Osmanlı döneminde Ermenilere yönelik kitlesel katliamlardan ilki; Sultan Hamid’in emriyle kurulan Hamidiye Alayları tarafından gerçekleştirilen 1984-86 katliamlarıdır. Bunu 1908 Meşrutiyeti sonrası gerçekleşen 1909 Adana Katliamı izledi. 24 Nisan 1915 tarihinde ise Ermeni aydınlarının katledilmek üzere tutuklanması ve bunu takiben zorla yapılan sistemli sürgün ve katliamlar ile de Anadolu Ermenisizleştirildi. Bu süreçte binlerce ev, imalathane, okul, kilise ve manastır talan edilip, Anadolu’nun Hıristiyan halkları planlı ve sistematik bir sürgünle yok edildi veya köklerinin bulunduğu topraklardan çıkarıldı. Ermeni Soykırımı, günümüz Türkiye burjuvazisinin sermaye birikiminin ana kaynaklarından birini oluşturup, Ermenilerden kalan mallar kurulacak olan ulus devletin sermayesini oluşturdu.
Cumhuriyetin tarihi asimilasyonun tarihi
İmha, inkâr ve asimilasyon politikaları Cumhuriyet döneminde de sürdürüldü. Her türlü etnik ve dinî farklılık yok sayıldı ve tektipleştirilmeye çalışıldı. Resmî ve gayrıresmî politikalarla anadiller yasaklanırken, bu yasaklar ‘Vatandaş Türkçe Konuş’ kampanyası ile desteklendi. Sermayenin Türkleştirilmesi politikası da Cumhuriyet tarihi boyunca 1936 Beyannamesi, Varlık Vergisi, 6-7 Eylül Pogromu ve ‘Vakıflar Kanunu’ gibi uygulamalarla devam etti.
Bugünse gerçek bir çözüm sunmayan, yalnızca birkaç mülkü göstermelik bir şekilde iade eden, ‘azınlık’ vakfı malları ile ilgili miladı dolmuş bir kanun hükmünde kararname ile süreç devam etmekte. Kalfayan Yetimhanesi Vakfı’nın binası yol inşaatı için istimlak edilmesi; Tuzla’daki Ermeni Çocuk Kampı’nın, Ermeni vakıflarının mal edinme hakkı ‘olmaması’ gerekçe gösterilerek eski sahibine iadesi ve bunun gibi pek çok ‘azınlık’ vakfına yönelik benzeri uygulamalarda da bu süreci açıkça görmekteyiz.
Soykırımla yüzleşilmeli
Tüm bu politikaların sonucunda Anadolu coğrafyası kültürel anlamda çoraklaştırılıp, pek çok dil ve kültür yok olmaya mahkûm edildi. Ermeni Soykırımı’nın, Anadolu halkları ve ezilenlerince de dillendirilmeyerek inkâr edilmesi ve Soykırım ile yüzleşilmemesi, devletin bu sessizlikten güç almasına neden olup, bu topraklarda gerçekleştirilen diğer katliamlara da zemin hazırlamıştır!
Bugün Ermenilerle Kürtler, Türkler ve diğer halklar arasında kurulacak bir barış, Soykırım’ın inkârı ile değil, ancak ve ancak bu halkların barış yanlısı duruşları ve halkların ortak mücadelesi ile gerçekleşecektir. Bu sebeple Soykırım’ın faillerinin ifşa edilmesi, Soykırım geleneğini ve aklını sürdüren ırkçı-faşist partilerle, kurumlarla işbirliği yapılmaması ve bu kurumların desteklenmemesi hepimizin siyasi sorumluluğudur.
Bu bağlamda, Ermeni Soykırımı’nın 100. yılına yaklaşırken Türkiye’de son yıllarda gerçekleştirilmeye başlanan anma etkinlikleri halklar arasındaki bağın artmasına vesile olmakta ve çözüm sürecine katkı sağlamaktadır. Fakat bu anmaların sadece ‘kişisel vicdani arınma seansları’na dönüşmemesi, meselenin insani boyutu yanında politik çerçevesinin de Türkiye-Ermenistan sınırı açılması, Diaspora Ermenilerine yurttaşlık verilmesi, yaşananların bir Soykırım olduğunun kabul edilip özür dilenmesi, Soykırım faillerinin basında ve ders kitaplarında ifşa edilmesi, Türkiye burjuvazisinin 1915 sonrası sermaye birikiminin hesabını vermesi ve Soykırım mağdurlarına verilen zararın tazmini temelinde çizilmesi gerekmektedir.