Son iki haftadır Gezi Parkı'nın insansızlaştırılmasının ardından İstanbul'un çeşitli parklarında forumlar düzenleniyor. İstanbul'daki mahallelerin yerel gündemleri, İstanbul'u ve Türkiye'nin tümünü ilgilendiren gündemler tartışılıyor. Ben de bir süredir Beşiktaş'taki Abbasağa Parkı'nda gerçekleşen forumu takip ediyorum. Bu yazıyı kaleme almamın sebebi ise geçtiğimiz Cuma Lice'de yaşananların forumun gündemini nasıl etkilediğine dair gözlemlerimi paylaşmak, tarihe not düşmek...

Lice'de yaşananlar öğrenildiğinde 28 ve 29 Haziran tarihlerinde İstanbul'un farklı bölgelerinde tepki yürüyüşleri gerçekleşmiş, insanlar "Her Yer Lice Her Yer Direniş" sloganları altında yürümüşlerdi. Yürüyüşlerin ardından gerçekleşen 1 Temmuz tarihli Abbasağa forumunda ise Vicdani Red Derneği'nden iki kişi söz aldı ve kurulan kalekollara karşı vicdani retlerini ilan etti. Ellerinde Lice'lilerin taşıdığı "Savaş değil, barış istiyoruz" pankartları vardı. Vicdani retlerini açıklayanlar konuşmalarında özellikle Lice saldırısı, faili meçhuller ve genel olarak devletin yaptığı katliamlara dikkat çekti. Ardından abisi şehit düşmüş bir genç söz aldı. Forumda bulunan bazı katılımcıların söylemleri ile tartışma alevlendi. Bunun üzerine genç bir kadın söz aldı ve şöyle bir öneride bulundu: "Az önce yaşanan gerilim Türkiye'deki gerilimin küçük bir örneği. Bu konu ile ilgili benim bir önerim olacak. Her hafta bir gün burada sadece toplumsal barışı konuşalım. Her kesimden kişiler gelsin, askerler gelsin, diğer kesimler gelsin burada bu meseleyi açık açık tartışalım. Gerçek toplumsal barışın filizlerini burada atalım." Bu öneri olumlu karşılandı ve oylamada herkes öneriyi kabul etti.
3 Temmuz Çarşamba günü de forum katılımcıları toplumsal barışı konuşmak üzere bir araya geldi. 3 saat boyunca devam eden 300 kişilik forumda 60 kişi söz aldı. Gerilimin yaşanmadığı herkesin sözünü rahatça dile getirdiği bir ortam mevcuttu. Konuşmalarda hangi eğilimlerin ortaya çıktığını yazımın ilerleyen bölümlerinde aktaracağım ama bu direniş sürecinde Türklerin ve Kürtlerin omuz omuza ve birlikte olduğu söylemi çoğu konuşmada dile getirildi. Bunun önemli bir adım olduğunu düşünüyorum. Bu söylem ve Lice'de yaşananlara dönük kitlesel tepki barış sürecinde bir adım atabildiğimizi gösteriyor. Bunu direnişin ilk günlerinde bir kadın arkadaşımın yaşadığı bir olaydan hareketle anlatabilirim. Sokakta tanıdığı, tanımadığı insanlarla birlikte gaza maruz kalmış olan arkadaşım artık yorgun düşmüş bir halde evine dönmek üzere metrobüse binmiş. Metrobüs kendisi gibi evine dönen insanlarla doluymuş. Yolculardan biri yaşadıklarının harareti ile metrobüsteki yolculara dönüp konuşmaya başlamış ve konuşmasının bir yerinde "bize attıkları gazı doğuda Kürtlere atmadılar" demesi üzerine arkadaşım dayanamayıp Kürtlerin gerçek mermilere maruz kaldığını bu şiddetin belki de daha fazlasının yıllardır yaşandığını söylemiş. Bunun üzerine bir grup yolcunun sözlü ve fiziksel tacizine maruz kalıp metrobüs durağına ulaşamadan yol ortasında inmek zorunda kalmış. Bugün ise arkadaşımın dile getirdiği gerçeğin telaffuz edildiği ve kimsenin yuhalanmadığı, susturulmadığı bir forum ortamının varlığı umut vericiydi.

Forumun başında direniş sürecinde Türk, Kürt fark etmeden herkesin omuz omuza olmasının olumlu olduğu, "kurtuluş yok tek başına ya hep beraber ya hiçbirimiz" sloganın ete kemiğe büründüğü söylendi. Fakat bunu dile getiren konuşmacılar sözlerini "AKP'nin barışından fayda gelmez" diyerek devam ettirdiler. "AKP'nin emperyal güçlerin dayatmasıyla getireceği barıştan hayır gelmez" söylemi "Kürt, Türk, emekçi, köylü bir araya gelelim AKP iktidarını devirelim" sözleri ile son buldu. "Hükümet istifa talebini ısrarla devam ettirmeli ve kaderi birleşmiş tüm halklar olarak AKP'yi devirmeliyiz" çağrısı yapıldı.

