Şu anda Türkiye'nin başlıca gündemi ekonomik kriz ve Türkiye'nin krizden nasıl etkileneceği. Sizce kriz Türkiye'yi nasıl etkileyebilir ve Türkiye'de ne gibi politik ve ekonomik koşullar doğurabilir?
Krizin etkisinin önümüzdeki yıllarda iki mekanizma yoluyla daha belirgin hale geleceğini söylemek mümkün: birincisi dış borcun düzey/oran/yapı anlamında bileşimi ve cari açığın büyüklüğü. Erinç Yeldan Türkiye’deki krizin bankacılık krizi değil, reel sektörün, daha zamana yayılmış, daha derin bir krizi olarak yaşanacağına işaret ediyor. Dış borç yapısına baktığımızda, finans-dışı özel sermaye kesiminin döviz cinsinden borcu ağırlık kazanıyor, kısa vadeli borçların oranı yüksek. Öte yandan cari açığın büyüklüğü, ihracatın ithalata bağımlılığı ve dış pazarlardaki daralma, özellikle AB ülkelerinde yaşanan durgunluk ile birlikte ele alındığında likidite krizinin Türkiye’de etkili olacağı söylenebiliyor. Aslında, 4-5 yıldır yüksek faiz/düşük kur politikasından epey zarar eden ihracata yönelik üretken sermaye kesimleri, çalışma sürelerini uzatarak, istihdamı azaltarak işsizlik oranlarını yukarıya iten bir etki yaratmaktaydı; bunun yanı sıra ara/yatırım mallarında üretim yapan diğer bir kesim üretken sermaye de, mevcut kur rejiminin avantajlarını kullanarak teknoloji-yoğun malların üretim ve ihracatını artırmaktaydı. Bu eğilimin de işsizliği yükselttiğini biliyoruz; göreli yüksek büyümeye rağmen “istihdamsız büyüme” diye adlandırılan sürecin dayanakları böyle özetlenebilir. Dolayısıyla, kriz üretken sermayenin tercihleri doğrultusunda zaten artma eğiliminde olan işsizliği, iyice yukarıya çekecektir; ihracatçı sektörler başta olmak üzere, önce küçük ve orta ölçekte işletmeler işçi çıkartacak ya da bir kısmı iflas edecektir. Büyük holdinglerin etkilenmeye başlamasıyla tablo daha da vahim olacaktır. Öte yandan zaten küçülmüş/dönüşmüş olan tarımsal üretimden kopup şehre göç edenlerin sayısındaki artışla, işsizlik ve kent yoksulluğu/yoksunluğunun yükseleceğini; enformalleşme, esnek/güvencesiz çalışma biçimlerinin yaygınlaşacağını söyleyebiliriz. Çalışma saatleri artacak, ancak kıdem tazminatı, ikramiye, fazla mesai ödemeleri, ve süt izni, kreş, servis gibi olan yasal haklar kırpılacaktır. Bu kaotik durum AKP iktidarının sorgulanmasına ve feminist/sol/sosyalist/muhalif hareketlerin yükselmesine yol açacak bir imkan yaratabilir diye düşünüyorum. Ancak aynı zamanda daha baskıcı, daha faşizan önlemlerle birlikte etnik/dini kutuplaşma ve milliyetçiliğin de yükseleceğini unutmamalı. Hele ki ihtimal dahilinde sözü edilen “düzeltici savaş” Ortadoğu ve yakın coğrafyayı vurursa...
Kriz kadınları sizce nasıl etkileyecek? Farklı kesimlerden kadınlar, örneğin öğrenciler, ev kadınları, ücretli çalışan kadınlar üzerinde ne gibi farklı etkileri olacak?
