mahkemelerde yargılanmadı.
Militer kültürde ev içi şiddetin de uzun bir tarihi vardır. Birleşik Devletler ordusu içinde 1995’ten sonra 218 ev içi cinayet gerçekleşmiştir. Ev içi şiddet yaşayan asker aileleri için hizmet servisleri olsa da sistem, asker eşleri için ev içi şiddeti anlatmayı zorlaştırmaktadır.
Genelde mağdurlar için çok az koruma sağlanır. Şiddet uygulayanlar aleyhine çok nadir dava açılır ya da mağdur ettiklerinin yanından bile nadiren uzaklaştırılır. Kendilerine ev içi şiddet olayları anlatılan komutanların tavrı kurbanı korumak yerine “bununla ben ilgileneceğim, o benim askerim” şeklinde olmaktadır. Komutanlar için, askeri görevlerle çeliştiğinde hiddete hakim olma danışmanlığı konusundaki emirleri ve benzer şeyleri yok saymak alışılmadık bir şey değildir. Aslında ordu pek çok ev içi şiddet olayını askeri duruşmalar yerine idari işlerde ele almaktadır. Tam tersi bir şekilde 1990’da sivil olayların yüzde 80’i için dava açılmıştır.
Çatışma sonrası dönemler boyunca militarizmin etkileri de oldukça önemlidir. Savaştan dönen erkekler şiddet uygulama haklarını sıklıkla savaş alanından kendi çevrelerine taşırlar. Mesela, Afganistan’da bittiği varsayılan savaştan sonra kadınlar için koşullar oldukça kötüleşti. Tecavüz, zorla yaptırılan fuhuş ve evlilikler, yakıcı asitler, kız okullarının bombalanması ve kadınların satılması günlük işkencelerdendir. Burada, Birleşik Devletler’de, Fort Bragg, Kuzey Carolina’da 3 asker, Afganistan’daki görevlerinden döner dönmez kendi eşlerini öldürdü.
Eğer kadın düşmanı şiddet kadar küresel kadına yönelik şiddet salgınının da militarist güç uygulama düşüncesinin önemli bir bileşeni olduğunu inkâr edemiyorsak artık, zaman gelmiştir. Ama daha öteye gitmeli ve erkeklerin kadınlara uyguladığı şiddetin ne kadar yaygın olduğunu da fark etmeliyiz. “Barış” zamanında bile kadınlar için barış ortamı yoktur Yakın tarihli bir UNIFEM (Birleşmiş Milletler Kadın Kalkınma Fonu) raporuna göre her üç kadından biri hayatının bir döneminde cinsel saldırıya uğramaktadır. Birleşik Devletler Adalet Şubesi’ne göre her 90 saniyede 12 yaşından büyük bir kişi cinsel saldırıya uğramaktadır. Kurbanların yüzde 89’u kadın, saldırganların yüzde 99’u erkektir. Bu nedenle, kadın düşmanı şiddete dair bilinçliliği arttırmak için çalışanların ve militarizmi yok etmek için çalışanların gündemlerinin kesiştiğini fark etmeleri ve birlikte çalışmanın yollarını bulmaları çok önemli.
Bu amaç için kullanılabilecek ve kullanılması gereken pekçok araç var. Bunların arasında International Crime Court’dan (Uluslararası Suçlar Mahkemesi -ICC) yararlanılması olduğu kadar United Nations Security Council (Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi -UNSC) 1325’in ve Convention on Elimination of all sorts Of Discrimination Against Women (Kadına Yönelik Her Türlü Ayrımcılığın Önlenmesi Sözleşmesi -CEDAW) işletilmesi de bulunuyor.
2002’deki antlaşmayla kurulan ICC, cinsel şiddeti ve her türlü toplumsal cinsiyet şiddetini savaş suçu olarak tanımlayarak askeri çatışma boyunca kadına yönelik işlenen toplumsal cinsiyet-temelli suçlar için sorumluluğu düzenliyor. Ayrıca bu suçların daha iyi göz önüne serilmesini kolaylaştıracak ve kurbanlara yasal tavsiyeler vermenin yanı sıra tanıklarla kurbanların korunmasını sağlayacak araçlar da içeriyor.
Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi’nin 1325 Çözümü kadınların ve kız çocuklarının insan haklarının korunması ve bu haklara saygı duyulmasını emrediyor ve çatışma ve barış süreçlerinin önlenmesi, idaresi ve çözümü için kararlarda kadınların temsilinin artması için çağrı yapıyor. Ayrıca özel temsilciliklere atanan kadınların sayısının artması için de çağrı yapıyor. Diğer şartlar kadınların yerel barış inisiyatiflerini desteklemeyi ve kadınların ve kız çocuklarının hakları ve korunması için uygulanabilecek uluslararası hukuka saygı göstermeyi içeriyor. Kadınları ve kız çocuklarını toplumsal cinsiyet temelli şiddetten korumak için özel ölçütleri kabul etmeye ve Güvenlik Konseyi’nin görevlerinin toplumsal cinsiyet anlayışlarını ve kadınların haklarını, aynı zamanda yerel ve uluslararası kadın gruplarına danışarak, hesaba katmasını sağlamaya çağırıyor.
CEDAW 1979’da BM Genel Toplantısı’nda kabul edildi. Kadına yönelik ayrımcılık “...cinsiyete dayalı; sonucu ya da amacı kadınların tanınmasını, beğenisini veya deneyimini zayıflatmak veya değersizleştirmek olan; kadınların ve erkeklerin, insan hakları ve politik, ekonomik, toplumsal, kültürel, sivil veya herhangi bir alandaki temel özgürlükler açısından eşit olduğunu gözardı eden her türlü ayrımcılık, dışlama ya da engelleme” olarak tanımlanır CEDAW sıkça kadının insan hakları için referans gösterilmektedir.
Birleşik Devletler’in ICC’de yer almadığını ve UNSC 1325’i imzalamadığını ve CEDAW’ı onaylamadığını bilmek önemli. Ancak Irak ve Afganistan üç anlaşmaya da katıldı ve bu nedenle bu ülkelerdeki olaylara uygulanabilecek bir dava açılabilir. Özelde, şiddetin her zaman kurbanların insan haklarını ihlal ettiği açık olmalıdır ve bu nedenle UNSC 1325 ve CEDAW açıkça bu çatışmalara uygulanabilir. Ayrıca, her iki ülkede de belgelenen salgın şeklindeki tecavüzlere kesinlikle ICC tarafından ele alınabilir.
Bu araçlardan yararlanılmasını talep etmenin yanı sıra, erkeklerin cinsiyetçiliği ve şiddetine karşı sesimizi yükseltmemiz gerekli. Ne olduklarını adlandırmaya ve erkeklik unvanının bu toksik yönüyle kadınları öldüren militarizm arasındaki bağlantıyı kurmaya ihtiyacımız var.
Sonuç olarak, yetki elde etmek için farklı yollar bulmalı ve bu yolları izlemeliyiz. Gücünü, öteki üzerinde güç kullanmaktan değil içeriden ve birliktelikten alan sürdürülebilir bir sistem yaratmak için Riane Eisler’in ifade ettiği “ortak düşünme”den yararlanmamız gerekiyor. Eisler’in dikkat çektiği gibi, eşitlikçi ve demokratik değerlere dayalı bir ortaklık toplumunda şiddetin derecesi düşüktür çünkü ataerkide olduğu gibi egemenliği korumak için şiddete ihtiyaç yoktur. Başka şeylerin yanında, bunun üstesinden gelmek harcama önceliklerinde bir değişim gerektirir. Mesela, iyi çocuk bakımının ve iyi eğitimin bir çocuğun yeterli bir yetişkin olmasında büyük etkisi vardır. Şimdiye kadar eğitimcileri ve çocuk bakımı sağlayanları eğitmek için harcanan miktar askerleri eğitmek ve öldürme yetisi kazandırmak için harcananın yanında çok az kalır. Bu yüzden militarizmin insanların şiddeti ve ataerkiyi norm olarak kabul ederek toplumsallaşmasında oransız bir rol oynaması mümkün kılınmıştır. Harcama önceliklerinde değişim yaratarak toplumsal cinsiyet egemenliğinin yapıcı birliktelikler üzerindeki iktidarına izin veren toplumsallaşma sürecini değiştirmeye başlayabiliriz.
Yazar Hakkında
Lucinda Marshall feminist bir oyuncu, yazar ve aktivisttir. Feminist Barış Ağı’nın kurucusu ve yardımcı moderatörüdür. www. feministpeacenetwork.org
Şiddeti Yok Eden Erkekler’den Rus Ervin Funk ve Louisville, KY’deki Kadın ve Aile Merkezi ile beraber geliştirdiği militarizm ve kadına yönelik şiddet ile ilgili bir atölyenin yardımcı kolaylaştırıcısıdır. Bu makale, bu atölyede sunulan materyallerden bir kısmına dayanmaktadır.