Diyanet İşleri Başkanlığı’nın, 8 Mart’ta yaptığı, “feminizm ahlaksızlıktır” açıklaması maksadını aştı ve tam da feminizme, feminist analize ve aktivizme ne kadar çok ihtiyacımız olduğunu gösterdi. Yapılan açıklamayı talihsiz bir yanlış anlama/anlatma olarak nitelendiriyorum. Diyanet İşleri Başkanlığı için işin trajedi ile komplo arasında gidip gelen bir tarafı var.
Olayı trajik kılan Diyanet İşleri Başkanlığı’nın– her ne kadar laik bir sistemde varlığı gün be gün sorgulanır hale gelen bir yapının içinden özgürlükçü bir söylemin çıkmayacağı aşikar olsa da- feminizmden bu kadar bihaber olma ihtimalidir. Zira bu bihaberlikle kendini feminizm üzerine değerlendirme yapabilecek bir adres olarak görmesi hayli ilginçtir. Bu durumda Diyanet İşleri’ni böyle temelsiz bir metni yazmaya iten şey nedir ciddi merak konusudur. Bu bihaberliğin hala toplumsal sorumluluk taşıyan bir kurum tarafından fütursuzca beyan edilmiş olması kurumun ciddiyeti ile ilgili soruları şüphesiz arttıracaktır. Şimdiye kadar Diyanet İşleri’nden “biz yanlış metni koymuşuz teknoloji işte olur böyle hatalar” gibi bir açıklama gelmediği düşünüldüğünde Diyanet İşleri’nin yaptığı işi kusurlu görmediği anlaşılmaktadır. Hal böyle olunca, Diyanet İşleri’nin kendini düşürdüğü durumdan çok ne yapmaya çalıştığı önem kazanıyor ki bu da sarkacın komplo tarafının daha ağır basmasına neden oluyor. Öyle anlaşılıyor ki Diyanet İşleri “…İslam Dini'nin inanç, ibadet ve ahlak esasları ile ilgili işleri yürütmek, din konusunda toplumu aydınlatmak ve ibadet yerlerini yönetmek. (633 S.K. md.1).” olarak tanımlanan işlerinin yanına bir de “feminizmle/kadınlarla mücadele etmeyi” eklemiş. Bakın Diyanet İşleri Başkanlığı ne diyor:
...Bir kere, feminizm hareketine kapılan kadın, genel olarak kayıtsız şartsız özgürlük düşüncesiyle aile için vazgeçilmez olan birçok kural ve değerleri hiçe saymakta; esasen sosyal hayatın hiçbir alanında hiçbir insan için geçerli olmayan? “Kendi hayatımı canımın istediği şekilde yaşamak hakkımdır!” şeklindeki anlayışı, bütün değerlerin üstünde bir değer ve kanun kabul etmektedir. Bu telakki, bütünüyle ahlâkî değerler ve kurallar ile kutsallık kazanan aile yuvasının iğreti bir hal almasına, kadın ve erkeğin, aile sorumluluklarını çekilmez bir yük ve bir tür esirlik gibi algılamalarına yol açmaktadır...”
Buradan Diyanet İşleri’nin feminizm ile ilgili temel endişesinin aile kurumuna dair olduğu anlaşılıyor. Buna göre korunması gereken şey bireylerin mutluluğu değil ailenin kendisi olarak tanımlanıyor. Oysa aynı yazının başında şöyle denmektedir:
...Çünkü insanlar farklı dinlere, kültür ve geleneklere, toplumsal yapı ve siyasî rejimlere sahiptir veya bağlıdır. İnsan hakları doktrini bu farklılıklara bakılmaksızın herkesin sahip olduğunu var saydığı bazı haklardan yola çıktığı, insanla ona egemen güçler, fertle devlet arasındaki ilişkiler bakımından evrensel standartlar getirmeye çalıştığı için belli bir ortak anlayışı ve tanıtımı da kaçınılmaz kılar...[[dipnot1]]
Diyanet bir yandan eşitliği savunurken diğer yandan nasıl oluyor da “kutsal aile” içinde var olagelen adaletsizliği, eşitsizliği, kadına yönelik ekonomik, cinsel, sosyal şiddeti görmezden gelip bunları görünür kılan bir ideolojiyi de ahlaksızlık olarak nitelendiriyor? O zaman kabul ediyorum. Evet; feminizm bu anlayışa göre ahlaksızlıktır, bunun başka çaresi yok. Çünkü feminizmin bize getirdiği ahlak bu tür bir ahlak değil. O, tüm iktidar ilişkilerini ortaya serelim, ezeni ezileni bir bir görelim görmekle kalmayalım, bu ilişkileri eşitlik çerçevesinde değiştirelim diyen bir ahlak. Adaletsizliği görmezden gelmeyi kabul etmeyen bir ahlak...
