Bu sunum İATP (İstanbul Alternatif Tiyatro Platformu) tarafından düzenlenen İATG 2004 (İstanbul Amatör Tiyatro Günleri) kapsamında, Boğaziçi Üniversitesi'nde yapılmıştır.[[dipnot1]]

Pina Bausch’un gösterileri incelenmeye başlandığında, bu gösteriler üzerine yazılmış eleştirilere göz atıldığında, karşımıza iki temel tartışma noktasının çıktığını görürüz. Bu tartışma noktalarından ilki gösterilerindeki dans kullanımı üzerinedir. Gösterilerine bakıp bu dans mı, dans bunun neresinde diyen Amerikalılara karşı, içeriği biçimden öte tutan Avrupalılar yer alır. Amerikalılar Bausch’un gösterilerindeki dans kullanımının son derece yetersiz olduğunu, zaten kısıtlı sayıda olan bu dans sahnelerininse aslında dans diye adlandırılamayacağını düşünüyorlar. Avrupalı eleştirmenler ise Bausch’u dansta yeni formülasyonlar arayan, katı sınırları aşan bir sanatçı olarak tanımlıyorlar.
Aslında Amerikalılar saf dansın! biçimci estetiğine alışmış durumdalar ve biçime biraz ifade, duygu katıldığı durumda yani kendi biçimci anlayışlarının sınırları zorlandığında tepki gösteriyorlar (sadece Bausch değil, diğer Avrupalı sanatçılar da- Almanya’daki diğer dans tiyatrosuyla uğraşan Susanna Linke, Reinhild Hofmann gibi koreograflar veya aynı şekilde Emile Dubois, Maguy Marin gibi Fransız ekolü ya da Uzakdoğu’lu butohcular gibi- bu eleştirilerden nasiplerini alıyor). Amerikan tarzı yaşam biçimine ve bu yaşam biçiminin getirdiği hız söylemine alışkın olan Amerikalılar çoğu zaman sahnede dans bile etmeyen çarpık bedenleri görmek istemiyorlar. Bausch’a duyguları ifade etme ihtiyacı duymadan yalnızca saf biçim ile çalışıp çalışmayacağı sorulduğunda koreograf muhtemelen soruyu bile anlamadı diye düşünen Birringer’e hak vermemek elde değil.Tabi ki detaylı bir çalışma yapıldığında bu yaklaşım farklılığını kabaca Amerika-Avrupa farkı diye adlandırmak doğru olmayacaktır, zira kendi içlerinde de farklılıklar olduğunu biliyoruz. Ama esas başlığımız Bausch üzerine yürütülen ikinci tartışma noktası olacağı için buraya girmeyeceğiz. Zira girildiğinde ister istemez modern dansın bu iki kıtadaki gelişimine, sosyal ve politik etkileşimlerine ve dansın kendi öznel evrimine değinmek gerekir. Bausch üzerine bu çok temel tartışmayı daha detaylı öğrenmek isteyenler Mimesis’in[1] 9. sayısında yer alan Bausch dosyasındaki Tanztheater ve Amerikan Bakış Açısıyla Dans Tiyatrosu adlı makaleleri okuyabilirler.
