2104 Yerel Seçim Sonuçları çok tartışılacak, ancak sonuçlar üzerinde ilk elde yapılabilecek yorumlar şunlar:
1) Ayyuka çıkan yolsuzluk iddialarına rağmen AKP’nin yüzde 43 oy almasının üç nedeni olabilir: i) yolsuzluk olsa da geniş bir kesim bu yolsuzluğun nimetlerinden faydalanmaktadır. ii) yolsuzluk olsa da muhafazakâr kesimlerin kendilerini ifade edebileceği başka bir siyasi alternatif bulunmamaktadır. iii) bu iddialar AKP’ye oy veren kitleler nezdinde inandırıcı değildir. Bunların tümünün doğru olduğunu ve AKP’ye oy veren seçmenin sınıfsal temeline göre değiştiğini düşünüyorum. AKP ile yıldızı parlayan İslamcı sermaye ve yeni kapitalist sınıf zaten kapitalizmin ruhunu yakalamıştır, kapitalizm yolsuzluk düzenidir ve bu kesim “bal tutan parmağını yalar, iktidar bizde olduğuna göre neden nimetlerinden faydalanmayalım” diye düşünmektedir. Bu sınıf ülkemizdeki ahlaki yozlaşmanın taşıyıcılarından birisidir. AKP seçmeni orta sınıflar ve samimi dindarlar ise AKP’nin üst kadrolarındaki maddiyatçı yozlaşmanın farkında olsalar da oy verebilecekleri ciddi bir seçenek bulunmamaktadır ve AKP kaybettiği takdirde kendileri üzerinde baskının yoğunlaşacağını düşünmektedirler. Daha düşük gelir seviyelerine sahip AKP seçmeni ise 17 Aralık operasyonu ile başlayan sürecin düzmece bir komplo olduğu yönündeki AKP propagandasının etkisi altındadır. Tabii ki bu propagandanın etkisi AKP’nin mahalle düzeyindeki örgütlülüğü sayesinde artmaktadır. Her halükarda yolsuzluk iddiaları ters tepmişe ve AKP ileri gelenleri tarafından tabanının konsolide edilmesi için bir fırsat olarak kullanılmışa benziyor.
2) Cemaatin oy tabanı abartıldığı kadar değildir. Daha önce yaptığım araştırmalarda cemaatin oy oranını %1 olduğunu gördüğümde çok şaşırmıştım. 1 milyon tirajlı Zaman gazetesine ve ekonomide ve devlet bürokrasisindeki ciddi örgütlülüğüne ve gücüne rağmen cemaatin halk tabanında ciddi bir örgütlülüğü olmadığı görülmektedir. Bu seçimlerin en büyük kaybedeni cemaat olmuştur ve önümüzdeki süreçte devlet bürokrasisinden cemaat izlerinin silineceği ve ekonomik gücü üzerinde ciddi bir zayıflatma kampanyası ile karşı karşıya kalacağı beklenmektedir. Bu noktada “paralel devlet” meselesini de tartışmaya açmak gerekiyor. Siyasi lügatimize yeni giren bu kavramın “derin devletten” ne farkı var? Bu terimle devlet içindeki “Fettuhlatçı” örgütlenme mi kastediliyor. İlericiler bu paralel devlet meselesine nasıl yaklaşmalıdırlar? “Paralel devlet” aslında “derin devlet” dediğimiz şeyin Fettullahçılar tarafından ele geçirilmiş halidir. Bu sürecin en azından Emniyet içinde nasıl gerçekleştiğini Hanefi Avcı, Haliç'te Yaşayan Simonlar (Dün Devlet Bugün Cemaat) adlı kitabında mükemmel bir şekilde anlatıyor. Emniyette Hanefi Avcı’nın derin devlet adına kendi elleriyle kurduğu elektronik dinleme sistemi derin devleti paralel devlete dönüştüren Fettullahçıların eline geçiyor ve bu sistem Hanefi Avcının kendisininki de dahil olmak üzere son yıllarda polis-savcı işbirliği ile kotarılan skandal operasyonlara malzeme toplamak üzere kullanılıyor. Önümüzdeki süreç “derin devletin” gerçek sahiplerine geçeceği bir süreç olacaktır.
