Geçtiğimiz hafta sosyal medya üzerinden kadınlar bir eylem çağrısı yaptı. Herhangi bir kurum adının öne çıkarılmadığı bu eylemin sloganı “Kıyafetime Karışma!” idi. 29 Temmuz Cumartesi günü “Kıyafetime karışma!” demek için farklı yaş ve inanç grubundan, farklı cinsel yönelim ve cinsiyet kimliğinden yüzlerce kadın İstanbul’da Kadıköy’de bir araya geldi. Eyleme kıyafetlerinden ve yaşam biçimlerinden dolayı ayrımcılığa uğrayan trans, eşcinsel, biseksüel erkekler ve kadınlara, LGBTİ+’lara destek vermek isteyen erkekler de katıldı. Daha önce kadın eylemlerine pek itibar etmeyen anaakım medya içinde de eyleme pozitif yaklaşarak yer verenler oldu.
Kıyafetime karışma sözü, teorik olarak bakınca son derece absürd ancak -kadınlar, LGBTİ+’lar kıyafetleri bahane edilerek her geçen gün daha fazla saldırıya uğradığı için- pratikte son derece hayati bir talep olarak ortada duruyor. Üzerinize ne giyeceğiniz gibi sadece sizi ilgilendiren bir mesele kadınların ve LGBTİ+’ların yaşamlarını sürekli tehdit ediyor. Şüphesiz ki bu, şu anki iktidarla başlamış bir durum değil. Gidecekleri yerde herhangi bir tacizle karşılaşmamak için kıyafetlerini seçmek çoğu kadının hayatının zaten gündelik bir parçası. İşyerinde giydikleri kıyafet, etek boyu, rujun rengi bile yönetmeliklere girebiliyor. LBGTİ+'lara sadece kıyafetleri nedeniyle Kabahatler Kanunu üzerinden para cezaları kesilebiliyor. Çünkü anayasamızda genel ahlak ve kamu düzeni gibi içeriğinin kime göre ne ifade ettiği belli olmayan maddeler var. Haliyle kadınların, LGBTİ+'ların hayatına mal olabilen bu ahlak anlayışının anayasal olarak korunduğu görülebilir.
Bir dönem kıyafetlerinden dolayı başörtülü kadınların üniversite eğitimi almasına izin verilmedi ve resmi dairelere girişleri engellendi. Hatta çocuklarının, yakınlarının mezuniyetine katılmak için dahi üniversitelere alınmadılar. Bugün artık başörtüsü yasakları kalktı ama genel ahlak, kamu düzeni kanun maddelerinde varlığını koruyor. Kadınların ve LGBTİ+’ların elde ettiği haklar her geçen gün ellerinden alınmaya çalışılıyor. Ayrıca başörtüsü yasaklarının nasıl bir konjonktürde kalktığı da oldukça önemli. Bu yasaklar, kadınların kamusal alana katılımı önündeki cinsiyetçi engelleri kaldırmak ve kadın erkek eşitliğini, kadın özgürleşmesini garantiye alan projeleri hayata geçirmek amacıyla kaldırılmadı. İktidarın kendine göre yorumladığı İslami değerler üzerinden toplumu yeniden inşa etme projesinin bir parçası olarak ve İslami olarak görülmeyen yaşam biçimlerini dar alanlara sıkıştırarak gerçekleştirildi. Hal böyle olunca kadınların sokak, toplu taşıma aracı gibi yerlerde kıyafetlerinden dolayı sözlü, fiziksel saldırılara uğraması ve saldırganların kendilerini din üzerinden savunmaları giderek yaygınlaştı. Hatırlanacağı gibi geçtiğimiz yıl metrobüste bir kadın kıyafetinden dolayı tekmelendiğinde ve saldırgan kendini din üzerinden savunduğunda Başkaban Binali Yıldırım bu olaya “Hoşuna gitmeyebilir, mırıldanırsın.” diyerek yaklaşmıştı. Ülkenin en yetkili isimlerinden biri yaptığı bu açıklamayla kadına yönelik fiziksel şiddeti savunmadığını ancak sözlü şiddet uygulanabileceğini söylemişti. Kadına yönelik şiddet hem Türk Ceza Kanunu’nda hem de Türkiye’nin altına attığı sözleşmelerde suç kapsamındayken bu suç bizzat en yetkili isimlerce teşvik edilmişti.
Özgürlükçü bir laikliği savunmak
Kıyafetime Karışma eyleminde başörtülü başörtüsüz kadınlar, LGBTİ+’lar birlikte yer aldı. Başörtülü kadınların taşıdıkları dövizlerin bir kısmında “Fitne erkeklerin gözlerinde! Gözlere nikap, kalplere edep, dillere ceza! Şortuma da başörtüme de karışma! Tesettür erkeklerin gözkapaklarında!” sloganları yazılıydı. Bu şekilde başörtülü kadınlar din adına kadına şiddet uygulayan erkeklere kendi dini referansları üzerinden yanıt üretiyordu. Bu, kadınların özgürlükleri için cinsiyetçi ahlak anlayışına karşı birlikte mücadele etmesi anlamında oldukça önemli bir mesaj veriyor.