Şimdi bu bölümün esas başlığına, Bausch gösterilerinde tartışma yaratan diğer konuya dönelim: Toplumsal cinsiyet meselesi ve kadının sunuluş biçimi Bausch gösterilerinde nasıl ele alınır? Bausch şiddetin her türlü biçimini sahne üzerinde göstererek bir sapkınlık mı örgütlemektedir yoksa şiddeti şiddetle sergileyerek gündelik yaşamda artık yabancılaşmadığımız, içinde yaşaya yaşaya artık bize normal gelmeye başlayan bir noktayı gözümüze sokmaya mı çalışmaktadır? Bausch’u toplumsal cinsiyet teorisi bağlamında değerlendirdiğimizde erkekler tarafından kadına uygulanan şiddet başlığı işin masaya yatırılacak sadece bir bölümüdür; daha detaylı bir yaklaşım için erkek ve kadın arasındaki kalıplaşmış toplumsal cinsiyet rollerine, bu rollerin işleniş biçimine; kadın dansçı-oyuncuların gösterilerdeki ağırlığına, rol dağılımlarına; erkin, erkekliğin sunuluş biçimine; kostüm anlayışına ve hatta aynı zamanda dansçı, koreograf, yönetici bir kadın ve bir anne olarak Pina Bausch’un kendisine bakılması gerekir.
“Gerçek konu bir kadının öfkesi değil o kadının işitilmeyen öfkesidir.” diyen Pina Bausch’un bu kendi sözleri aslında eserlerindeki en temel temayı işaret eder: Kadın ve erkekler arasındaki çatışma ve yüzleşme. Bu genel tema elbette ki sadece kadın sorununa ilişkin ve tek başına onunla açıklanabilecek bir olgu değildir. Ancak bu temaya yaklaşırken çatışmanın doğal sonucu olarak ortaya çıkan şiddetin işin içine girmesi ve bu şiddetin ağırlıklı olarak-ağırlıklı olarak diyorum çünkü bazen tam tersi durumlarda söz konusu olabiliyor- erkekler tarafından kadınlara uygulanması özellikle feministleri alarma geçiriyor. Bazı seyirci ve eleştirmenler, tamamen pasif olan kadına uygulanan şiddetin bu şekilde sergilenmesini yanlış buluyorlar ve kadın bağımsızlığını ihlal ettiğini düşünüyorlar. Tartışmanın diğer tarafında yer alanlarsa Bausch’un elbette ki şiddet karşıtı olduğu yönünde birleşiyorlar ve kullandığı tekrarlama yöntemi aracılığıyla da seyircilerin sergilenen duruma yabancılaşmalarının sağlandığını ileri sürüyorlar. Ve tabi ki peşi sıra gelecek olan öz eleştirel bir sürecin. Gündelik yaşam içerisinde çevremize şöyle bir bakarsak şiddettin her türlü biçimine maruz kalan kadınlar olduğunu görürüz. Bu gerçek bir durum ama Bausch bunu sahnede sanatı aracılığı ile yaptığında rahatsızlık veriyor. Çünkü toplu sessizlikle karşılanan toplumsal rolleri ve bu durumun sonuçlarını, sahne üzerinde defalarca tekrar ettirerek gözümüze sokuyor, gün ışığına çıkarılmasını sağlayarak tekrar ve tekrar düşünmemizi sağlıyor. Sahne üzerinde yerden yere atılan bir kadın insanda ilk önce bir şaşkınlık yaratır, devam ettikçe rahatsız olmaya başlarsınız, ama Bausch bu sahneyi kesmez ve sahne devam ettikçe duyduğunuz rahatsızlık bir sorgulamaya döner... mi acaba; işte bu nokta Bausch gösterilerindeki temel tartışmayı özetliyor. Sahne seyircide son kertede bir alışmışlık durumu mu yaratır yoksa bir sorgulama mı? Bu bağlamda kadının pasifliğini toplumsal önyargıyı da arkasına alarak onaylatır mı yoksa hangi düzeyde olursa olsun belli bir direnç mi örgütletir?



