Bu yazı, Feministçerçeve 2003'de yer alan "Savaş Hâlâ Savaş..." dosyasından alınmıştır.

Kadınlar, -Martin Luther King’in üç şeytan olarak adlandırdığı- savaş, ırkçılık ve yoksulluktan fazlasıyla etkileniyor. Fakat bizler, kadınlar olarak barıştan yana durduğumuzda, bunu özel mağduriyetimizden dolayı bir mesele yaratmak amacıyla değil, farklı bir güç görüşünü temsil etmek amacıyla yaparız. Kadınlar tarafından başlatılan ve yönetilen eylemlerin özel bir enerjisi ve gücü vardır. Bu güç, erkekleri dışlamaktan gelmez; aksine bu eylemlerin çoğu katılımcı erkekleri sıcak karşılar. Bu güç ve enerji, aksine, sevdiklerimizin yaşam değerlerini ve bakımlarını savunmak için kadınlar olarak bir araya gelişimizle ortaya çıkan, neşe ve ileri görüşlülük potansiyelinden kaynaklanır.

Irak üzerine dönen savaş senaryolarına karşı olan yüzlerce grup ve başlatılan yüzlerce eylem arasında önemli bir sayıyı, çağrısı kadınlar tarafından yapılan ve kadınlar tarafından düzenlenenler teşkil ediyor. Pembe Alarm: Barış Yanlısı Akılsız Kadınlar, 17 Kasım’dan beri Beyaz Saray’daki meclis oturumlarını bölmekte, ve halihazırda süren kadınların barış nöbetine güçlü bir destek vermekte. Siyahlı Kadınlar dünya çapındaki yüzlerce toplulukta düzenli bir şekilde nöbet tutuyor. Barış İçin İttifak’ın kadın kurulu olan Barış ve Adalet İçin Başkaldıran Kadınlar, 17 Ocak’ın kadınların savaşa karşı eylem günü olması için bir çağrı yayınlamış durumda.

Bu değerleri savunmak için, sadece savaşa karşı kadın seslerine değil, özellikle feminist seslere ihtiyacımız var. Çünkü feminizm ataerkiyi; kadınlar üzerindeki erkek denetimini kuvvetlendiren değer, fikir ve inançlar bütününü analiz etmemize olanak sağlar.

Hiçbir nitelikler bütünü, özü itibariyle; tamamen “dişil” ya da “eril” değildir. Kadınlar sert, cesur veya duyarsız olabilirler; keza erkekler de şefkatli, sevecen ve nazik olabilirler. Fakat ataerki, saldırganlık ve rekabetle bağdaştırılan nitelikleri erkeklere atfeder; değersizleştirilen yetiştirme ve hizmet rollerini ise kadınlara havale eder. Ataerki, sert olana yumuşak olanın üstünde, katı olana hassas olanın üstünde değer biçer; ceza, intikam ve kindarlık, şefkat, anlaşma ve uzlaşmadan daha değerlidir. “Sert” nitelikler, güç, başarı ve erkeklikle özdeşleştirilir ve göklere çıkarılır; “yumuşak” nitelikler ise zayıflık, güçsüzlük ve kadınlıkla özdeşleştirilir ve karalanır.

Ataerkil sistemde, erkekler, kadınlara atfedilen nitelikler sergilese ayıplanır ve zayıf oldukları düşünülür. Politikacılar seçimleri sert olmakla (teröre karşı sert, suça karşı sert, uyuşturucuya karşı sert ve kimsesiz annelere karşı sert olmakla) kazanırlar. İşbirliği, uzlaşma ve şefkat ya da karşılıklı dayanışmamızın tanınması için yapılan çağrılar, kadınsı zayıflıkla eşleştirilir. Güç sahipleri fakirleri ekmek parasından, sıkıntıdakileri ve hastaları tedavi ve bakımdan, sıradan vatandaşı mahremiyetten ve sivil haklardan sertlik adına mahrum bırakıyorlar. Güç kullanımı, ceza ve şiddet, ataerkinin çatışmalara ve toplumsal sorunlara cevabıdır.