Kriz kuşkusuz kadınları daha çok etkileyecek. İlk olarak, %leri bulan kadın işgücüne katılım oranlarını aşağıya ve yukarıya çekecek iki eğilimden bahsedilebilir: Kadın istihdamını azaltacak birinci eğilim şu olabilir: tekstil, turizm, gıda gibi kadın emeğini yoğun olarak kullanan sektörlerdeki daralmadan en çok kadınlar etkilenecek, ayrıca bankalarda, toplumsal hizmetlerde çalışan beyaz yakalı/nitelikli kadın emeği de bu süreçten ilk elde etkilenecektir. Öte yandan kadın işgücüne katılma oranını yükseltebilecek ikinci eğilim, kriz nedeniyle eşi/aile ferdi işini kaybeden kentli evkadını/genç öğrenci veya kırsal yerlerden yeni göç etmiş yoksul ailenin evkadını, geçici olarak iş aramaya başlayabilir. Bu iki eğilim yan yana olabilir, hangisinin daha güçlü olacağına gelirsek: hem mevcut açık işlerin, turizm sektörü dışında, kadın emeği talebinin düşük olduğunu ve hem de AKP iktidarı tarafında iyice somutlaşan kadın düşmanı istihdam politikalarını/aile /nüfus politikalarını göz önüne aldığımızda, ikinci eğilimin zayıf kalacağını ve kadın (ve genç kadın) işsizlik oranlarının artacağını ve kadın emeğinin “görünmez olma/yuva proleteri olma” sürecinin yoğunlaşacağını tahmin ediyorum. Patriyarkanın kadın emeğini iyice görünmez kılması, kriz dönemlerinde şiddetlenmektedir; zira işsiz erkek dururken kimse kadını işe almaz. Ayrıca, kreş, servis, işyeri doktoru, süt izni, doğum izni gibi kadın emeğini için çok hayati olan yasal haklar şimdiden zaten ortadan kalkmaya başlamıştır.
Mevcut işlerin ister ücretli, düzgün iş olsun, ister güvencesiz, geçici iş olsun daha esnek, daha enformal, daha güvencesiz ve daha ayrımcı pratiklerle dolu bir düzeye doğru dönüşeceğini de öngörmek mümkün, kriz bu eğilimi tetikleyecektir, güvenceli, düzgün işler birer istisna haline gelecek gibi görünüyor; bu anlamda mavi yakalı/beyaz yakalı, işçi sınıfından/küçük burjuva-kentli kadın emeği arasındaki farklılık azalacak. Tabi ki kentli kadın emeği için konuşuyorum; kadın istihdamının @’ı ücretli @’a yakını da kırsal kesimde ücretsiz aile işçiliği adı altında kategorize ediliyor. Bugün bankalarda çalışan masterlı, yabancı dil bilen genç kadınlar, çok uzun saatler ve oldukça düşük ücretle çalışmaktadır. Medya sektöründe durum daha vahşi ve acımasızdır, keza çağrı merkezlerinde de acımasız bir sömürü vardır. Üniversitelerde, kamuda pozisyonlar, sözleşmeli ve geçici niteliğe doğru evrilmiştir bile. Dolayısıyla, patriyarkal kapitalizm eğitimli/eğitimsiz kadın emeğini istemeden ortak pozisyona itmektedir.
Kadınların ekonomik istihdamdaki az olan rolünden sosyal harcamaların kesilmesine hatta aile içi şiddete kadar uzanan bir yelpazede düşünürsek, son ekonomik gelişmeler sizce ev içine nasıl yansıyacak?
İster ev kadını olsun, ister ücretli çalışan, kadınların ev içi üretim sorumlulukları artacak, evin idaresi, yiyecek, yakacak temini, varsa çocukların eğitimi vb. açısından hayat standardını en azından sürdürecek “ayakta kalma stratejilerini” kadınlar geliştirecektir, aslında epeydir böyle yapıyorlar. Kamunun sosyal harcamaları, koruyucu politikaları tarihsel bağlamda incelenebilir, çok uzun zamandır devlet de neo-liberal dönüşümün içinde... AB uyum süreci nedeniyle gerçekleşen bazı olumlu yasal değişimler var ama her an uygulanmayabilir... ya da özel sektöre yasayla, istihdam paketiyle verilen destekler sonucu işverenin kreş vb. yükümlülüklerinin ortadan kalkması, işsizlik sigortası fonunun sermayeye prim desteği olarak kullanılması, bence tüm politikalar devletin nasıl global üretken sermayenin bir aracı olduğunu gösteriyor. Bu arada kent yoksulları açısından en önce kız çocuklarının eğitimden çekilerek gelir getirici ufak tefek işlere yöneltileceğini de söylemek gerek. Ev eksenli çalışma muhtemelen artacak, çok düşük gelir sağlasa da, ev eksenli çalışma hayatta kalma stratejine iyi hizmet ediyor; kriz zaten yarısı enformel/kayıt dışı olan kadın istihdamının gittikçe marjinalleşmesini hızlandıracaktır. Kadına yönelik şiddetin de artacağını tahmin etmek zor değil.