Dağda Bir Çığlık Duyuldu
’dan bir sahne

Bu noktalara ışık tutması ve bahsedilen durumların kafalarda biraz daha iyi oturabilmesi açısından Bausch’un gösterilerindeki kadının, kadınlık durumunun sunumuna çeşitli örnekler üzerinden bakalım:
Seni Köşeye Sıkıştıracağım-1974 Bausch bu ana temasını ilk kez, 1974 yılında sergilediği Seni Köşeye Sıkıştıracağım isimli gösterisinde işler: Partner ilişkilerinin kutsal olmayan dünyası, kadınların erkeler tarafından kullanılması ve istismarı. Schmidt’e göre ilk defa Bausch cinsler arası cinsel ve toplumsal ilişkilerin gizil klişe temsil ediliş biçimlerin deşifre ediyor ve onun yerine yeni bir eleştirel bir bilinç koymayı deniyor.

Bahar Ayini-1975
1975 yılındaki Bahar Ayiniisimli gösterisinde ise, ki konusu demin detaylı bir şekilde aktarıldı, erkek egemenliğinin yeniden üretilmesini cinsler arasındaki gelişen bir çatışma üzerinden anlatır. Erkekler tarafından kurban olarak seçilen kadın kurban edilmeyi temsil eden kırmızı bir elbise içerisinde tükenene kadar dans eder. Kadınlardan hiçbiri kendisi kurban olmak istemez. Bu noktada kendi içlerinde bir duygu ortaklığı yaşasalar da toplu bir direnişe geçmek hiçbirinin aklından geçmez. Erk ortadadır ve birisi seçilmek zorundadır. Ama kim? Kurban seçildikten sonraki tavırlar da ilginçtir. Seçilen kadın doğrudan ötekileştirilir ve bu kadın kendi kaderine isyan ederek tükenene kadar dans etse de sonu kaçınılmazdır, yere yığılıp kalır.


Bahar Ayini’ninden bir sahne Korkma-1976 Tecavüzcü kadını yere fırlatıp tecavüz etmeden önce yumuşak bir ses tonuyla defalarca bana bak korkma nakaratını tekrarlar. Tecavüze uzun süre direnen kadın ayağa kalkar ve rengarenk kombinezon ve korseler giymiş kadın ve erkeklerden oluşan bir fahişeler topluluğuna katılır.
Mavi Sakal-1977
Sevdiği kadınları öldüren saplantılı bir erkek ile ilgili bir oyun olan Mavi Sakal’da tema vahşice bir şekilde ele alınır. Oyunda Jan Minarik bir kadına defalarca tecavüz eder.
Buluşma Yeri-1978
Gösterinin bir sahnesinde dostça gülümseyen çiftler karşılıklı dururlar ve birbirlerine dokunurlar. Bir erkek, bir kadının elini tutar ve parmaklarını geriye doğru büker. Bir kadın bir erkeğe yaklaşır ve kulağını ısırır... Daha sonra dokunuşlar sürer. Yakınlaşma jestlerinin başka bir şeye dönüştüğü ancak sınır gerçekten geçildikten sonra fark edilir. Sevecen jestler darbelere dönüşür.
Bir başka sahnede erkekler bir kadına (Meryl Tankard) dokunurlar. Erkeklerin elleri kadının vücudunun çeşitli yerlerini okşamaya devam eder - ta ki kadın, erkekler tarafından “sevecenlik” olarak anlaşılan şeyin altında kalıp çökene kadar. Yere çöken kadın kaldırılır ve aynı okşamalar tekrar edilir – ta ki başka bir kadın sahneye girip erkeklerin ilgisini kendisine çekene kadar. Bu sahne de kadın bakış açısıyla sorgulandığında kritik bir sahnedir. Ortada iki kadın var, sonları muhtemelen aynı olacak iki kadın ve bu iki kadın Bausch gösterilerinde asla bir araya getirilmez ve bir dayanışma içerisine girmezler.
Başka bir sahnesinde erkekler bağıra çağıra ve talepkar jestlerle duvara sırtlarını vermiş bekleyen kadınlara yaklaşırlar. Boşuna onlardan korunmaya çalışan kadınlar ise erkeklerin sahiplenmeci dokunuşlarından kaçmaya çalışırlar.
Aryalar-1978
Kadınlar yorgun ve ciddi yüzlerle sandalyelere doğru yürürler. Bazıları kendi idam sehpalarına doğru gidiyormuş gibi hüzünlüdür. Kendilerini erkeklere teslim ederler. Erkekler kadınları giydirir ve süsler. Kadınlar önceki hallerinden hiçbir şey kalmayana dek boyanırlar. Giydirilen kostümler içerisinde tamamen kuşatılmışlardır.
İri bir adam ufak tefek bir kadını zorla taşır. Kadını kendisine doğru kaldırır ve öper. Kadının ayakları adamın dizine gelmektedir. Sürüklenmiştir ve kendi ayakları üzerinde duramamaktadır. Erkek gitmesine izin verdiğinde kadın kollarından aşağı kayar ve erkeğin ayağı dibinde suya batar.
Gösteride imkansız bir aşk öyküsü anlatılır. Kadının su aygırıyla yaşadığı bir aşk öyküsü. Su aygırı gri takım elbise giymiş bir adamdır. Bir insanın su aygırı rolü oynayabileceği ve bir erkek ile bir kadın arasındaki ilişkinin bu kadar imkansız olduğu bu gösterisinde ve Bausch’un diğer eserlerinde görülebilir.