Ataerki, nihai ifadesini savaşta bulur. Savaş, sert olanların sertliklerini ispat edebilecekleri ve kazananların kaybedenlere karşı zafer kazanabilecekleri alandır. Askerler; kadınsı ya da ödlek olarak adlandırılma korkusuyla, ölümle yüzleşme ya da uğraşma gönülsüzlüklerini bastırdıklarında, ölmeye ya da öldürmeye zorlanabilirler. Savaş merhamet üzerine her türlü argümanı ortadan kaldırır ve tüm yapıları şiddete boğar. Savaş, yönetenlerin hayatın her alanında denetimlerini kabul ettirmelerine izin veren engellemelerin meşrulaştırılmasıdır.

Deneyimli feministler, aslında kadınların doğuştan erkeklerden daha nazik, yumuşak huylu ve şefkatli olduğunu iddia etmezler. Eğer bunu iddia etseydik, dünyanın Margaret Thatcher’ları ve Condoleeza Rice’ları kısa zamanda aksini ispat ederdi. Biz, ataerkinin aptalca ve vahşice davranışı teşvik ettiğini ve ödüllendirdiğini iddia ediyoruz. Goril gibi göğüs yumruklamanın diplomasi olmadığına, dünyanın en büyük fallik silah kolleksiyonuna sahip olmanın ahlaki otoriteyi tesis etmeyeceğine, istilanın ve işgalin özgürleştirme hareketleri olmadığına dikkat çekecek; savaş tacirlerinin debdebe, kibir ve riyakârlık balonunu patlatacak; kulak tırmalayacak ve ağzına geleni söyleyecek feminist seslere ihtiyacımız var.

Ve dünyaya, modern savaşların hiçbir zaman sivil halkı korumadığını hatırlatmamız gerekiyor. Tecavüz her zaman bir savaş silahı olmuştur ve kadın bedenleri, fatihlerin ödülü olarak kullanılmıştır. Savaşta, yönetenlerin politikalarına dair söz hakkı bulunmayan kadınlar ve çocuklar -ve erkekler de- ölümle, sakatlanmayla, yaralanmayla, evlerini, geçimlerini ve sevdiklerini kaybetme tehlikesiyle karşı karşıya kalırlar.

Ataerki, bir grup insanı diğerinin üzerinde konumlandıran; cezayı, şiddeti ve imhayı hak ettiği düşünülen ‘öteki’yi insanlıktan çıkaran ve değersizleştiren ırkçılığın erkek kardeşidir.

Barış için feminist seslere ihtiyacımız var; çünkü kadınların özgürlüğü ve özerkliği meseleleri, alaycı bir şekilde, Arap karşıtı ırkçılığı ve Arap ülkelerinin askeri yollarla ele geçirilmesini meşrulaştırmak için kullanılıyor.

Bugün Müslüman dünya kadınlarının özgürleştiricileri pozu takınan ABD ve müttefikleri; kadınlar üzerindeki etkilerini düşünmeksizin Taliban’a, Saddam Hüseyin’e ve El Kaide’ye başlangıç fonu sağlayan, onları destekleyen ve kuvvetlendirenlerle aynı güçlerdir. Afgan kadınlarının ‘özgürleştiricileri’, RAWA (Revolutionary association of the Women of Afghanistan- Afganistan Kadınlarının Devrimci Birliği) gibi halka yakın kadın örgütlerini görmezden gelmişler; neredeyse Taliban’a eşit düzeyde baskıcı bir hükümeti iktidara getirip kızlarını eğitmek ve baskıcı yönetim altında bir parça özgürlük hissini koruyabilmek için hayatlarını tehlikeye atan kahraman kadınları dışarda bırakmışlardır.

Batı’da kadınlara uygulanan baskı asla bir sorun olarak ortaya konmazken, Arap toplumlarında kadınlara uygulanan baskının borazanlığını yapan ikiyüzlülüğü kınıyoruz. Batı, özgürlüğün bayraktarı olarak selamlandığında, Batı kültürünün içerdiği ırkçılığın, ekonomik baskının ya da kendine özgü şiddetin varlığı teslim edilmedi. Kadınlar Batı’nın sokaklarında güvenlikle yürüyemiyor; çocuklarımız için ekmek parasının, hastalıklarımız sırasında tedavinin ve yaşlılığımızda bakım ve desteğin teminatı verilmiyor. Dünya çapında, kadınlara ve çocuklara karşı uygulanmakta olan gündelik şiddet, dayak, cinsel hakaret, yoksulluk ve fırsat yoksunluğu gibi şiddet biçimleri; kadın bedeni üzerindeki küresel ticaret görmezden geliniyor.

