Bu yazı Boğaziçi Üniversitesi Kadın Araştırmaları Kulübü (BÜKAK) Bülteni BÜ’de Kadın Gündemi’nin Bahar 2004, 6. sayısında yayınlanmıştır.
6-7 Aralık 2003 tarihlerinde İstanbul Kadın Platformu[[dipnot1]] tarafından düzenlenen “Savaş Dünyasında Kadına Yönelik Şiddet” başlıklı uluslararası sempozyum Türk ve Kürt kadınların yanısıra İngiltere’den, Filistin’den, Kıbrıs’tan, İtalya’dan katılımcıların da sunumlarıyla gerçekleşti. Bu sempozyumun düzenlenmesinde emeği geçenler şöyleydi: Barış Anneleri İnisiyatifi, Demokratik Kadın Hareketi Girişimi, Emekçi Kadınlar Birliği, Feminist Kadın Çevresi, Gökkuşağı Kadın Derneği, Özgür Kadın Dergisi, Özgür Kadının Sesi Dergisi, Üniversiteli Genç Kadınlar, bireysel olarak destekleyen kadınlar, Asrın Hukuk Bürosu’ndan kadınlar, DEHAP’lı Kadınlar, Emekçi Hareket Parti Girişimi’nden Kadınlar, Göç-Der, SDP’li Kadınlar, Yeni Dünya İçin Çağrı Dergisi’nden Kadınlar. Hay Gin Ermeni Kadın Platformu, MKM’li Kadınlar, TUAD’lı Kadınlar ise sempozyumu destekleyenlerdendi.
BÜ’de Kadın Gündemi’nin beşinci sayısı için hazırladığımız Kadına Yönelik Şiddet dosyasında kadınların hayatlarının her alanında çeşitli şiddet uygulamalarıyla karşılaştıklarını, son bir yıl içinde AB ile uyum paketi çerçevesinde getirilen yasal düzenlemelere rağmen kadına yönelik şiddet uygulamalarının arttığını ve daha görünür hale geldiğini vurgulamıştık. Bu anlamda kadına yönelik şiddet konulu uluslararası bir sempozyumun örgütlenmesinin önemli olduğunu düşünüyoruz. Bu nedenle de bu sayımızda 6-7 Aralık 2003 tarihlerinde gerçekleştirilen “Savaş Dünyasında Kadına Yönelik Şiddet” başlıklı sempozyuma yer verdik.
Sempozyum Cumartesi ve Pazar günleri üçer oturum halinde yapıldı. Sempozyumun ilk gününde savaş ve kadına yönelik şiddet tartışıldı. İkinci gün ise kadına yönelik şiddetin farklı boyutları irdelendi. Savaş ve kadına yönelik şiddet; militarizm, göç, çatışma bölgelerinde kadınların özgürlük, barış ve kimlik mücadeleleri ekseninde tartışıldı. İkinci gün aile içi şiddet ve ekonomik şiddet oturumların vurgu noktalarıydı. Bunun yanı sıra karma yapılarda kadın politikası üretebilme de sempozyumda tartışılan önemli konulardan biri oldu.
Bizce, kadınların hayatlarına derinlemesine nüfuz etmiş olan şiddetin kadınlar tarafından düzenlenen bir sempozyumda tartışılmasının önemli bir adımdır. Ancak zaman yetersizliği ve oturum sayısının fazlalığı nedeniyle tartışmalar uzun tutulamadı. Bunun yanı sıra, kadına yönelik şiddet ve çözüm yollarının tartışıldığı sempozyumda feminizm vurgusunun eksik kaldığı söylenebilir.
Savaş Dünyasında Kadına Yönelik Şiddet sempozyumunu ele aldığımız bu dosyada Filistin’den Maha Nassar, Barış Annesi Müyesser Güneş, Siyahlı Kadınlar’dan Liana Bonelli, Kıbrıs’tan Cemaliye Volkan ve Avrupa’da mülteci kadınlar üzerine çalışmalar yapan Leyla Boran’la yaptığımız röportajlar yer alıyor.