Aryalar
’dan bir sahne

Dağda Bir Çığlık Duyuldu-1984 Kendisine zulmeden erkeğin acı çektiren darbelerine maruz kalan acılar içerisinde bir kadın dansçı (Endicott) vardır. Erkek de kırmızı bir rujla onun sırtına kırbaç yarası gibi çizikler atar. Kadın oyucu-dansçı başta belli bir karşı koyuşlar sergilese de gitgide duruma alışır ve otomatikleşmiş bir şekilde adam istemeden kendisi diz çökmeye başlar. Bu sahnede Jan Minarik pek çok babayı ve aşığı temsil etmektedir. Kadın bedeni üzerindeki toplumsal konsensus Bausch gösterilerinde kırılır mı?
Fiziksel beden üzerinden:
Baush’un dans tiyatrosunun merkezinde kişisel bir tarihi olan somut insan bedeninin yer aldığından daha önce bahsetmiştik. Bu beden aynı zamanda cinsiyet, ırk ve sınıfın toplumsallığını ifade eder. Bedenin temsilleri gündelik yaşamın her alanında sorgulanmadan kabul edilir. Bauschsa tüm bu yaklaşımları sorgular ve aslında sorgulatır. Aslında diyorum çünkü Bausch hiçbir zaman somut sonuçlara ulaşmaz, neyin eleştirisini yaptığından bahsetmez. Kendisinin de dediği gibi seyircinin ne düşünmesi gerektiğini değil ne düşünmemesi gerektiğini söyler. Bausch sahne üzerinde bu toplumsal uzlaşıları masa üzerine yatırırken sık sık mizahı kullanır.
Erkek egemen toplumda güzel, bakımlı, erkeğin istediği gibi görünmek zorunda olan kadınlar bazen bizzat onlar tarafından süsletilip istenilen şekle sokulurlar.
Veya 1982 yılındaki Valslergösterisinde Josephine-Ann Endicott sahneye bir mayoyla çıkar ve sinirli bir şekilde bağıra çağıra bir kadının nasıl oturması gerektiğinden bahseder. Kadın bacakları kapalı oturmalıdır zira bu şekilde bacakları daha güzel gözükecektir; saçları uzundur istediği şekle sokabilir; göğüsleri diktir; her şeyi yerindedir. Erkek egemen toplumun kadın üzerindeki en büyük baskısının kadının bedeni üzerinden sürdürüldüğünü biliyoruz. İdeal ölçüler erkek egemen sistem tarafından belirlenir. Bahsedilen sahnedeyse Bausch kadın bedenine bu yaklaşımı yabancılaştırma aracılığıyla sorgulatır. Nasıl mı? Sahne üzerindeki bu kadın tüm bu onaylanan özelliklerini seyircileri azarlar bir şekilde saymaktadır. Her şeyi ölçülere uygundur ama öfkelidir oysa olmaması gerekir, hatta buna hakkı yoktur. Dramaturjik cümle ise sahne sonunda söylenir: Tırnaklarım da var, istersem tırmalarım ama tırmalamayacağım ve hatta istersem... diyerek sandalyeyi kaldırır seyircilere atacak gibi yapar, ama istemiyorum der ve sandalyeyi yerine bırakır.