3) CHP, seküler yaşam tarzlarına karşı ciddi tehdit algısı geliştiren, gidişat ile ilgili olarak sürekli söylenen, seçimden seçime gidip oy kullanmanın ötesinde bir siyaset kültürü geliştiremeyen ve halk arasında ciddi bir örgütlenmesi olmayan Batılı seküler kesimlerin partisi olarak kalmaya devam edecektir. Cemaat tarafından servis edilen tapeler üzerinden siyaset yapan ve bu şekilde bir tepki örgütleyen, Türkiye’nin belli başlı sorunları üzerinde dişe dokunur hiç bir şey söylemeyen, hiçbir politikası olmayan bir parti olarak kalmaya mahkûmdur. CHP tape siyaseti ile ülkemizdeki yozlaşmaya siyasi bir boyut kazandırmıştır. Bir sonraki seçimlerde bu oy oranını bile koruyamayacaktır, çünkü aslında ilke düzeyinde HDP’ye gitmesi gereken pek çok oy “aman AKP kazanmasın” diye CHP’ye gitmiştir. Büyük şehirlerde pek çok MHP seçmeni de CHP’ye oy vermiştir. Bunu kanıtlamak için CHP ve MHP’nin Büyükşehir Belediye oyları ile İlçe Genel Meclisi oylarını karşılaştırmak yeterlidir. CHP hala 1980 öncesi “ortanın solu” imgesinin ekmeğini yemektedir ve gerçekten sol güdülerle CHP’ye oy veren pek çok seçmen aslında kafalarına yarattıkları bir sol hayalete oy vermektedir. CHP’nin sol ile hiçbir alakası kalmamıştır ve sağa doğru kayışta dur durak bilmemesi bile işine yaramamıştır. Hatay ve Ankara’da MHP kökenli adaylar göstermesi, İstanbul’da neoliberal politikalara ve kentsel talana karşı söyleyecek tek sözü olmadığı gibi bu politikaların bizzat uygulayıcısı olan bir kişiyi aday göstermesi bile işe yaramamıştır. Aslında CHP, AKP’ye karşı gerçek bir muhalefet geliştirilmesi önünde en büyük engeldir ve AKP’nin karşısında böyle bir ana muhalefet partisi olması en büyük şansıdır. CHP seçim stratejisini AKP’ye yolsuzluklar üzerinden yüklenip, Ankara ve İstanbul belediye başkanlıklarını alabilmek üzerine kurdu. AKP’ye bir iktidar alternatifi oluşturamayacağını biliyor. Bu politikanın işe yaramadığı da ortada. Konuştuğum ve CHP’ye oy vermeyi düşündüğünü söyleyen herkes, “mutlaka AKP’den kurtulmak gerektiğini, bu nedenle istemeye istemeye CHP’ye oy vereceklerini” söylüyordu. Yani bir nevi “yetmez ama CHP” durumu söz konusuydu. CHP gerçek bir sol muhalefetin önünü tıkama ve tepkiyi soğurma işlevini mükemmel yerine getiriyor.
4) Bu seçim sonuçlarını HDP için de büyük bir hezimet olarak değerlendirmek gerekir. Batıda sol-demokratik kamuoyunu şemsiyesi altında toplaması beklenen HDP ihmal edilebilir bir oy yüzdesi ile yetinmek zorunda kalmıştır. HDP’nin aslında kendisine yönelebilecek sol oyların AKP kazanır korkusuyla CHP’ye gitiği bahanesi arkasına saklanmaması gerekir. Çünkü en başta CHP’nin herhangi bir sol alternatifi temsil etmediği gibi aslında ırkçı-şoven ve tekçi zihniyeti temsil ettiğini sol güdüyle davranan seçmenlere anlatamadığı gibi büyük şehirlerde Kürtlerden bile oy alamamıştır. Aslında bu sonucun nedenlerini HDP’nin kuruluş sürecinde aramak gerekir. Bir kere neden HDP/BDP gibi iki partiye ihtiyaç duyulduğunu sorgulamak gerekir. Bu şekilde ayrışmak aslında bir ölçüde Kürt partisi olduğu gerekçesiyle BDP’ye yönelmeyecek oyların peşine düşerek ırkçılığa verilen bir ödündür. İkinci neden, BDP’nin büyük şehirlerde giderek entegre ve asimile olan Kürtler nezdinde erozyona uğrayan örgütlülüğünü sol oluşumların toparlaması yönündeki beyhude düşünceye dayanmaktadır. HDP’nin aldığı oy, çeşitli sol parti ve fraksiyonların bir birliğe dönüşmeden ve halk tabanında ciddi bir örgütlülüğe girişmeden yan yana durduklarında oluşturdukları potansiyeli göstermektedir ve HDP’nin etkisi, kendisine oy veren Kürtler de olmasa sıfıra yakındır. Sol Gezi hareketi ile ortaya çıkan devrimci enerjinin üzerine CHP’nin konmasına ve bu potansiyelin heba edilmesine izin vermiştir.