Eyleme katılan bir kesimin attığı sloganlardan biri de “Türkiye laiktir, laik kalacak!” sloganıydı. Türkiye laik mi, laik kalacak mı başka bir tartışma konusu. Birkaç kere duyduğum bu slogan atılınca bulunduğum ortamda slogana destek verenler de oldu susanlar da ve slogana gülenler de. Sadece başörtülü kadınlar değil başörtüsüz kadınlar arasında da sloganı dillendirmeyenler oldu. Bunun nedeni sloganın içeriğinden bağımsız olarak sloganın hatırlattıkları ve referans ettiği dönemle ilgili olabilir. Bu slogan, kadınlar açısından başörtülü kadınların üniversitede eğitim hakkına karşı çıkan ve 28 Şubat’ın uygulamalarını savunan bir kesimle özdeşleşmişti. O zamanlarda da ülke yönetiminde dini cemaatlere ‘laik’ bürokrasinin onayıyla geniş yerler açılmışken bu konunun üstü kapanmış; laiklik ancak başörtülü kadınlar söz konusu olunca hatırlanır olmuştu. Bu slogana o zamanlarda özgürlükçü bir çizgide duran seküler kesimler rağbet etmemişti. Ancak laikliğin baskıcı uygulamalarının tartışılması oldukça dar bir kesim içinde kalmış ve laikliğin katı uygulamalarına karşı özgürlükçü bir laiklik anlayışı geliştirmekte yeterli bir inisiyatif gösterilmemişti.
Bilindiği gibi, Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluşuyla birlikte laik bir yönetime geçildi; kadın erkek eşitliği savunuldu; kadınların kamusal alana çıkması, eğitim alması, iş yaşamına katılması teşvik edildi. Kadınların erkeklerle pek çok alanda yan yana durması o dönem için radikal adımlardı ve gündelik hayatın kadınlardan yana şekillendirilmesine imkânlar sundu. Diğer yandan Türkiye coğrafyasında geç Osmanlı döneminden itibaren var olan feminist düşüncenin gelişmesiyle birlikte cumhuriyet ideolojisinin cinsiyetçi yönü, kadınların ev içinde ve kamusal alanda karşılaştıkları cinsiyetçi pratikler feministler tarafından her daim sorgulandı. Kadınlar hem Cumhuriyet’in kendilerine sundukları imkânları kullandılar hem de rejimin cinsiyetçi uygulamalarını tartışmaya açtılar. Kadın erkek eşitliğinin kâğıt üzerinden kalması feministleri bunu fiiliyata geçirmek üzere örgütlenmeye sevk etti ve mücadelenin gücüne göre gerek hukuk gerek toplumsal yaşamda pek çok kazanım elde edildi.
Bugün ise laikliğin pek çok alanda hızlı bir şekilde tasfiye edildiği; günlük yaşamın, devlet bürokrasisinin, ülke yönetiminin İslami referanslarla şekillendirildiği bir siyasi iklimde yaşıyoruz. Dolayısıyla laiklik meselesini yeniden düşünmek hem İslami kesim hem de seküler kesim açısından oldukça önemli bir yerde duruyor. Çünkü laiklik farklı inanç ve inançsızlık gruplarının bir arada çoğulcu bir toplumda yaşayabilmesinin; inanç ve inançsızlık özgürlüğünün en temel ilkesi. Dini baskı toplumda bu kadar yaygınlaşmışken baskıcı olmayan özgürlükçü bir laikliği daha cesur bir şekilde tartışmanın ve savunmanın inançlı ya da inançsız tüm kesimlerin sorumluluğunda olduğunu düşünüyorum.
Hep birlikte kıyafetime ve yaşam biçimime karışma diyebilmek için
Manevi pratiğe önem veren dindar Müslüman kadınların, din adına bu kadar cinsiyetçi şiddet yaşanırken dinleri içindeki cinsiyetçi düşünce ve uygulamaları tartışmaya açması; din üzerinden kurulan baskı ve eril tahakkümle mücadele etmesi oldukça önemli bir yerde duruyor. Kıyafetime Karışma Eylemi kadınların kıyafet özgürlüğünü, kendi yaşamlarını istediği gibi kurma özgürlüğünü savunuyor ve başörtüsü meselesini kadınların kıyafet özgürlüğü üzerinden sahipleniyor. Örtünmenin kadınların kendi seçimi mi olduğu, ailelerin, cemaatlerin… bunu kadınlar üzerinde baskıcı bir şekilde mi kurduğu gibi konuların öncelikle Müslüman kadınlar arasında kamusal olarak daha fazla tartışılmasının din içindeki cinsiyetçi uygulamaların geriletilmesi konusunda çok önemli bir yerde durduğunu düşünüyorum.
Bir kadın başörtüsü takmak istiyorsa takar ve bu tercihi haklarının kısıtlanması için kullanılamaz. Ancak aile, çevre, cemaat, kanunlar bunu kadın için özellikle çocuk yaştan itibaren zorunlu kıldığında bu baskı kabul edilemez. Aynı şey örtünmek isteyen bir kadını örtünmemeye zorlamak için de geçerli. Seküler bir kesim içinde yetişen bir çocukluk arkadaşım epey okuyup ettikten sonra kendi isteğiyle örtünmüş ve yıllar sonra karşılaştığı ilkokul öğretmeninin başından örtüsünü almaya çalıştığını anlatmıştı. Günümüzde başörtüsü yasakları kalkmış olsa da başörtülü kadınlara yönelik tepki devam ediyor. Toplum, İslami referanslarla şekillendirilirken artık bir azınlık grubuna dönüşen seküler kesim bu sıkışmışlık içinde tepkilerini başörtülü kadınlara yöneltebiliyor. Hep birlikte kıyafetime ve yaşam biçimime karışma diyebilmek için din üzerinden kurulan cinsiyetçi baskının bu baskıyı farklı şekillerde yaşayan inançlı ya da inançsız kadınlar, LGBTİ+lar arasında savunmacı ya da saldırgan olmayan bir üslupla tartışılmasına ihtiyaç olduğunu düşünüyorum.