Valsler
’den bir sahne

Toplumsallaştırılmış beden üzerinden:Bausch gösterilerinde kadın bedeninin tahakküm altına alınması erkeklere oranla daha ağırlıklıdır. Günümüzde her ne kadar erkekler de benzer muameleye maruz kalmaya başlasalar da kadınlara uygulanan tahakküm hem çok daha ciddi boyutlardadır hem de çok daha eskilere dayanır. Kadın vurgusunun ağırlıklı olması aynı zamanda Bausch’un kendisinin de kadın olması gerçeğiyle çok yakından ilişkilidir zira Pina Bausch’un eserleri hep öznel, kişisel tarih vurgusunu da beraberinde getirir. Belirli rollere hapsedilmiş bedenlerin sahne üzerinde zaman zaman özgür bırakılmaları (özellikle kostümler açısından) bu toplumsal kalıplaşmış rollere yabancılaşılmasını kolaylaştırır. Bir kadın dansçı-oyuncuyu uzun süre renkli topuklu ayakkabıları içerisinde dişilik vurgusuyla belli bir sıkıntı içerisinde yürümelerini izledikten sonra aynı kadını çok rahat kostümler içerisinde çıplak ayak dans ederken seyretmek bir önceki sahnenin eleştirelliğini bir kat daha vurgular. Bu kadın soloları kadınların kendi iç dünyalarını açmaları açısından özgürleştiricidir. Çünkü topuklu ayakkabı giydikleri sahnelere nazaran erkek dünyasından uzaktadırlar ve sololarında öfkelerini dile getirebilirler. Bu sololarda erkek egemen dünyanın kadınlar üzerindeki baskısını soyut danslardan faydalanıldığı için çok net göremeyebiliriz; ama bazen bu danslar bizzat erkekler tarafından kesilir veya yönlendirilir.


Gemili Gösteri’den bir sahne
Mesela bir soloda kadın erkek tarafından ıslatılır ve dansı elbisesi gibi üzerine yapışır kalır ya da bir sonraki soloda olduğu gibi ilerlemeye çalışan kadın erkek bir dansçı tarafından engellenir kadın hareketini tamamlayamaz. Gene bu tekli kadın sololarının bir çoğunda, farklı düzeylerde ev işlerini çağrıştıran ama bunları bir nebze ‘ti’ye alan sololar sık sık kullanılır.


Masurco Fogo’dan bir sahne


Sadece kostümler açısından değil kadınlardan sürekli kılmaları beklenen davranış kalıpları yer yer mizah aracılığıyla da kırılır. Mesela Masurca Fogo’daki sahneye küvetle giren kadın. Zevk-ü sefa içerisinde girdiğini düşündüğümüz bu kadın biraz sonra köpükler içerisinden bir tabak çıkaracaktır. Ve bulaşık yıkamaya başlar. Benzer şekilde toplumsal cinsiyet rollerinin eşitsizliğini gene kadınlar üzerinden gösterdiği ama mizahı kullanmadığı sahneleri de oldukça fazladır. Kadının vücudu erke aittir ve ona sunulması beklenir. En sert şekilde gaspedilebilir (Mavi Sakal’daki ‘tecavüz sahnesi’). Ya da kadına sigara içiren adam sahnesi gibi. Kadın sigara içmekten bile acizdir ve bir kukla misali erkeğin elindedir. Erkek istediğini kadına yaptırabilir.
Kostümler üzerinden:
Bausch’un gösterilerindeki erkek ve kadın dansçılar çoğunlukla takım elbiseler, cilalı ayakkabılar, vücudu saran tuvaletler, yüksek topuklar gibi toplumsal cinsiyet rollerine ve imgelerine uygun kıyafetler içinde görünürler. Kadınlar yüksek topuklar içerisinde seks nesneleri ve seks kurbanları haline gelirler. Bu kıyafetler erkeklerin güzellik ideallerine uygun bedeni kısıtlayıcı kimlikler olarak kadınların gövdesine oturtulurlar. Zaman zaman kadınlara erkek, erkeklereyse kadın kıyafetleri giydirerek belli bir yabancılaştırma yaratır. Özellikle erkeklerin kadın kıyafetleri giydikleri sahneler seyirciler açısından rahatsızlık verir. Ama beş on dakika sonra seyirciler bu görüntüye alışır. Tabi Bausch’un bu tarz yaklaşımları özellikle ilk yıllarında Wuppertal’de, ki işçi şehri olmasına rağmen oldukça muhafazakar bir yapıya sahiptir, tepkiyle karşılanır. Gösteriler sırasında, oyunu kesintiye uğratacak şekilde gürültülü çıkararak kapıları vurup çıkan seyircilerden tutun da sahneye çıkıp dansçıların kafasından aşağı su döken seyircilere kadar her türlü tepkiyle karşılaşmış durumdalar.