Ve Batı’nın üstünden kâr elde ettiği muazzam küresel eşitsizlikler de görmezden geliniyor. Tarih de öyle; büyük ‘gelişimimize’ ve ‘aydınlanmamıza’ izin veren serveti meydana getiren şeyin, Doğu ve Güney’in Batı tarafından sömürülmesi olduğu gerçeği kabul edilmiyor.

Dünya çapındaki Müslüman ya da gayri-Müslim toplumlarda kadınlara baskı uygulandığı gerçektir. Ancak kadınlar, yüzlerce yıldır uygulanan sömürü politikalarını sürdürenlerin, kaynaklara kendileri için el koyanların ve aynı zamanda kadın varlığının derin bir parçası olan kültüre ve mirasa karşı önyargıları kışkırtanların tanklarıyla ve bombalarıyla özgürleştirilemez.

Gerçekten yaşamı ve özgürlüğü umursayanların, özgürleşme ve sosyal adalet için mücadele eden her kültürden kadınları desteklemek için -fethetmek için değil- çalışacaklarını söyleyecek barış yanlısı feminist bir sese ihtiyacımız var.

Irak’a karşı savaşın emniyetle, güvenlikle ya da özgürleşmeyle ilgisi yok. Savaşın gerçek amaçlarından biri, Irak’ın zengin petrol rezervleri üzerinde kontrol elde etmek, bir diğeri de Orta Doğu üzerinde ABD hegemonyası kurmaktır. Irkçılık imparatorluk ideolojisidir; bize, diğer gruptan üstün olduğumuz için onları yönetmeyi hak ettiğimizi söyleyen inançlar bütünüdür.

Irkçılık ve ataerki, uygulayıcı alaylarının askerlerin, polisin, yargıçların, bürokratların ve iktidarın kurumlarını koruyan memurların asker toplama aracıdır. Ataerki, ırkçılık, homofobi, Araplara ve Müslümanlara uygulanan ayrımcılık, anti-Semitizm, yaş ayrımcılığı ve önyargının tüm biçimleri gözlerimizi aşağıya, kendimizden aşağıda gördüğümüz kişilere çevrili tutar ve böylece yukarı bakıp nasıl manipüle edildiğimizi göremez hale geliriz.

İnsani değerin hiyerarşisinin olmadığını, tüm çocukların üzerine titrenmesi gerektiğini ve dünya çapında kadınlarla, çocuklarla ve erkeklerle ortak bir zemin talep ettiğimizi haykıracak güçlü feminist seslere ihtiyacımız var.

Fakirlerin oy hakkını elinden alan, dünya çapında çalışan insanların geçim kaynaklarını olması gerekenden düşük düzeye indiren, serveti ve gücü gittikçe daha az elde birleştiren, aile çiftliğini, canlı mahalleleri, yıllar boyunca yetişmiş ormanı ve elde kalan son kırsal alanları silip süpüren, atmosferi zehirleyen, dünyanın iklimini bozan ve gezegenin her türlü yaşam destek sistemini tehdit eden ekonomi politikalarının can damarı petroldür; nihai uygulayıcısı da ordudur.

Ulus-ötesi şirketlerin hakimiyetindeki küresel kapitalist sistem aynı zamanda, sertliği ve acımasız rekabeti göklere çıkarır; bakım, şefkat ve yetiştirme değerlerine karşı su katılmamış bir horgörü sergiler. Kadınlar, küresel ekonomi için ucuz ürünler üreten maquiladora’lar[[dipnot1]] ve terleme atölyeleri için eleman sağlar. Dünyadaki fakirlerin büyük çoğunluğu, kadınlar ve çocuklardır.

Barış yanlısı feminist bir ses, savaşın asıl sebeplerini tanımlamalı ve dillendirmeli. “Barış”, -ekonomik adalet de dahil olmak üzere- adaletten ayrı tutulamaz. Ve gerçek güvenlik yalnızca, küresel bir karşılıklı yardım ve destek ağı ördüğümüz zaman sağlanabilir.

Bu büyük bağlantıları kurmak, şefkatin zayıflık, vahşetinse güç olmadığını bildirmek, bakım ve yaşam değerlerine olan desteğimizi hayata geçirmek için kadınların eylemlerine ihtiyacımız var. Ve sonuç olarak, seslerimize katılmaları için ve hayatın -yani barışın gerçek zeminine olan bağlılığımızın- savunulmasında bir anne kaplan gibi kükremeleri için, hem kadınlara hem de erkeklere ihtiyacımız var.

/span>