Yerküreyi kasıp kavuran pek çok savaş karşıtı eylemlerden birisi olan Lysistrata Project, bize kadınların savaşa muhalefetinin insanlık tarihinde çok eskilere dek gittiğini kanıtlıyor. Erkekler savaşa girdikleri takdirde, onlarla ilişkilenmeyi reddeden kadınları anlatan antik bir komedinin yeniden canlandığını görmek, beni her ne kadar mutlu etse de, kadın direnişinin daha modern bir versiyonunu tercih ediyorum.
Şiddet kullanmayan bir küresel ordu kuran ve her ülkede iktidar konumundaki erkeklere karşı ayaklanan kadınları anlatan bir hikâyeye ne dersiniz? Onlarla alışverişi kesip, evde ve ev dışında onların işlerini yapmayı, onlara bakmayı ve onlarla birlikte davranmayı reddediyoruz. Toplumun itici gücü halindeki patriarkal ve sömürgeci şiddetten bıkmış, bunu sona erdirmek için ayrıcalıklarından vazgeçip mücadeleye katılmaya istekli erkeklerle gönüllü bir ortaklık kuruyoruz.
Onlardan ilk talebimiz kitle imha silahlarını ortadan kaldırmaları. Odak, elbette ki, George W. Bush olacak. Ancak bütün ülkelerdeki kadınlar öncelikle büyük silahların ardından da diğerlerinin yok edilmesini talep edecek. Ev içinde, işyerinde, sokaklarda, polis gücünde veya orduda olsun, şiddet eylemine bulaşmış bütün erkekler terörist olarak gösterilecek ve popüler eğitim öğretim merkezlerinde onlardan şiddet yöntemlerini unutmaları istenecek. En büyük gizli silah depolarına sahip ülkeler ilk sırada yer alacak, ancak bütün ülkelerdeki kadınlar talepte bulunacak.
Rejim değişikliğine ihtiyaç var
Silahsızlanma yeterli olmayacaktır. Bir rejim değişikliğine ihtiyacımız var. Erkekler iktidar kaldıracını yeterince ellerinde tuttular. Onların iktidar üzerindeki süre giden tekelleri dünya barışına, çevrenin yaşamsal varoluşuna ve aslında gezegenin varlığını sürdürmesine karşı en büyük tehdittir. Bu sistemin kendi içinde alternatifi yok. Geri adım atmadıkları sürece yumuşamayacağız -ki kadınlar böylelikle barışı yaratabilsinler.
Kadın hareketi patriarkayı alaşağı etmeyi ta 1960'lardan beri amaçlıyor. Bizler erkek zihniyetin kadınlar üzerindeki egemenliğinin ekonomik üstünlük, romantik aşk mitleri ve erkek üstünlüğü sayesinde varlığını sürdürebildiğini anlamış bulunuyoruz; ancak en nihayetinde bu, tehdit ve şiddet gerçekliğiyle devam edebiliyor. Aynı şiddet, ekonomik üstünlük ve ırkçılık miti, Avrupa ülkelerinin sömürgeleri üzerindeki egemenliğini korumuştur. Bütün egemenlikler şiddet ve şiddet tehditlerine sıkı sıkıya sarılır.
Kanada'da barış hareketi her zaman için feminist hareketin bir parçası olagelmiştir ya da tam tersi. Muriel Duckworth ve Ursula Franklin gibi kadınlar daha biz dünyaya gelmeden çok önce barış mücadelesi vermişlerdir. Onlar sözlerine sadık bir şekilde mesajlarını yeni kuşaklara iletiyorlar.
Barış için Kadınların Sesi (The Voice of Women for Peace), Kadının Statüsü Üzerine Ulusal Eylem Komitesi'nin (NAC) gruplarından biriydi. Akademisyenler bunun ikinci dalga feminist hareketin ülkedeki ilk grubu olduğunu düşünüyorlar. 1960'ta kurulan grup başlangıçta, Duckworth'e göre bir feminist gruptan ziyade bir kadın grubuydu. O zaman da, şimdi olduğu gibi, gezegenin varoluşu nükleer silahlanma yarışının sonucuna bağlıydı. Kadınlar nükleer denemeleri durdurmak için seslerini yükseltmekle kalmayıp, kampanyalar düzenlediler.
Barış yanlısı feministler, kimin dost kimin düşman olduğunu belirleyen tanımları kabullenmeyi reddettiler. 1967'de Kadınların Sesi, ülke çapında dolaşmak üzere Kuzey Vietnam'dan bir kadın delegasyonunu Kanada'ya davet etti. "Onların düşman oldukları düşünülüyordu" diyor Duckworth. Ancak Kadınların Sesi anladı ki, bu Viet Conglu kadınlarla, onların ülkelerindeki insanlar üzerine bombalar atan Birleşik Devletler'in yöneticilerinden çok daha fazla ortak yönleri var.
En son Körfez Savaşı'nda, kadınlar yine kilit bir rol üstlendiler. Albertalı Yvonne Standford, ülke çapında savaş karşıtı protestolar düzenleyen Barış Karavanı'nın çok önemli bir organizatörüydü. Bana "umarım şimdiki barış hareketi bizim yaptıklarımız üzerine yükseliyordur" dedi.
Vencouver'daki bir kadın doğrudan eylem grubu şehir çapında bir askeri birliğin önündeki kaldırımlara "ölü bebekleri" dizdikleri (tabii ki oyuncak) bir eylemi de içeren savaş karşıtı gösteriler düzenliyor. Ancak savaş karşıtı etkinliklerin çoğunda feminist sesler henüz görünür ya da duyulur değil.
Yazar Hakkında
Judy Rebick, Toronto Ryerson Üniversite'sinde Sosyal Adalet ve Demokrasi üzerine çalışmakta.