5) BDP Kürt illerinde etkisini korumuş ve Ağrı, Bitlis, ve Mardin gibi yeni illerde seçimini kazansa da Kürt illerine hapsolmuş bir bölge partisi olma niteliği bu seçimlerde de değişmemiş, oy oranını yakalayıp barajı geçme hesapları da suya düşmüştür. BDP önümüzdeki dönemde bir yol ayrımında: Ya seçim öncesi Kürt Hareketi’nin dağda ve ovadaki çeşitli temsilcileri tarafından dile getirildiği gibi, AKP Kürt sorunun çözümü için muhatap olmaktan çıkacak ya da seçimlerden tazelenerek çıkan AKP ile pazarlık devam edecek. Her iki durumda da BDP’nin katılımcı bir demokrasi anlayışı geliştirmek ve taban örgütlülüğünü yaygınlaştırmak yerine bölgede yerel yönetimciliğe Ankara’da da yüksek siyaset koridorlarına hapsolma ihtimali çok kuvvetlidir. BDP’nin Kürt illerindeki konumunu konsolide edip edemediği bile tartışmalıdır. Hakkari ve Diyarbakır’da AKP her şeye rağmen BDP aleyhine oylarını arttırabilmiştir. HÜDAPAR etkisi olmasa Bitlis’te belediye başkanlığını AKP’ye kaptırma olasılığı bile vardır.
6) Seçimlerin diğer bir galibi de MHP’dir. Orta Anadolu’nun ve Akdeniz bölgesinin AKP’nin seçimleri kazanamadığı illerinde CHP’nin esamisi bile okunmazken MHP ciddi oy oranlarına ulaşıp AKP’yi geçebilmiştir. Diğer birçok ilde ciddi bir oy oranı ile AKP’yi zorlamıştır. Bu illerde muhtemelen çözüm süreci karşıtlığı üzerinden bir propaganda yürüten MHP’nin AKP’den önemli ölçüde oy devşirdiği söylenebilir ki bu da demokrasi güçleri için hiç de hayırlı bir sonuç değildir.
Türkiye’de önümüzdeki yıllarda aydınlık günlere doğru demokratikleşerek çıkması için ilerici ve sol çevrelere büyük sorumluluk düşüyor. Bu çevreler içinde Kürt hareketini, CHP tabanındaki sosyal demokrat kesimi ve Gezi ile açığa çıkan büyük ölçüde örgütsüz muhalif potansiyeli kast ediyorum. Her şeyden önce AKP iktidarını yıkmanın gerçekten de mümkün olup olmadığı bir yana, yıkıldığında Türkiye’nin temel sorunları açısından arzuladığımız gelişmeler olup olmayacağını da değerlendirerek bir strateji geliştirilmesi gerekiyor.
Türkiye’nin temel sorunları neler ve bu sorunlarla ilgili kendisini sol-muhalif-ilerici olarak tanımlayan kesimlerin az çok ortaklaşabileceği arzular ne olabilir? Herhangi bir hiyerarşi kurmadan ve sorunları önem sırasına göre dizmeden sıralıyorum:
1) Çevresel yıkım ve doğal ekosistemlerin ve kentsel alanların rant alanı haline getirilerek yoksulların dışlanması ve gelir adaletsizliğinin daha da artması
2) Kürt sorunu ve bu sorunun kaynağı olan daha genel demokratikleşme sorunları
3) Terörle Mücadele Kanunu, Partiler Kanunu ve Seçim Kanunu gibi antidemokratik yasalar ve 12 Eylül Anayasası
4) Derin devlet ya da hesap verme yükümlülüğü olmayan tüm devlet yapıları
5) AKP iktidarının Ortadoğu’da giriştiği Sünni eksenli riskli kumar
6) Siyasi kültürümüzde giderek artan otoriterleşme ve erilleşme eğilimleri
17 Aralık’tan önce bu sorunların önemi ve aciliyeti üzerinde tüm muhalif-demokratik çevrelerin az çok uzlaşabileceğini söyleyebilirdik. Ancak 17 Aralık süreci etkisiz bir parantez açtı. Yolsuzluk, sol-ilerici çevrelerin pek de gündeminde olmadığı halde bir anda en önemli gündem maddesi oldu. Bu noktada biraz durup düşünmek gerekiyor. Sakın muhalefetin gündemini de saptırmak gibi bir işlevi olmasın? Bu parantez önümüzdeki süreçte de büyük ölçüde kapanacağa benziyor.
