Gerçekten de, diğer gelişmekte olan piyasalar (GOP) gibi, Türkiye ekonomisi için de zor bir dönem başladı. Fakat Türkiye ekonomisi, GOP’ların çoğundan farklı olarak dünyadaki yeni ekonomik konjonktüre daha yüksek risklerle girdiği için duvara çarpması daha sert oldu. Sonbahar’da toplumsal ve politik dengeleri alt üst edebilecek bir kriz ihtimalinden söz ediliyor. Üstelik AKP Hükümeti’nin mevcut “her şeye rağmen iktidar” yaklaşımı devam ederse, hiç de yabana atılacak bir ihtimal değil bu.
2000’lerin başından ve özellikle 2008 küresel finans krizinden bu yana, AKP’nin orta ve alt-orta sınıfların (çoğunlukla reel gelirlerini artırmadan) tüketim kapasitesini genişletmesini sağlayan yurtdışından bol ve ucuz (düşük faizli) sıcak para akışı tersine döndü.
Bu yazı dizisinin “Dünya Yeni Bir döneme Girerken: Türkiye Ekonomisi ve Olası Politik Sonuçlar – I”[i] başlıklı ilk bölümünde ekonomi yönetiminin, dünyadaki yeni konjonktürün hemen öncesinde, 2013’ün başından beri “seçim ekonomisi” uyguladığını öne sürmüştüm. AKP Hükümeti, Merkez Bankası (MB) üzerinde büyük baskı kurmuş, iç talebi canlı tutabilmek, yani tüketici kredilerinin alabildiğine genişlemesini sağlamak için MB’nin kısa vadeli fonlama faizlerini aşırı ölçüde düşürmüş, hatta mevduat faizleri reel olarak eksiye geçmişti (yani, enflasyon oranının altına gerilemişti). Buna karşın, tüketici kredilerinde büyük bir genişleme (% 20’nin üzerinde) olsa da, bütün bu zoraki “tükettirme” politikaları ekonomik büyümeyi yeterince arttıramamıştı. Fakat ekonomi yönetimi en azından bir konuda başarılı olmuş, seçim yılı olan 2014 öncesinde, 2103 Mayıs ayına kadar ekonominin büsbütün daralmasının önüne geçmişti.
Bununla birlikte, Amerikan Merkez Bankası (FED) Başkanı Ben Bernanke’nin 22 Mayıs’taki konuşmasından sonra dünyada yeni bir döneme girmiştik ve artık Türkiye ekonomi yönetiminin hareket alanı çok daralmıştı. Yani artık MB’nin faiz oranlarıyla oynayarak iç talebi sınırlı da olsa belirli bir düzeyde muhafaza etme dönemi sona ermişti. Sona erecek olan ikinci bir faaliyet alanı ise, Erdoğan’ın 3. havaalanı, İstanbul kanalı gibi “çılgın projeleri”, başta enerji sektörü olmak üzere büyük sayılabilecek özelleştirmeler ve büyük inşaat yatırımlarıydı. Çünkü gerekli finansmanı bulmak artık hiç kolay olmayacaktı.
Bu bölümde, öncelikle FED’ın açıklamaları sonrası dünya ekonomisinin yeni bir döneme girmesinin GOP’lar açısından ne anlama geldiğini açmaya çalışacağım. Sonra, yeni döneme girerken Türkiye’nin en fazla “negatif ayrışan” GOP’lardan biri olduğunu, yani başka birçok GOP’la kıyaslandığında uluslararası fonların kaçışından belirgin şekilde daha olumsuz etkilendiğini göstermek istiyorum. Yazı dizisinin 3. ve son bölümünde ise bunun sebebini ele alacağım: Türkiye gerek ekonomik durumu, gerekse yurtiçi ve yurtdışında izlenen politikalar nedeniyle niçin bu kadar “riskli” bir ülke olarak algılanıyor? Türkiye’nin Sonbahar 2013 veya Kış 2014’te ciddi bir kriz ihtimaliyle karşı karşıya olduğunu hesaba katmadan, toplumsal analiz yapmak anlamlı görünmüyor.
YAZININ DEVAMINA BURADAN ULAŞABİLİRSİNİZ
[i] Bkz. http://bgst.org/ulke-gundem/dunya-yeni-bir-doneme-girerken-turkiye-ekonomisi-ve-olasi-politik-sonuclar-i