Aşağıdaki yazı, 2003 yılında FKÇ seminer çalışmaları çerçevesinde yapılmış olan 'Yvonne Rainer tanıtım semineri'nin özet metnidir. Sanat yaşamına dansla başlayıp sinemayla devam eden Rainer, Judson Dance Theater'ın kurucularındandır. 1968'de danslarına kısa filmler sokmaya başlayan Rainer 1975'de toptan sinemaya geçer. 'Lives of Performers' isimli ilk uzun metraj çalışmasını 1972'de yapar, altı tanesi daha onu izler. Camera Obscura, Afterimage, Wide Angle, Screen'de yazılar yazar. 1974'ten beri New York Whitney Müzesi'nin bağımsız programında ders vermektedir.  

Rainer, göçmen bir ailenin çocuğu olarak 1934 yılında dünyaya geldi. Babası I. Dünya Savaşı öncesi Amerika'ya gelmiş bir İtalyan, annesi ise Polonyalı bir Museviydi. Dedesi sosyalist, babası anarşist olan Rainer San Francisco'da işçi sınıfı içinde büyüdü. Aile entelektüel değildi ama tam anlamıyla kapitalist sistem karşıtı bir aileydi. Çok iyi bir öğrenci olan Rainer'in büyüdüğü çevrede bohem sosyalist bir yaşam sürdürülmekteydi. İlkokul döneminde tam bir sokak çocuğu olan Rainer'ın atletik yapısı dansa başladığında çok işine yarayacaktı. 1952 yılında Chicago'ya giden Rainer'ın Theatre Arts College'da ders almaya başlamasıysa tamamen tesadüflerin sonucudur. Peltek olduğu için konuşma derslerine katılır. Bu derslerden birinde hoca başka nasıl 's' dersin diye sorar. Farklı bir şekilde söylemeye çalışır ve başarır. İlk başarısı olarak gösterdiği bu olay hayatında çok önemli olur, 'sakatlık' diye öğretilen bir şeyi değiştirebilmiştir.


Tiyatroda aradığını bulamayan Rainer, esas olarak dans dersleriyle ilgilenmeye başlar. Tiyatro derslerinde, 'hep düşünüyorsun rolü yaşamıyorsun' denilmesinden bıkan Rainer sonunda oyunculuğa ilgisini kaybeder ve 58'lerde oyunculuğu bırakıp tamamen dansa yönelir. 1958-60 arası Rainer açısından önemli yıllar olur. Bir yandan yarı zamanlı işlerde çalışır, bir yandan sanat okullarına modellik yapar. Belli bir süre sonra bu işleri de bırakarak tamamen dansa yönelir. Bu noktada annesinin ciddi desteği söz konusudur. Yoğun bir dans eğitim sürecine girer. Katıldığı 6 haftalık kursta sabah 9'da teknik çalışmayla güne başlanır, ardından 3 saat bireysel çalışma ve gece boyunca da doğaçlamalar yapılmaktadır. Rainer, dansçılık formasyonu anlamında belli bir altyapısı olmadığı için çoğu zaman doğaçlamalarda ne yapacağını bilemez. Geç yaşta dansa başlayan Rainer'ın esnek olmayan vücudu da bir dezavantajdır ancak atletik yapısı daha sonraki yıllarda oldukça işine yarayacaktır.  