Yukarıdaki beş önemli soruna dönecek olursak bunlarla ilgili arzuladığımız gelişmeler ne olabilir? Çevresel yıkım acilen durdurulmalıdır ve doğal kaynakların ve kentsel çevrenin daha eşitlikçi ve sürdürülebilir bir şekilde kullanılması sağlanmalıdır. Kürt sorununda çatışmasızlık ortamının sürdürülmesi sağlanmalı, süreç açık ve şeffaf hale getirilmeli, kişilere bağlı olmaktan çıkarılmalı ve Türkiyelilerin çoğunluğunun kabul edeceği kalıcı, adil ve hakkaniyetli bir çözüme doğru evriltilmelidir. Terörle Mücadele Kanunu, Partiler Kanunu ve Seçim Kanunu gibi antidemokratik yasalar kaldırılmalı ve siyaset zemini geliştirilmelidir. Sivil ve demokratik bir anayasa yazılmalıdır. “Paralel devlet” değil derin devlet ve hesap verme yükümlülüğü olmayan benzer tüm gizli devlet yapıları tasfiye edilmelidir. AKP iktidarının Ortadoğu’da giriştiği Sünni eksenli riskli kumar engellenmeli ve Kürtler, Araplar, ve Türkler ile Aleviler, Şiiler ve Sünniler arasında daha fazla husumet yaratacak gelişmeler engellenmelidir. Kadın cinayetleri ile ve kadın bedeninin otoriteye teslim edilmesi çağrısı ile somutlaşan erilleşme ve özel hayatın her alanının devlet denetimine girmesi ile somutlaşan otoriterleşme eğilimlerine karşı mücadele verilmelidir.
Şimdi bu arzularımızın AKP iktidarı yıkıldığında ve ona en yakın alternatif olan ulusalcı soslu cemaat destekli bir CHP-MHP hükümeti kurulduğunda ne kadarının gerçekleşeceğini oturup düşünelim. AKP’yi demokratikleştirici adımlar atma konusunda sıkıştırmak ne kadar mümkün olabilir? “AKP’nin ekonomik başarısının” mihenk taşlarından biri olan çevresel yıkım ve doğal ekosistemlerin ve kentsel alanların rant alanı haline getirilmesi nasıl önlenebilir? İçine girdiğimiz küresel parasal daralma döneminin ve AKP iktidarının yarattığı istikrarsızlığın verdiği olanaklar bu gidişatı durdurmak için muhalifler tarafından nasıl değerlendirilebilir? Kürtler, Araplar, Türkler, Aleviler, Şiiler ve Sunniler arasında giderek derinleşen çatlaklar nasıl kapatılabilir ve bir arada yaşamanın yolları nasıl aranabilir? Kadınlar ve farklı cinsel kimlikler toplumsal yaşamda nasıl daha fazla yer bulabilir? İnsanların yaşam tarzlarına müdahale nasıl engellenebilir? Bunlar, sol-muhalif-ilerici olarak tanımlayan kesimlerin gündeminde olması gereken meseleler, soyut bir “yolsuzlukla mücadele” meselesi değil.
Arundathi Roy, Hindistan’taki yolsuzluklarla ilgili bir söyleşisinde şu çarpıcı tespitlerde bulunuyor: “Halk yolsuzluklara öfkelense de bu sandığa yansımayabiliyor. Sanki iş oy vermeye gelince daha kurnazca hesap yapılıyor, bu hesap oldukça karmaşık. Halkın iyi insanlara mutlaka oy vereceğini düşünmek yanlış. […] Bir siyasi partinin bu ülkeyi yalnızca yolsuzluk açısından görmesi, kibarca söylersek, yetersiz olur. Kast, sınıf, etnik köken, toplumsal cinsiyet milliyetçilik gibi konuları sadece yolsuzluk açısıyla göremeyiz. Siyasi bir parti bütün bunları hesaba katarak politika üretmeli, aksi halde siyasi bir parti olamaz, sadece yolsuzluğa karşı olmak gerçek bir siyaset değil.”