Palermo’dan bir sahne


Kadınlara sahne üzerinde uygulanan şiddet üzerinden: Şiddetin kullanımına ilişkin çeşitli görüşler olduğundan daha önce bahsetmiştik. Bu duruma kadın dansçı-oyuncular veya seyirciler açısından bakarsak ne olur? Gösterinin kendisinde bu kadar yoğun şiddet kullanımı söz konusuysa çıkış sürecindeki çalışmalarda kadın dansçı-oyuncuların gerçekten taciz olmaması nasıl sağlanabilir. Bunun o kadar da kolay olmadığı yaşanan bir örnekte açıkça görülmektedir. Meryl Tankard yaşadığı bir olayı şu şekilde anlatır: Defalarca erkekler tarafından öpülmek sonunda taciz gibi geliyor. Disiplinimle altından kalkmaya çalıştım ama göz yaşlarıma hakim olamadım (Buluşma Yeri adlı oyundan bahsediyor). Peki, seyirciler açısından duvara çarpılan birinin veya bir erkeğin pantalonunun indirilmesi gibi korkunç bir şeyin her dört dakikada bir kafanıza vurulması da şiddet değil midir.
Bausch sürekli çalışmalarındaki özellikle kadın vücuduna yönelik olan bu nedensiz şiddet yüzünden eleştirildi. Çalışma süreçlerinin kotarılmasındaki ince çizginin bertaraf edilmesi ve bunun yöntemlerinin araştırılması şartıyla (yani Bausch kadın danasçı/oyuncularını çalışmalar sırasında gözetiyor mudur? Zira taciz denilen olgunun kendisi zaten çok zor deşifre edilir.) şiddetin kelime yerindeyse bu şekilde kafamıza vurulmasıyla, aslında çok keskin bir şeklide vurgulanan şiddetin tanınma sürecine tanık oluyoruz ve bazen de kafamıza bir kere vurulması yetmiyor defalarca tekrarlanması gerekiyor. Olay ne kadar ciddiyse belki de o kadar fazla tekrar gerekiyor.
Peki Pina Busch’un kendisi bu sahneleri çıkarırken ne düşünüyor? Bausch hiçbir zaman net yorumlar yapmaz. Kendisinin çok net ve kolayca belli kategorilere yerleştirilebilecek bir hale gelmesini istemez. Örneğin gösterilerinde kadınlar genellikle oyuncak bebekler gibi ele alınıyorlarsa ona göre bu çeşitli anlamlar gelebilir. Renate Göç Ediyor isimli gösterisinde kızları bir yere yerleştiren ve sonra da onları kucaklayan erkeler görürüz. Bunun hakkında bir çok şey görülebilir, der Bausch. Sadece kadınları gaspeden erkekler değil. Bir kızın sessizce terbiyesini takındığı bir durumu arzu eden bir erkeği düşünebilirsiniz. Bunu öyle yada böyle görebilirsiniz. Bu nasıl seyrettiğinize bağlıdır. Gene Aryalar gösterisi erkek egemen hale uygun getirilen ve kimlikleri erkekler tarafından üzerlerine giydirilen ve sonuçta sadece kuşatılmış nesneler haline gelen kadınların durumuna Bausch tarafından yapılan açık bir göndermedir. Bausch yola çıkarken bu bölümün farklı olduğunu hatırlatır: Bu bir bakıma etrafımızdaki birçok mutsuz genç kızın varlığı ile ilgiliydi. Onların boyanmış olmalarına karar verdik çünkü belki de boyanma onların mutlu olmalarını sağlayabilirdi. Fakat insanların bunu sadece tek boyutlu düşünmemesi lazım. Her zaman farklı bir gözle seyredebilirsiniz. Bu roller değişebilir. Kontaklthof’ta kadın yerlere savrulurken Mavi Sakal’da etrafı bir kadın tarafından çevrelenmiş bir erkek vardır. Erkeğin çevresindeki kadınlar ona dokunurlar onu okşayarak boğarlar. Ve onu sevecenlik denen şeyle erişilemeyecek olan kadın kadar cansız terk ederler. Ya da her zaman sadece erkekler kadına şiddet uygulamazlar; bazen de karşılıklı şiddet kullanılır. Mesela kadın-erkek arasındaki iletişimsizliğin anlatıldığı Cafe Müller’in bir sahnesinde erkek kadını duvara vurduğu gibi kadın da erkeği duvara çarpar.
Dansçı, koreograf, yönetici, anne Bausch