Her ne kadar Rainer dansa Graham'la[[dipnot1]] başlasa da belli bir süre sonra tanışacağı Cunningham [[dipnot2]] sanat anlayışını oluşturmada çok daha fazla etkili olacaktır. Ona göre Cunningham tekniği avangardı ve geleceği temsil etmektedir. Postmodern dansın ilk örneklerini veren Rainer'ın çalışmaları müzik, hikaye veya tiyatro üzerine kurulmaz; tamamen bağımsız olgulardan oluşur. Temel bileşenler olarak, şans prosedürleri, doğaçlama, gündelik yaşamdan alınma hareketlerin kullanımından bahsedilebilir. Ona göre dans sosyal ve ortaklaşa yapılan bir olaydır. Cunningham tekniğiyle Graham'ı harmanlayan Rainer zamanla kendi hareket vokabülerini oluşturmaya başlar. Gösterilerinin hem koreografisini üstlenen hem de bu gösterilerde icracı olarak yer alan Rainer, koreografisine zıtlıklar koyarak 'uzlaşılmış olan'ı eleştirmeyi amaçlar. Mesela bir gösteride Berlioz'un Requiem'i eşliğinde koşarlar. Bu müzik için sayısız dansçılardan oluşan karmaşık bir koreografi yapılabilir. Ama o sadece koşmayı tercih eder. Burada hareketle müzik arasında zıtlık oluşturmayı bilinçli olarak tercih eder. Dansı müzikten ayırır. Konuşmaların veya sessizliğin kullanılması ya da geleneksel romantik bir müziğin ironi yaratacak bir şekilde kullanılması önemlidir. Three Satie Spoons adlı gösterisi, 'Beep beep, aah uuh' gibi sesler ve 'güneş sarardıkça çimenler de yeşilleniyor' gibi iki ses ve bir cümleden oluşmaktadır. Gösterilerinde bir tarafta bağlantılı bir hikaye örgüsü, diğer tarafta da çok kısa kesilmiş hareket sekansları beraber varolurlar. Üç kişi ve altı kol için hazırlanan bir dans önceden belirlenmiştir ama yapısı belirsizdir. Gösteri sırasında dansçı/oyuncuların nasıl hareket edecekleri kendi kararlarına bırakılır. Birisi bir hareket yapınca diğeri de yapar ve dolaysıyla belirsiz olan yapı son halini (aslında hiç bitmez) sahnede almış olur.


Judson Dance Theater'ın New York'ta açılması modern dansın postmodern aşamaya geçişinin başlangıcı olarak kabul edilebilir. Geleneksel teatral dansın kalıplarını kırmaya çalışan birçok sanatçı burada biraraya geldi. 60'ların bu başkaldıran tarzı, akla gelebilecek her kuralı kırar. Judson Dance Theatre, akademik bale ve 50'lerin yerleşik Amerikan modern dansına karşı ciddi bir saldırıydı. Postmodernistler dansı dans yapan şeyleri keşfetmek istediler. Sıradan hareketleri sahneye veya başka birçok alternatif mekanlara taşıdılar. Gündelik hareketlerin dans olarak kabul edilebileceğini savundular. Gündelik kıyafetlerle, taytlarla, çıplak ayaklarla veya tamamen çıplak olarak, parklarda, müzelerde, sokaklarda, kiliselerde dans ettiler. İlk defa dans mantık aramadı. Seyircinin gördüğünün ötesine bir anlam taşımadı. Koreografik metotlardaki arayış 70'lerin ortasında 'kontak doğaçlama'yı ortaya çıkardı. Bu egzersizler beraberinde yeni anlayışlar, yeni koreografiler getirdi. Gelişen yeni teknolojiler, politik olaylar, kadın hakları gibi olgular ve diğer kültürel olaylar bu dansçıları ciddi bir şekilde etkiledi. Modern dans öteden beri kadınların hakim olduğu bir alan olmasına rağmen hala birçok koreografinin kalıplaşmış cinsiyetçi roller üzerinden üretildiğini fark ederek bu rolleri reddettiler. Film ve dansları iç içe geçirmeye başladılar. Yeni katılan bu öğelerle dans, dans olarak kategori edilmesi iyice güç bir hale geldi.