Filistin’den Maha Nashar ile sempozyum ve Filistin’deki kadın hareketi üzerine röportaj
Sempozyum hakkında ne düşünüyorsunuz?
Bu sempozyumda bulunmaktan çok mutluyum. Filistinli kadınların deneyimlerini, acılarını, nasıl örgütlendiklerini, topluma nasıl yardımda bulunduklarını; ulusal ve sosyal mücadelelerini nasıl sürdürdüklerini aktarabilmem için bu sempozyumun çok iyi bir fırsat olduğunu düşünüyorum. Dünyanın diğer bölgelerindeki kadınların farklı deneyimlerini, özellikle Türkiyeli kadınları ve onların çok saygı duyduğum mücadelelerini öğrenmem de benim için çok iyi bir fırsat. Bu sempozyumun çok iyi organize edildiğini ve sempozyumu başarılı kılmak için fazlasıyla gayret sarf edildiğini düşünüyorum.
Feminist hareket ve Filistin özgürlük mücadelesi arasındaki bağlantı hakkında ne düşünüyorsunuz?
Kadın hareketi ulusal özgürlük mücadelesinden doğmuştur. Bu yüzden de kadın hareketi gündemi ulusal mücadele gündeminden türemiştir ve onun bir parçasıdır. Elbette ki, kadınların kendi ihtiyaçları ve işgal nedeniyle yüz yüze kaldıkları acılar dışında kadınlar olarak her gün karşılaştıkları acılar da var. Fakat biz Filistinli kadınlar olarak dengeyi sağlamak, neyin öncelikli olduğunu belirlemek ve kadınlarımızın asıl ihtiyaçlarını görmek için elimizden gelenin en iyisini yapmaya çalışıyoruz. Böylece bizlere örgütlü kadınlar olarak saygı duyuyorlar. Fakat kadınlar açken, çocuklar açken ve kadınlar çocuklarını kontrol noktalarında doğururken biz sadece kadınlara yönelik şiddetten, özgür cinsellikten ve benzeri konulardan bahsedersek, insanlar bizi toplumdan uzak olarak algılarlar. Bu yüzden kadınların ihtiyaçlarını kararlaştıracağımız ve bu ihtiyaçları karşılayacağımız uygun dönemi bulmalıyız. Kadınların hakları konusunda da gözümüzü her zaman açık tutmalıyız ve kadınların hakları ve sosyal ihtiyaçları ile ilgili elimizdeki her fırsatı değerlendirmeliyiz. Mesela; medeni kanun, ceza hukuku, tartıştığımız aile hukuku, kadınlara uygulanan şiddet, anayasada kadın ve namus uğruna işlenen cinayetler. Biz namus uğruna işlenen cinayetler konusunda pek çok şey yaptık. Namus yüzünden öldürülen bir kadının evinin önünde gösteri yaptık ve bunu kınamak için insanlardan imza toplayıp gazetelerde yayınladık. Yani demek istediğim dengeyi sağlamalıyız.
Barış Anneleri’nden Müyesser Güneş’le sempozyum ve Barış Anneleri üzerine röportaj
Sempozyum hakkında ne düşünüyorsunuz?