Almanya’da Pina Bausch ve Reinhild Hoffman, Susanna Linke gibi diğer kadın koreograflar ki kimilerince Brecht’in epik tiyatrosunun gerçek varisleri olarak kabul edilirler II. Dünya Savaşı’ndan sonra eski ataerkil rejimin yeniden inşasına tanıklık etmiş bu kız çocuklar nesli, tüm politik imalarıyla birlikte bu toplumsal konvansiyonlara öfke duymakta ve isyan etmektedirler. Pina Bausch yüzyıl başındaki dans alanında dolayısıyla toplumsal planda kadının özgürleşmesinde öncü olmuş isimlerle (Isadora Duncan, Ruth St. Denis, Loie Fuller...) çok benzerlikler taşır. Bir yandan dansçı, bir yandan koreograf, bir yandan yönetici (Wuppertal’de afiş bile Bausch’a gösterilmeden basılamıyor) ve bir yandan da anne olması gerçeği zaten ister istemez kadın temasını bütün yakıcılığıyla sahneye taşımasını beraberinde getiriyor. Erkek egemen toplumda Ruth St. Dennis’in okulu yönetirken karşılaştığı sorunları büyük olasılıkla Wuppertal’de yaşıyor; anne olduktan sonra kendisinin de dediği gibi çok daha az uyuyabiliyor, sanatına ayırabildiği süre daralıyor, ya da kadınların saçlarını açıp özgürce dans etmeleri yüzyıl başındaki Duncan gibi kendisini ve kadınları özgürleştirme çabasını gösteriyor ama Duncan’dan farklı olarak toplumsal baskıyı da göstermeden geçmiyor.
Feminist bakış açısıyla Bausch