SSGS ve sonrasındaki ekonomik krizle gelen süreçte sosyal haklar mücadelesinde aktif olarak çalıştınız. Bize kendi çalışmalarınızdan bahseder misiniz? Çalışmalarınız sırasında ne gibi sorunlarla karşılaşıyorsunuz?
SSGS ile ilgili olarak üyesi olduğum KEİG (Kadın Emeği ve İstihdamı Grubu) tarafından yasanın kadın emeği açısından neler getirdiği, kadını nasıl eve/evliliğe mahkum ederek, erkeğe bağımlılığını kuvvetlendirdiğini gösteren çok ayrıntılı raporlar hazırlandı, kamuya açık toplantılarda bu metin tartışıldı, feminist politika önerileri geliştirildi ve muhataplara iletildi. Bu arada konuyla ilgili platformlarla birlikte sokaklarda yürüdük, protesto ettik, epey ses getirmişti, hatırlıyorum ancak belki daha kitlesel olmayı becermemiz gerekiyordu; ayrıca meselenin neo-liberal dönüşümün çok önemli bir ayağı olarak kavranılması ve bu dönüşümün mekanizmalarına karşı nasıl sahici direniş politikaları üretebileceğimizi pek tartışamadık galiba, itiraz etmek ve hayır demek yetmiyor çünkü.
Sizce bu koşullarda kadınların öncelikli talepleri ne olmalı? Bu talepler için nasıl bir siyaset izlenmeli? Bu taleplerin oluşturulması ve kamusallaştırılması için neler yapılmalı?
Son yıllarda feminist hareketlerin ya da daha geniş anlamda kadın hareketlerinin mücadelesinin daha görünür hale geldiğini söylemek mümkün, tüm eksiklikleriyle. Bunun umut verici olduğunu düşünüyorum: hem kendi feminist örgüt/gruplarımızla hem de karma örgütlenmelerde mücadeleye devam etmeliyiz;özel alanımızı da didiklemeyi sürdürmeliyiz, dönüştürmek için.... Bence krize karşı geliştirilecek ortak/platform tarzı mücadele kadar, sendikalara da çok iş düşüyor; çünkü sendika düşmanlığının iyice arttığı bu dönemde çok yaratıcı politikalar geliştirmek zorundalar. Ancak sendikalı işçi sayısı 1 milyondan az ve kadınlar bu oran içinde iyice görünmez durumda. Gene de krizin kapitalizmin, sermayenin krizi olduğunu haykırmalı; çalışma saatlerinin kısaltılmasını talep etmeli, esnek çalışmanın dayatılmasının sendikalı kesim açısından bir uyuşmazlık olduğunu karma platform/örgütlenmelerde savunmalıyız. “Kriz kadın/erkek herkesi etkileyecek, nedir bu kadın sorunu, bu kadar derdin içinde” anlayışıyla mücadele etmek ve kadınların görünürlüğünü artırmak zorundayız. Feminist teoriye, feminist söze ve feminist politikaya geri dönüp, patriyarkal kapitalizmin mekanizmalarını ve bizim bu mekanizmaları nasıl dönüştürebileceğimizi daha yoğun tartışmamız gerekiyor herhalde. Özel olan politiktir sözünü tekrar tekrar hatırlamalıyız, kendimizi dönüştürecek politikalara da açık olmalıyız, kadın deneyimleri çok öğreticidir. Ben dayanışma, bir araya gelme, örgütlenme ve feminist politika yapmaya uğraşma dışında yapabileceğimiz bir şey olduğunu düşünmüyorum, örgütsüz, dağınık durumdayız, kafamız karışık ve çok azız, ama sayıdan çok politik özne olarak çok azız.