Sempozyum kadın için çok önemli bir konudur çünkü tarihi de, kanunu da erkekler yazmıştır ve bunu kendi menfaatleri doğrultusunda kendi çıkarları için yapmışlardır. Kadın tamamen mahrumdur bu kanunlardan. Bugünkü sempozyum ise bizim için ön açıcıdır. Gönül ister ki bu sempozyumlar gittikçe büyüsün, sık sık yapılsın. Dünyada en ağır şartlarda yaşayan bölgelerden biri de Türkiye’nin Güneydoğu bölgesidir. Bu sempozyumun Güneydoğu bölgesine gitmesi bence iç açıcı olabilir. Çünkü orada yirmi yıl süren bir savaş yaşandı. Bu savaşta kadınların mağduriyeti ortadadır. Kadınlar bu savaşta cezaevine atıldı, çeşitli hakaretlere maruz kaldı, tecavüze uğradı, taciz edildi. Bunlar hala da devam etmektedir. Bunun üzerinde fazla durulmuyor. Ne Türkiye’de, ne dünyada, ne de diğer Avrupa ülkelerinde. Güneydoğu’daki kadınların çoğu kendi ayakları üzerinde duramamaktadır. Bir kısmı, savaşta yaşadıkları deneyimlerden, çektikleri acılardan, evlatlarını kaybettikleri zaman cenazelerinde ağlamaktan, zorlanmaktan yani zor şartlar altında yaşama pratiğinden dolayı kendilerini geliştirmişler ve kendi ayakları üzerinde durmaya başlamışlardır. Geriye kalanlar ise hala kendi savunmalarını yapamamaktadır. Bence bunun en önemli nedeni Kürtlerin dillerinin yasaklı olmasıdır. Eğer bizim dilimiz yasal olsaydı Kürt kadınlarının kendilerini savunması daha güçlü olurdu. Çünkü Kürt kadınlarının çoğu gözaltına alındıkları zaman başka dil bilmedikleri için savunmasız kalıyorlar. Kürtçe konuşulması ve Kürtçe eğitim verilmesi yasallaşırsa kadınlar kendilerini rahatça ifade eder ve bu vakalar da azalır diye düşünüyorum.
Siz savaş bölgesinde yaşıyorsunuz ve bir Barış Annesi’siniz. Dünyada savaş bölgelerinde yaşayan ve barış isteyen başka kadınlar da var. Bu kadınlarla Barış Anneleri olarak bir ilişkiniz var mı?
Bizim ilişkimiz var. Türkiye’deki tüm kadın kurumlarıyla, mesela Katagi, Amargi, Kadının Sesi, DEHAP Kadın Kolları, feminist kadınlar hatta aydın kadınlarla, yazar kadınlarla da ilişkimiz var. Bunun yanı sıra Avrupa’daki ve dünyadaki çeşitli ülkelerden kadın örgütleriyle ilişkimiz var. Mesela; Fransa Barış Kadın Bürosu, Fransa Kadın Vakfı, Iraklı, Filistinli, İranlı, Suriyeli kadınlar, İspanya’ dan, İtalya’ dan kadınlar, Amerika’nın Kaliforniya eyaletinden şimdi ismini unuttuğum bir kadın kurumu. Yani bir çok ülkede bizim danışmanlarımız var. Biz bundan dolayı hem mutluyuz hem de umutluyuz. Elimizden geldiği kadar ilişkilerimizi daha da ilerleteceğiz, örgütlenmelerimizi daha da güçlendireceğiz. Çünkü bu kadın dayanışması; kadınların birleşmesi, maddi ve manevi güçlenmesi, birbirlerinin acılarını öğrenmesi, faili meçhullerden, intiharlardan, savaşlardan korunmasıdır. Ben tüm kadınların, tüm annelerin bir arada yaşayacağı barışçıl bir dünya için umutluyum. Benim bir çağrım daha var. Özellikle Türk annelerine, Türk şehit annelerine bir çağrım var, çünkü hepimiz anneyiz, hepimiz acı çekiyoruz, bu kirli savaşlarda ağlayan yine bizler oluyoruz. Yani kadın öfkeyi hak etmemiştir. Kadınların kin, nefret ve düşmanlık duygularına kapılmaması gerekir. Çünkü kadın tarihsel olarak barışçıdır. Evladını koruyan kadındır, kocasını koruyan kadındır, kardeşini koruyan kadındır, ailesini koruyan kadındır. Kadın barıştan yanadır. Türk şehit annelerine çağrım budur: Ellerini Barış Anneleri’nin ellerine uzatsınlar. Çünkü bir savaş varsa ve barış isteniyorsa savaşın iki tarafının da adım atması gerekiyor. Kürt kadınları, bu kirli savaşlarda çok acı çekmiştir; evini, köyünü kaybetmiştir. Üç-dört-beş evladını kaybedenler vardır; kardeşini, kocasını, annesini, babasını kaybedenler vardır. Ben de bir Barış Annesi sözcüsü olarak iki evladımı kaybettim. Onlar benim için dünyanın en güzel varlıklarıydı ama onları geri getiremem. Ama ben diyorum ki; geleceğimiz için, gelecek çocuklarımız, torunlarımız için çalışalım. Bu da tabiki Türk annelerinin desteğiyle olur. Umutluyum. İki üç hafta önce ben şehit ailelerinden güzel kelimeler duydum Star televizyonunda. O dönemde Türkiye’nin askerlerinin Irak’a gitmesi söz konusuydu. Onlar çıkıp dediler ki, biz savaş yüzünden bir bedel ödedik bir daha da ödemek istemiyoruz. Eğer başbakan, bakanlar, milletvekilleri ülke için savaş istiyorsa, ülke için onlar da şehit versin dediler. Bunlar önemlidir. Böyle bir destek bize gelirse devlet de hükümet de geri adım atar, barış sağlanır diye düşünüyorum.