Gösterilerdeki kadın vurgusu ister istemez çıkan ürünün feminist bir bakış açısıyla ele alınmasını gerektiriyor. Sinema veya tiyatro alanında kadın başlığı altında çalışmalar yapan feminist araştırmacıların kategorilerine göre Bausch’u belli bir sınıfa dahil edebilir miyiz; gösterilerinin belli bir feminist dramaturjisi olduğundan bahsedebilir miyiz? Feministler Bausch eserlerini değerlendirirken kendi içlerinde ikiye bölünmüş durumdalar. Bazılarına göre Bausch gösterileri feminist veya anti-feminist değildir sadece cinsel ümitsizlik dramatize edilmektedir. Başka feministler ise gösterilerindeki kadınların herhangi bir davranışı değiştirecek güce sahip olmadıklarını, kadınların özgürlüğe doğru hareket etmediklerini bu nedenle zaten feminizmden bahsedilemeyeceğini düşünüyorlar. Bausch’un özellikle cinsiyetlendirilmiş davranışların üretimi ve yeniden üretimini başarılı bir şekilde eleştirdiğini ama kadınlara dair sadist sergilemelerde hiçbir alternatif sunmadığını düşünüyorlar. Örneğin Goldberg: Bausch kurbana dönüşen kadının görsel sömürüsü ile bilinç yükseltme arasındaki o ince çizgide yürür. Eğere seyirci ya da oyuncu Bausch’un toplumsal cinsiyet rollerini yapı bozumuna uğratmasını parodiden çok pastiş olarak görecek olursa onun kültürel sorgulaması yozlaşarak sadistçe sergilenen kadınların zararına olan baskıcı değerleri yeniden yazan garip bir eğlenceye dönüşebilir. Feministlerin eleştirdiği ve Bausch’un sık sık kullandığı sahnelere örnek olarak iki görüntü izleyeceğiz. İlki 1982 yapımı Valsler isimli gösterisinden. Bu sahnede, Bausch’da sık sık rastladığımız, kadının köle muamelesi gördüğü, tamamen inisiyatifsiz, kontrolü erkeğin eline bırakmış kadınlar sürüsü görürüz. Benzer bir sahneyi bu yıl Bausch’un İstanbul projesinde de gördük. Oturan adamlar yerde diz çökmüş kadınların saçlarını köpek okşar gibi okşarlar. İkinci görüntüde ise isterik sesler çıkaran kadın erkekler tarafından el üstünde tutulur ve istenildiği gibi hareket ettirilir.
Sonuç

Şu ana kadar yaptığımız çalışmalara göre Bausch gösterilerinde feminist dramaturjinin olduğunu iddia etmek yanlış olacaktır. Zaten Pina Bausch’un kendisi de, belki de çok moda bir kelime olduğu için, feminist olmadığını söyler. Bausch’ a göre feministler komik bir sınır çekiyorlar ve birlikte olmak yerine birbirine karşı olmak anlamına gelen politikalar uyguluyorlar. Tabi ki buradan da zincirleme tartışmalar çıkabilir, feminizmden ne anlaşıldığı gibi. Bu konuyu daha derinlemesine açabiliriz ama şu anki sunumumuzun maksadını aşar. Sadece şu söylenebilir: Pina Bausch gösterilerinde, kadın ve erkekler arasındaki iktidar ilişkilerinin ve paylaşılmış rollerin yarattığı toplumsal yabancılaşma en temel sorunsaldır. Bausch, erotik ilişkiler, klasik dans eğitimi ve teatral temsil içindeki iktidar ilişkilerini ortaya koymuştur. 70’lerin ortalarından bu yana özellikle cinsler arasındaki çatışmayı konu edinir ve 80’lerden bu yana çalışmaları toplumsal cinsiyeti sorgular. Cinsiyetlendirilmiş bedenin iktidar ilişkilerini gözler önüne serer. Bausch tekrarlanan hareketleri kadın ve erkek arasındaki davranışların öğrenilmiş kültürel olarak kodlanmış ve belirlenmiş olduğunu ve uygunsuz olduğu kadar yetersiz de olduğunu gösterir. Gösterilerinde toplumsal cinsiyetin gerektirdiklerini doğru bir şekilde yapamayanlar cezalandırılır. Böyle bir çalışma yapmıyor olsalar da, kadın dramaturjisi vardır ve bir kadın olarak mikro düzeyde basit görülen tüm bu mevzuları masaya yatırarak, sergileyerek bedenlerin kültürel ve tarihi anlamıyla hesaplaşarak bir dans estetiğinde öncü olmuştur.