Mimaride, görsel sanatlarda, sinemada, müzikte, dansta postmodern felsefenin etkileri açıkça görülmeye başlanmıştı. Postmodernizm, belirsizlikler döneminde ortaya çıkan bir felsefedir. Yürütülegelmiş akıl biçimleri gündelik yaşamda insanın karşısına çıkan olgular karşısında yetersiz kalınca insan kendisiyle bir hesaplaşmaya girme ihtiyacı duydu. İşte postmodernizm böylesi bir hesaplaşmadan, modernitenin ussallığına karşı oluşan tepkiden ortaya çıktı. Postmodern terimi II. Dünya savaşından bugüne uzanan tarihsel alanı belirleyen bir terimdir. Ekonomik yıkımın yaşandığı, Avrupa ve Amerika'da tutucu rejimlerin ortaya çıktığı, solun bu rejimler karşısında başarısız kaldığı, soğuk savaşın sona erdiği, ırkçılığın yükseldiği bir dönem. Farklılıklar ve aykırılıkların şiddetle ya da ince yöntemlerle bastırıldığı insanlık tarihi gerçekliği hep teke indirmek istedi: tek dünya, tek gerçek, tek doğru ya da tek din, tek dil, tek bayrak. Tez-antitez-sentez denklemiyle her konuda uzlaşıya gidilmek istendi ve farklı olan hep yadsındı ya da törpülendi. Aklın ulaştığı genellemeler bir kez benimsendikten sonra geriye bir tek ona uymak kaldı. Pozitivist yönteme sırtını dayayan evrensel doğular kabul gördü. Olgular arasında hiyerarşi kuruldu: Doğu-Batı, Erkek-Kadın, Doğa-Kültür...


Rainer'ın, gerek yöntem gerekse içerik açısından yapıtlarındaki deneysel yaklaşımları, onun postmodern bir sanat anlayışı çerçevesinden incelenmesini gerekmektedir. Aynen çocukluğundaki gibi ona öğretilen bir genellemeyi (pelteklik bir sakatlıktır) yenme arzusu, sanat yaşamının tüm aşamalarında kendini gösterdi. Genel doğruları sorgulayıp farklılıklara kucak açtı. Ama bu ne kadar mümkün oldu? O ve dönemin isyankar kuşağı için bir kopuş mu örgütlendi yoksa farklı bir devamlılık mı? Bu nokta başka bir araştırma başlığı olduğu için bu soruyu bir kenara not ederek geçelim.
Dans ve görüntünün içiçe kullanıldığı karma formlar aracılığıyla, Rainer sinemayla gitgide daha fazla ilgilenmeye başlar. Çalışmaları ve gösterileri çekerek işe başlayan Rainer sonradan tamamen sinemaya yönelir ve orada da postmodern sinema örnekleri vermeye başlar. Sinemaya geçtiği dönem zaten 'Kadın Hareketi' açısından oldukça canlı dönemlerdi ve sinema da bu durumdan etkilenmekteydi. Feminist film kuramının kökten değiştiği bu dönemlerde, Marksist feministler filmin ideolojik ve ticari yönden önemine ve film üretimine dikkat çekerlerken, psikanalitik yaklaşımı sahiplenenler de 'arzu' ve 'görsel haz' gibi yeni kavramlar ortaya attılar. Kronolojik olarak bakarsak zaten 70'lerin 'Kadın ve Sinema' açısından önemli olaylara tanıklık ettiğini görebiliriz.1971'de ilk feminist belgeseller yapılmaya başlanır, 72'de ilk kez 'New York Uluslararası Kadın Filmleri Festivali' düzenlenir ki Rainer da ilk uzun metrajlı filmini bu dönemde çeker, gene aynı yıl 'Women and The Film' dergisi çıkmaya başlar… Yapıbozum tekniğini kullanan Rainer'ın filmlerinde, kameranın kullanılış biçimi ve kurgu çok önemli bir yer tutar. Filmlerinde kadın karakterler geleneksel kodlardan farklı bir şekilde yer alır.

3


1972- Lives of Performers

4 


1974- Film About a Women Who...

5

  1976- Kristina Talking Pictures

6

1980 Journeys from Berlin

7

1985- The Man Who Envied Women

8

1990- Privilege

9

1996- Murder and Murder

2

Yvonne Rainer bir dansçı, bir koreograf, bir oyuncu, bir yönetmen, bir lezbiyen ve nihayetinde feminist bir kadın sanatçı olarak tarihte yerini aldı. Her türlü deneyselliği içeren avangard sanat yapıtları ortaya koydu ve ortayolcu olmayı hep reddetti. Uçlarda yaşadı, sınırlarda üretti…