Liana Bonelli ile sempozyum ve Siyahlı Kadınlar üzerine röportaj
Sempozyumla hakkında ne düşünüyorsunuz?
Burası çok iyi. Bu toplantıları çok ilginç bulduk. Çeşitli akımlardan gelen, çeşitli görüşlerdeki bir sürü kadın bir aradaydı. Gençlerin çok olması bize ilginç geldi. Örneğin İtalya’da daha çok orta yaşlı kadınlar kadın konularıyla ilgileniyor. Sempozyumda birçok genç kadın var. Bunu görmek bizi mutlu etti. Toplantılar ve tartışmalar çok seviyeli oluyor. Farklı görüşlerdekiler birbirlerine saygı göstererek çok güzel tartışıyorlar. Farklı görüşlerin bir arada bulunması hem çok ilginç hem de çok güzel. Çok güzel organize edilmiş.
Siyahlı kadınlar İtalya’da nasıl örgütleniyorlar?
Siyahlı kadınlar merkezi bir örgüt değil. İtalya’nın bir sürü şehrinde varlar ve bu şehirlerde gerçekleştirilen eylemlere kendileri karar veriyorlar. Örneğin biz, barış için oturma eylemleri yapıyoruz. Bu örgütlenmeler birbirinden özerk olduğu için her şehirde başka türlü eylemler, toplantılar yapılıyor. Yani bütün İtalya için merkezi bir karar alınıp merkezi bir örgütlenme yapılmıyor. Diğer bir amacımız da farklı ülkelerin kadınlarıyla dayanışma içinde olmak. Mesela; Afganistan’daki kadınlar, Filistin’deki kadınlar; Türkiye’deki kadınlar, Kürt kadınlar. Onlarla görüşmek istiyoruz.
İtalya’daki kadın hareketinin durumu nedir?
İtalya’da kadın hareketi son üç yıl içinde hızlanmaya başladı. Sürekli olarak kadınların aleyhine yasalar çıkartılıyor. Buna karşı kadınlar bir şeyler yapmaya çalışıyorlar. Kadınların durumu aslında çok kötü ama kadınlar mücadele etmeye çalışıyorlar.
Cemaliye Volkan ile sempozyum ve Kıbrıslı kadınlar üzerine röportaj
Sempozyumla hakkında ne düşünüyorsunuz?
Buraya kadar izlediğim kadarıyla güzel bir girişim. İstanbullu kadınların böyle bir platformu oluşturması ve dünyanın savaş ortamında militarizme odaklanarak kadınların bu konudaki görüşlerine yönelik bir çalışma yapması çok doğru geliyor bana. Bu kadar kalabalık olacağını düşünmemiştim doğrusu. Çünkü militarizm konusunda konuşmak, Türkiye’de insan hakları ihlallerinin sürdürüldüğü bir ortamda birazcık da zor olacak gibi gelmişti bana. Öyle düşündüğüm kadar da zor değilmiş. Herkes rahatlıkla konuşabiliyor. Yalnız eleştireceğim bir şey var. Türkiye’deki kadınlar daha fazla teoriye önem veriyorlar. Yani teorik olarak olaya bakıp ezen ezilen ezdiren ilişkisine, emperyalizme, faşizme çok odaklanıyorlar halbuki pratik yaşamda bunlar daha farklı çalışır. İlla ki bir cevap almaya çalışıyorlar; halbuki pratik içerisinde bunların daha doğru bir zemine oturtulabileceğini düşünüyorum.