Feminizm kadın ile erkek arasındaki biyolojik farklılıklara yüklenen toplumsal anlamları sorgular. Kadınlık ve erkekliğe yüklenen anlamların kadını ikincil, erkeği ise esas olarak kurmasını eleştirir ve bu ilişkiler içerisinde bir değişim öngörür. Dolayısı ile eşitsizlikleri görünür kılmakla kalmaz, bu eşitsizlikleri ortadan kaldırmayı hedefler. Cinsiyetler arasındaki farklılıklardan kaynaklanan eşitsizliği bir yazgı değil insan elinden çıkmış bir adaletsizlikler silsilesi olarak görür. Feminizme göre bu eşitsizliklerin muhafaza edilmeleri için hiçbir neden yoktur. Zira bu eşitsizlikler kadınların ezilmesi ile sonuçlanır.
Diyanet ise kendine feminist diyen kadınları “kişisel arzu ve çıkarı” ön plana çıkarmak ile suçluyor ve “eşine ve çocuklarına bağlılığı, yuvanın mutluluğuna katkıda bulunmayı kendi istek ve tutkularının üstünde tutan kadın tipi”ni ideal kadın tipi olarak gösteriyor. Feminizmi karikatürleştirip feministleri “şehvet düşkünü”, “bencil” kadınlar olarak ortaya koyuyor ve kendi doğru kadın tipini bu kadınlardan farklılaştırıyor.
Kadınların mutluluğunu ise “İslâm’ın getirdiği hayat anlayışını, insana verdiği değeri, yüklediği ağır sorumluluğu ve insan ilişkilerinde hâkim kılmaya çalıştığı ölçüleri daha iyi kavramalarına” bağlıyor. Diyanet İşleri bunu yaparken ataerkil sistemin getirdiği güçlü eşitsizlikleri, yoğun baskıları, şiddeti ve potansiyel yıkımı göz ardı etmekte, bir de kendi İslam anlayışını savunmak diğer inanma biçimlerini ötekileştirmek için kadınları kullanmaktadır. Buna göre İslam dünyasında İslami gerekliliklere göre yaşayan toplumlarda zaten kadın sorunu diye bir şey söz konusu değildir. Bu toplumlarda kadın ve erkek görevlerini bilir ve bunlara göre yaşarlar. Oysa Diyanet İşleri Başkanlığı’nın sorumlu olduğu coğrafyada kadına yönelik şiddetle ilgili rakamlar hiç de öyle söylemiyor. CNN Türk’ün web sitesinde yayınlanan habere göre Türkiye’de sadece kayda geçen kadına yönelik şiddet oranları aşağıdaki gibi:
Emniyet Genel Müdürlüğü Asayiş Daire Başkanlığı’nın hazırladığı "2006 Yılı Faaliyet Raporu "Türkiye'de şiddete maruz kalan kadın sayısını gözler önüne serdi. Buna göre geçen yıl 72 bin 643 kadın şiddet içerikli suçlardan mağdur oldu. Bu kadınlardan 842'si cinayete kurban gitti, 9 bin 317'si ise yaralandı. Polis kayıtlarına göre 22 bin 884 kadına darp edildi. Aile içi şiddete maruz kalan kadın sayısı ise 14 bin 989. Emniyet raporu cinsel suça maruz kalan kadınların sayısında artış olduğunu gösteriyor. Raporda geçen yıl 113 kadının tecavüze uğradığı yer aldı. Emniyet, geçen yıl intihar eden kadın sayısını 466 olarak açıkladı. 2006 yılı verileri Türkiye'de şiddete maruz kalan kadın sayısının önceki yıla göre yüzde 76 oranında arttığını gösteriyor. Buna göre 72 bin 643 şiddet mağduru kadından, 11 bin 2 'si 18 yaş ve altında. 2005 yılında bu rakam 7 bin 231'di.
Bu bağlamda diyanetin açıklaması söylemsel olarak etkileyici ve anti-feminizmi körükleyici gibi dursa da aslında sergilediği tutarsız tavırla kendi altını boşaltmaktadır. Analiz olarak tamamen altı boştur ve art niyetlidir. Bize düşen ise feminizme, feminist aktivizme ve analize daha çok sarılmaktır.