Bu görüşe karşı çıkan konuşmacılar ise barış sürecini AKP'nin barışı diye yorumlamanın yanlış olduğunu anlatmaya çalıştılar. Barış sürecinin Kürt hareketinin 30 yıllık mücadelesi sonucu ortaya çıktığını ve devletin buna mecbur kaldığını anlattılar. Barış süreci desteklemeli diyen konuşmacıların argümanları şunlardı:

• Artık iki halk birbirini anlamalı. Ortada 30 yıldır kendini tanıtmaya çalışan bir halk var bunu görelim. Barış olacaksa 30 yıldır Kürtlerin ne yaşadığını anlamalıyız.

• Özgürlük eşcinseller, kadınlar, Aleviler, 28 Şubat mağdurları, Sulukule mağdurları, Ermeniler, Rumlar gibi farklı kesimleri de kapsamalı.
• Kürt hareketinin seçim barajının kaldırılması, insanların kendi yaşadığı bölgelerde söz sahibi olması gibi Gezi direnişinin talepleri ile örtüşen talepleri var.

• Gezi direnişin kitleselleşmesini 6 aydır Güneydoğu'da çatışma olmaması mümkün kıldı. Bunu unutmayalım. Direnişçilere şu anda terörist damgası vurulmuyorsa bu biraz da Kürt mücadelesinin kazandığı özgürlük sayesindedir.

• 30 yıldır ilk defa İstanbul Kürt halkı için yürüdü. Hayaldi gerçek oldu. (!)

• Barışın kalıcı olabilmesi için AKP'yi devirmek değil AKP'yı sıkıştırmak gerekiyor. AKP barışı nasıl başlattıysa başlatsın biz bitireceğiz.

• Bu forumlarda Kürt halkının somut taleplerini anlamalı ve AKP'yi bu konuda somut adımlar atmaya zorlamalıyız.

• Barış sürecini tartışırken Türkiye'ye faşizmin AKP ile gelmediğini hatırlayalım. Kürt halkının fikri, dili yıllardır hapis. Yıllardır süregelen devlet aklını sorgulayalım.

Yukarıda yazdığım gibi forumda tartışma "AKP'nin barışından hayır gelmez" söylemi ile başladığı için tartışma barış süreci desteklenmeli mi desteklenmemeli mi düzleminde ilerledi. Fakat barışa neden ihtiyaç duyduğumuzu anlatan birkaç tanıklık çarpıcıydı. Onları paylaşmak istiyorum.

• 5 yaşına kadar Dersimde yaşamış sonra Amasya'da büyümüş biri söz aldı. Amasya'da yaşadığı köye ne zaman jandarma ya da herhangi bir devlet görevlisi gelse ailesinin "aman onların yanında Kürtçe konuşma" dediğini anlattı. Ardından anlattığı başka bir tanıklık da 12 Eylül'de bir süre hapse girdiğinde tanıdığı Şehmuz adlı bir gençle ilgiliydi. Kendisinin bulunduğu cezaevinde Diyarbakır Cezaevi'nden gelen Şehmuz bir gün şunu söylemişti ve bu aklına kazınmıştı: "Ben bu cezaevinde 10 yıl daha kalmaya razıyım. Yeter ki beni tekrardan Diyarbakır'a göndermesinler."

• Memur çocuğu olduğu için çocukluğunda ve gençliğinde Türkiye'nin farklı illerini gezmiş genç bir kadın söz aldı. Ailesi ile sürekli şehir değiştirmiş ama Ankara'nın doğusunda öteye geçmemiş. Birkaç yıl önce ilk defa Doğu'ya gitmiş. Orada tanıştığı insanlardan dinlediği hikâyelerden sonra neler hissettiğini şöyle anlattı: "Benim çocukluğumda bildiğim tek ölüm dedemin ölümüydü ama aslında o yıllarda benim bilmediğim nice ölüm olmuş. Ben çocukken bir kere kaybolmuş ama akşamında evime dönmüşüm ama Kürt illerinde kaybolmuş ve 20 yıldır evine dönmemiş insanlar var. Ben ailemin işi nedeniyle çok yer değiştirdim ve bundan nefret ettim ama bunun bir de zorunlu göç nedeniyle olduğunu düşünsenize..."

• Anlatımından Kürt olmadığını düşündüğüm bir genç ise geçen sene Diyarbakır'da Newroz'a katıldığı için tutuklandığını anlattı. Suçlu olduğunun delili olarak gazdan etkilenen birine limon sıkan bir fotoğrafı gösterilmiş. Onu tutuklayanlar "aslında senin bir suçun olmadığını biliyoruz ama Kürtlere destek veriyorsun, biraz burnun sürtülsün" demişler. Bunu anlattıktan sonra "benim yaptığımı biz bir haftadır Lice için yapıyoruz eğer biz bunu önceden yapsaymışız her şey daha farklı olabilirdi ama yine de geç kalmadık" diyerek sözlerini bitirdi.

Bu anlatılanlar bazılarımıza artık şaşırtıcı gelmiyor hatta daha önce duyduğumuz hikayeler. Ama forum katılımcılarının bir kısmı için öyle değildi. Oturumun birinci ve ikinci bölümünde yanımda oturan iki farklı orta yaşlı kadın yukarıda yazdıklarımı şaşırarak ve üzülerek yer yer onaylayarak dinlediler. O nedenle forum sona erdiğinde haftaya çarşamba toplumsal barış gündemli forumda katılımcıların üst siyaset dili ile konuşmadığı, tanıklıklarını, deneyimlerini, taleplerini samimi ve vicdani bir şekilde paylaştığı bir oturum gerçekleşmesi gerektiğini düşündüm.