Kıbrıs’taki kadın hareketi ve devletin buraya müdahalesi hakkındaki düşündükleriniz neler?
Kıbrıs’taki Türk kadınların özel olarak geliştirdiği organize bir hareket yok. Öyle bir çalışma da başlatılmış değil. Bunun sebebi tabiki bir takım sorunları olduğu için. Mesela bilinçli kadınların bu konular için yeterince zamanı olmuyor. Fakat Rum kadınlarında ortak örgütlenmeler var. Dünya kadınlarıyla bağ kuran bazı örgütler de var ama bunlar burada odaklanan konulardan biraz uzak.
Onların genel gündemini ne teşkil ediyor?
Orada Kofi Annan planının tartışılması var ki ben buna katılmıyorum. Çünkü bu plan hazırlanırken görüşme sürecine sadece yönetenler ilişkisi taşındı. O planda sivil toplum örgütlerinin, kadınların, gençlerin istedikleri yok. Birleşmiş Milletler orada kendisini bu soruna çözüm bulmak için görevli saydığından birtakım şeyler üretiyor. Fakat bizim adımıza görüşmeci olarak giden kişi inatla bunu tartışmadı. Lehimize olabilecek birçok süreci boşa harcadı. Biz toplumumuzda demokratikleşme, sivilleşme ve çözümden yana örgütler olarak tavrımızı koyduk ve bunu istediğimizi belirttik. 1999 yılından itibaren orada çok büyük eylemler yapıldı; ama maalesef yöneticiyi, Denktaş’ı etkilemedi. O yine bildiğini okudu. Tabi karşısındaki kişinin de işine geldi bu. Böylece Rum tarafı uzun bir süreçte gerçekleştirmek için planladığı stratejide başarılı olmuş oldu. Çünkü onların gündemi uluslararası platformdan Kıbrıs sorununu alıp Avrupa Birliği gündemine taşımaktı. Şu anda onu yapmış durumdalar. Çünkü kendileri de militarizmden korktukları için can güvenliği hissetmiyorlar. “Türk ordusu orada oldukça yürür alırız; bütün ada bizim olur” gibi demeçler veriliyor. Bundan korktukları için arkalarına Avrupa Birliği’ni dayama ihtiyacı duydular ki böyle bir süreci yaşamasınlar. Ama ben konuşmamda bu sürece gelinene kadar çok farklı koşullardan geçildiğine, Kıbrıs’ta çok farklı süreçlerin yaşandığına değineceğim.
Peki bu konuda çalışan kadınlar olarak herhangi bir baskı görüyor musunuz?
Tabi ki görüyoruz. Kadınlar sokağa yeni yeni çıkmaya başladılar. Çünkü yıllarca evinde kaldı kadın; şehit lafını kullanmayı sevmiyorum ama savaşlar sırasında kayıplar verdi; eşini, oğlunu kaybedenler oldu. Fakat bu tip insanlar hükümet kanalından çeşitli menfaatler gördükleri için konuşmadılar bu konuda. Ama banka krizleri, diplomalı işsizler, ekonomik krizler, yoksullaşma arttıkça onlar da paralarını kaybettiler. Bununla beraber oğullarını göç etmeye başladılar ve toplumda sosyal patlamalar görüldü. Tabi çözümden yana olan sivil toplum örgütleri de bunu örgütlediler, körüklediler. Sonunda siyasal partiler de katıldılar hareketin içine ama o halk hareketi olarak doğan çizgide gidilmedi seçimlere. Yani halkın talebi bütün barış güçlerinin, demokratik güçlerin bir araya gelip statükoyu iyice sıkıştırmaları ve bunu dünyaya duyurmalarıydı. Maalesef barış ve çözümden yana olduğunu söyleyen partiler bölündüler, farklı farklı kulvarlarda gidiyorlar seçime. Ancak halk gene de desteğini sürdürüyor.
