24 Nisan Ermeniler için soykırım, (medz yeghern) büyük felaket, Süryaniler için ise ‘Seyfo’nun (kılıç) 98. yılı. Bütün dünya deyim yerindeyse Obama’nın yapacağı konuşmayı ‘dört gözle’ bekledi.
Acaba soykırım diyecek mi demeyecek mi? Obama’nın Amerika’dan yapacağı siyasi ve ekonomik çıkara dayalı konuşmayı bir kenara bırakıp kendi coğrafyamızda yaşanan acılara değinmek daha gerçekçi olmalı.
İttihat ve Terakki zihniyetinin önderlerinden Mehmet Talat Paşa katliamlarını gerçekleştirirken Ermeni, Rum ve Süryani farkı gözetmemişti. O önemli bir tehdit unsuru olarak gördüğü bu halkları imha etmenin kararını önceden almıştı. O, bu halkları nerede toplayacağının, nasıl tehcir edeceğinin, nerelerde öldüreceklerinin, mallarının nasıl dağıtılacağının, nüfuslarının nasıl azaltılacağının bütün hesaplarını yapmıştı. Ona göre; Balkanlar’da kaybedilen savaşların intikamı ancak böyle alınırdı.
24 Nisan’ın hatırlattığı
24 Nisan’da Ermeni aydınlarının toplanıp sürgün edilmesiyle başlayan katliam süreci daha sonra Süryanilerin de yaşadığı en ücra köylere kadar uygulandı. Süryanilerin yoğun olarak bulunduğu Mardin, Hakkâri, Siirt, Antep, Urfa, Diyarbakır ve Adıyaman’da insanlar katliamın, vahşetin yaşanmasına engel olamadılar. Süryaniler, Ermeniler kadar sayıca fazla olan aydın ve işadamlarına sahip değillerdi. Nüfus olarak da sayıları Ermenilerden azdı. Yani o günün şartlarına göre Ermeniler kadar güçlü ve politik olmadıkları için sisteme karşı önemli bir güç unsuru olarak görülmüyorlardı. Batı illerinde Ermeniler kadar sayıca fazla Süryani de yoktu. Eğer Ermenilerin yerinde Süryaniler olsaydı ilk önce Süryanilerden başlanacaktı. Ama daha sonra sıralamanın da hiçbir önemi yoktu artık.
Süryanilerin Mardin, Midyat ve Diyarbakır bölgelerinde yaşayanlar katliamı ‘Seyfo’ (kılıçtan geçirme) olarak adlandırırken Malatya, Adıyaman bölgesinde yaşananları ise ‘Kalfe’ ya da ‘Prodayışı Gâvura’ (Hıristiyanların toptan imha edilmesi, yok etme, vurma, kesme) olarak adlandırırlar. Bu kavramlar günümüzde halk arasında halen kullanılmaktadır.
Dönemin hükümet ve askeri yetkilileri Adıyaman’da birçok köydeki Ermeni ve Süryanileri imha etmeye başlarlar. Sıra Adıyaman’ın Wank Köyü’ndeki Süryanilere gelince köye doğru hareket eder ve ilk önce köyün ağasıyla görüşürler. Köyün ağası Şeyho Bey’in jandarmaya “Bu köy Ermeni köyü değildir. Burası Süryani köyüdür” demesine karşılık olarak komutan şunu söyler: “Bizim için soğanın kabuğunun rengi önemli değil, kokusu önemlidir. Soğan soğandır.” Böylece köydekilerin Ermeni ya da Süryani olmalarının önemli olmadığını, kendileri için bunların Hıristiyan olmasının yeterli olduğunu belirtmiştir.
Bundan tam 22 yıl önce yapılan ses kaydında köydeki canlı tanık, olayları bizzat gören yaşlı bir Kürt kadının söyledikleri büyük ve çok önemli bir belge niteliğindedir: “Ben şu anda yüz yaşındayım, olaylar başladığında yedi yaşındaydım. Köyün ağasıydık. Askeriye bize geldi. Buradaki halkın Süryaniler olduğunu söyledik. Ancak öldürülmelerine engel olamadık. Akşam bize geldiler, kaçamayanları sabah topladılar. Evimizin önündeki meydanda topladılar. Eyvana çıktım, kadın yaşlı, genç ve çocuklardan oluşan bir ‘kalfe’ idi. Yüzleri ay gibi parlıyordu. Hepsini Temsiyas Köyü’nden Fırat’a götürdüler, dönen olmadı. Ben Cüvınekan’a kadar peşlerinden gittim. Sonra eve döndüm. Tanık olduğum bir diğer olay ise köy papazının öldürülmesiydi.
