İki aydan uzun bir süredir Abdullah Öcalan’ın avukat ve yakınlarıyla görüşmesine izin verilmiyor. 9 Ekim’de Gemlik’te kitlesel bir yürüyüşle en başta bu durumun protesto edilmesi bekleniyor. KCK operasyonu çerçevesinde tutuklamalar bu yürüyüşün kitleselleşmesini engellemek için de sürdürülüyor.
BDP’li milletvekillerinin de katılacağı yürüyüşün büyük bir kitle tarafından başarıyla gerçekleştirilmesi, ister istemez hükümetin hanesine büyük bir eksi olarak yazılacak. Çünkü ülkedeki Kürt muhalefetini kontrol ve yönlendirme iddiasının çöküşüne tanıklık edilecek.
Devlet PKK karşısında askeri bir fiyasko yaşadı ve yaşamaya devam ediyor. PKK’nin belini kırması beklenen Kandil’e kara operasyonunu gerçekleştiremedi. PKK üzerinde asker ve polis ölümlerinin önüne geçemediği bir operasyon baskısı kurabiliyor ki bunun da sonuç alıcı olamayacağı biliniyor.
Bu süreçte, PKK’nin şehirlere dönük askeri eylemleri sırasında ortaya çıkan bazı sivil ölümlere ve Ankara’da patlayan TAK bombasına yaslanarak psikolojik üstünlük kurmaya çalışan hükümet, BDP’nin mecliste yer alma kararının işaret ettiği rutin savaşa dönüşe razı olmak zorunda kaldı. Böylece, önünü alamayacağını bildiği asker, polis ve gerilla ölümlerinin aslında tek sorumlusu haline geldi.
Devlet yargı baskısı yoluyla, KCK operasyonlarının yanı sıra, BDP’li belediyelerin PKK bağlantısını ve olmasını ümit ettiği bazı yolsuzlukları keşfetmenin de derdinde. Bunlar BDP’yi ve BDP’li belediyeleri kriminalize etmek ve itibarsızlaştırmak için atılması gereken adımlar. Bu durum karşısında Türk medyasındaki liberal yazarlar bir hayli huzursuz olmaya başladı. PKK’siz çözüm adına yola çıkıp yüzlerce, binlerce insanı hapishanelere doldurma ve BDP’li belediyeleri kriminalize etme uğraşları, “Dağda şahin, ovada güvercin” konseptinin çöküşünü gösteriyor.
KCK tutuklamaları ve BDP’li belediyelere dönük operasyon hazırlıkları, PKK’nin simgesi olduğu silahlı mücadeleyi tek alternatif haline getiriyor. Liberal yazarlar bu durumu görüyorlar. Güya liberalizmin kalesi Taraf gazetesinde jakobenleştikçe kabına sığamayan Ahmet Altan’ın PKK’siz çözüm önermeleri tamamen komikleşmiş durumda.
PKK Ankara’daki bombalama ve çeşitli sivil ölümler nedeniyle kaybetmeye başladığı prestijini yeniden kazanıyor. İnisiyatif belirsizliğinin yaşandığı hareketli bir sürecin sonunda, İmralı ve Öcalan faktörü öne çıkarken, 9 Ekim ve sonrasında yaşanacaklar sürecin nereye evrileceğini gösterecek.
Şu ana kadar yaşananlar, Öcalan’ın devreye girmesinin engelleneceğini gösteriyor. Hükümet bu konuda ciddi adımlar atmaz ise, 1990’lara dönüşten başka bir seçenek üretemediğini ortaya koyacak. Tek eksik faili meçhul cinayetler; yeni bir JİTEM kurulmaz ise, hapishanelere gönderilen yüzlerce, binlerce insan hükümetin başına taş olup yağabilir. Kurulur ise, hükümetin içerde ve dışarda kendi sonunu hazırlayacak.
Uzun zamandır Kürtlerin sivil ve KCK ile bağlantısız, yani PKK’den bağımsız bir muhalefet örgütlemesi hem hükümet hem de medyada kalem oynatan, televizyonlara çıkıp kafa şişiren zevat tarafından önerilmekte. Bunun eşyanın tabiatına aykırı olduğu, barışı getirmeyeceği biliniyor. Hükümetin ve medyadaki propagandistlerin bu talebine karşı koymanın bir yolu sivil itaatsizlikten geçiyor. Bu anlamda, 9 Ekim’de Abdullah Öcalan’ın muhatap alınması ve barışa giden yolda etkin bir rol üstlenmesi için yapılacak yürüyüş kritik bir anlam ve önem sahip. Öcalan muhatap alınmaz ise, sonrasında nelerin yaşanacağı, nasıl bir yol tutulabileceği ise belirsizlik içeriyor.
Kürtler nasıl bir yol izleyebilir:
1.Hükümetin ve medya propagandistlerinin tavsiyesine uygun olarak KCK, dolayısıyla PKK ile bağlarını keserler. Öcalan’ı kaderiyle baş başa bırakıp, mesela devletin vize verdiği Kemal Burkay’ı yeni liderleri olarak ilan ederler. Kemal Burkay da, özellikle televizyon ekranlarında parlatılan ve “Kürt aydını” diye sunumu yapılan zevatla bir ekip kurar, kendi aralarında beyin fırtınaları yaparlar.
2.PKK’nin geliştirmesi ve daha da şiddetlendirmesi olası silahlı mücadelesine destek ve taraf olmayı sürdürür, elden geldiğince serhıldan, yani şiddetli protesto eylemleriyle seslerini duyurmaya çalışırlar. Kürt orta sınıf katmanlarının huzursuz ve endişeli, yoksullarının isyankâr olduğu bir tablodan ne çıkabileceğine bakılır.
3.Kurumsal olarak KCK'nin, dolayısıyla PKK’nin açıklayacağı barışçı ve demokratik bir mücadele konseptine sahip çıkılır. Bu konseptten hareketle KCK’den gelecek, silahlı eylemleri içermeyen, hatta silahların kullanımını işlevsizleştirecek çeşitli somut talimatların izleneceği açıkça beyan edilir. Beyan ciddiye alınmaz ise, “Evet, KCK’den talimat alıyor ve gereğini yerine getiriyorum” denilerek ortaya çıkılır.
Bugüne kadar birinci ve ikinci seçeneklerin karşı karşıya geldiğini, getirildiğini gördük. Üçüncü seçenek KCK’nin yerine BDP’nin ikame edildiği bir yol olarak denendi. Fakat BDP çıkıp asla KCK’den talimat alıyorum diyemedi, diyemezdi. BDP’nin aradan çıkarılacağı bir dolaysızlık, yani birinci ve üçüncü seçeneklerin karşı karşıya geldiği barışçı bir sivil itaatsizlik ise denenmedi. Bu arada belirtilmesi gereken bir husus, KCK’den talimat alacak bir halkın aslında kendisine talimat vereceği gerçeğidir. Mesele devletin ayıklayıp toplumdan yalıtmak istediği binlerin yüzbinler olabilmesidir.
Devletin ben yapabilirim, ama halk yapamaz şeklindeki tekelci siyaset zihniyetini ya da toplumun peşinden sürüklendiği yüksek siyaset komedisini ortadan kaldırmanın zamanı çoktan geçti. Geçtiğini herkes biliyor; ama alışkanlıklar kolay değişmiyor.
Bir daha soralım:
9 Ekim’den sonra Öcalan muhatap alınmaz ise, ne olacak?