Türk ve Rum kadınlarının birlikteliği görülüyor mu?
Evet bu konuda daha fazla yakınlaşmaya dönük çalışıyoruz. Ancak, buradaki gibi siyasi bir çalışma yok.
Leyla Boran ile sempozyum ve mülteci kadınlar üzerine röportaj
Sempozyum hakkında ne düşünüyorsunuz?
Bunun politikada, hükümet düzeyinde ve toplumsal bağlamda verilen mücadeleler anlamında, kadın hareketinin ve kadınların tarihinde önemli bir adım olduğunu düşünüyorum. Bu adım; kadının politikada, toplumda ve tarihte mücadelesine devam etmesi açısından inanılmaz derecede önemlidir. Bu organizasyonu oldukça başarılı buluyorum; çünkü farklı ülkelerden, farklı altyapılara sahip kadınlar burada bir araya gelebiliyor, verilen mücadeleler üzerine tartışmalar yürütebiliyor, çözüm yolları bulabiliyor ya da çözüm arayışına girebiliyor.
Bize çalışmalarınızdan ve örgütünüzden bahsedebilir misiniz?
Avrupa’da pek çok mülteci kadın içinde yaşadıkları topluma, kültüre, dile ve ülkeye entegre olmuştur. Bu da göç eden kuşakların büyük zorluklarla karşılaştığı anlamına gelir. Bu kuşaklar hem göç edilen yerde doğan çocukları, hem de bir müddet ülkelerinde yaşadıktan sonra göç eden yaşlıları kapsamaktadır. Göçün mülteci kadınlar üzerinde de büyük etkileri vardır. Mülteci kadınların çoğu depresyon durumundadır, uyum zorluğu çekmektedir, toplum ve devlet tarafından tanınmamaktadır. Ayrıca mülteci kadınlar ülkelerini ziyaret edememektedir; hem evde hem de iş yerinde çalışma yükünü çekmektedir. Hükümet, mülteci kadınlar üzerinde, pasaportlarının kullanımını kısıtlamak gibi pek çok uygulamaya girmektedir; yurt dışına çıkmaları ve geri dönmelerinin azaltılmasının yollarını aramaktadır. Bu koşullar altında kadınlar, kendilerini yalnız hissetmektedirler.
Örgütümüz International Free Women Foundation(Uluslararası Özgür Kadınlar Kuruluşu), 2001 yılının Mart ayında Amsterdam’da kurulmuştur. Hükümet dışı, bağımsız, kar amacı gütmeyen bir kuruluştur ve Ortadoğu ve AB kadınları tarafından kurulmuştur. Bu örgütün amacı, dayanışma sağlamak ve kadınların kendilerini ifade etmelerine olanak tanımaktır. Odak noktalarımızdan biri, eğitim çalışmaları düzenlemek, uluslararası işbirliği ve iletişim ağları kurmaktır. Üyelerimiz için eğitim kursları ve gönüllü etkinlikler düzenlemekteyiz. Bu kurslar, kız çocukları ve kadınlar için bilimsel, kültürel, pedagojik ve sanatsal anlamda çalışmalar yapan kampları ve şiddetin kadının kişisel gelişimi üzerindeki etkilerini konu edinen seminerleri içermektedir. Sonuç olarak örgütümüz sadece kadınlarla ve kadın siyasetiyle ilgilenmektedir.
Bu sempozyuma benzer olarak, örgütümüz de 2003 yılında, The Commission Women’s Center Maxmur ile “Savaş, Şiddet ve Göç” başlıklı konferansı düzenlemiştir. Bu konferansın amacı, Maxmur’dan gelen mülteci kadınlarla dayanışmayı sağlamak ve farklı kültürler arasında diyalog geliştirebilmektir.