Köyün papazından kiliseye ait para ve altınların nerede olduğunu söylemelerini istiyorlardı. Papaz bir türlü söylemiyordu. Önce iki çocuğunu öldürdüler, yine de söylemedi. Sonra onu Süryani mezarlığına götürdüler. Bahçelerin etrafını dikenle çevirmek için bir yıl önceden kesilmiş ve kurutulmuş diken yığınlarının arasına koydular ve ateşe verdiler. Bizler de seyrettik. Yine bir gün arkadaşlarımla kuzuları otlatmaya götürmüştük. Kalıbağ denen yerde cesetler doluydu. Yerlerde sanki yatıyorlardı. Boyunlarına bakıp kolye, kulaklarından küpe, kollarından bilezik, bileklik ve boncuk topluyorduk. Bazılarının gözleri açıktı. Kendi ellerimizle gözlerini kapatıyorduk. Üzerlerinden basmadan geçmeye çalışıyorduk. Çoğu kadın ve çocuktu. Aldığımız takıları biz kullanıyorduk. Bunları söylemem gerekiyor çünkü yaşlandım. Ölürsem vicdanım rahat etmez.”
Mardin merkezde bulunan bazı Süryaniler ‘Seyfo’nun yaşanmadığını ve etkilenmediklerini ifade edebilmektedirler. Bu tez bazıları için doğru olabilir. Çünkü o dönemde hükümet ve çevrede bulunan Kürt aşiret ve ağalarıyla birlikte hareket edip Ermenilere yönelik saldırılara ortak oldukları dahi iddia edilmektedir. Ancak bu konuyla ilgili kesin kaynaklar bulunmamaktadır.
Direniş ve savunma
Mardin, Midyat, Diyarbakır, Urfa, Antep, Malatya ve Hakkâri köylerinde yaşayan Süryaniler de katliamlardan kurtulamadılar. Ancak en önemli direniş ve ‘savunma’nın Aynwerdo Köyü’nde verildiğini birçok Süryani kaynak bize göstermektedir. Tarihe ‘Aynwerdo Savunması’ olarak geçen bu direnişte çevre köylerden kaçan Süryani ve Ermeniler, Marho Şabo Kilisesi’ne sığındılar. Tahmini 6000-7000 kişinin sığındığı söylenir. Hükümet ve çevredeki Kürtler tarafından 19 Temmuz’da kuşatılan bu köydeki direniş 66 gün sürdü. Süryani köylülerinin çoğu silahlıydı. Köyü konumundan dolayı ele geçiremeyeceğini anlayan hükümet taraftarlarının, halkı teslim olmaya zorlamasına rağmen halk teslim olmayı kabul etmedi. Köylüler hükümete güvenmediklerini, ancak Aynkafli Şeyh Fethullah araya girerse barışacaklarını söylediler. O da devletle anlaştı, oğlu ve yeğenini Süryanilere rehin bırakınca Süryaniler tarafından 400 tüfek teslim edildi ve barış sağlandı. 10.000 asker ve 12.000’e yakın Kürt işgalci Aynwerdo Köyü’nü talan için bekliyordu. Şeyh Fethullah devletin yapacağı bir saldırıda karşı koyacağını söyleyince askeri birlikler kuşatmayı kaldırıp geri çekilmek zorunda kaldılar.
Katliamlardan en çok etkilenen bölge, Adıyaman ilçe ve köylerinde yaşayan Süryani ve Ermeniler oldu. Misyonerlerin olmayışı, dağlık bölgelerde yaşamaları, sınır bölgelerinden uzak, iletişim imkânlarının yetersiz olması, silahsız olmaları, buradaki insanların neredeyse tamamen yok edilmesini yol açtı.
Sonuç olarak:
Kim ne yazarsa yazsın, ne söylerse söylesin, ne derse desin ortada bir gerçek vardır ve o da bu acıların yaşandığıdır. Balçıkla güneş sıvanmamakta, yalanlarla peynir gemisi yürümemektedir. Bu işe ekonomik ve siyasi oyunlarla yaklaşmak tarihe yapılacak en büyük hakarettir. Tarih, tarihçilere bırakılmalı denilir ama nedense bırakılmaz. İnsanlığa düşen, bu acılardan ders çıkarmak ve bu acıyı paylaşıp özür dilemektir.
Kaynak: Radikal Gazetesi, Muzaffer İris *Eğitimci-Yazar ; Güncelleme Tarihi: 27 Nisan 2013