Emekli bir üst düzey diplomat olan ve İspanya’da da görev yapan Akın Özçer’in “Çoğul İspanya: Anayasal Sistemi ve Ayrılıkçı Terörle Mücadele Modeli” adlı kitabı, İmge Yayınları’ndan 2006 sonunda çıkmış olmasına karşın güncelliğini koruyor. Hatta “açılım” tartışmalarının yoğunlaştığı bugünlerde, belki yayımlandığı yıla göre daha da güncel hale geldiği söylenebilir.
Son söyleyeceğimi baştan söyleyelim. Alt-başlık aldatıcı olmasın. Özçel, elbette bir devlet adamı olarak Türkiye’de Kürt sorununun çözümü için zaman zaman gündeme gelen “Bask modeli”ni anlatırken, İspanyol devletinin “terörle mücadele politikasını” öne çıkartıyor. Fakat genel olarak devlet aygıtının bekasına dönük kaygılarını bir yana bırakırsak, bunu demokrat bir tutumla yapıyor. Yani “Çoğul İspanya”, devlet destekli Avrasya Stratejik Araştırmalar Merkezi’nin (ASAM) çalışmaları gibi ulusal kimlik taleplerinin nasıl tasfiye edileceği üzerine değil, bunların tek bir devlet çatısı altında ve çoğulcu bir tarzda nasıl karşılanabileceği üzerine kafa yoruyor. Bu açıdan içinden geçtiğimiz “açılım” sürecinde konuyla ilgili herkese bu kitabı tavsiye ederim.
Bilindiği gibi, İspanya ulus-devletleşme sürecini (Allah’tan) tam olarak tamamlayamamış ve örneğin Fransa gibi, farklı ulusları “tek bir potada” eritememiş bir ülke. Derin tarihsel kökleri olan güçlü Bask ve Katalan milliyetçilikleri özellikle Franko diktatörlüğüyle güçlü bir mücadeleye girişiyor. Bask milliyetçiliğinin radikal örgütü ETA’nın da (Bask Ülkesi ve Özgür İnsan) prestiji bu dönemde doruğa çıkıyor. Sonunda Franco’nun öldüğü ve faşist diktatörlüğün çözüldüğü 1970’lerin ortalarında rejim kendi içinde demokratik bir dönüşüm geçirirken, Bask ve Katalan ülkelerinin (Euskadi ve Katalunya) merkezi devletle bağları son derece zayıflamış bir halde bulunuyor. Dolayısıyla oluşmakta olan demokratik İspanya, bu iki bölgeyi ve bir ölçüde de Galicia’yı yeni rejime nasıl başarıyla entegre edeceği sorunuyla karşı karşıya kalıyor.
İspanya’nın yakın tarihini oldukça iyi bildiği anlaşılan ve gerçekten bir araştırma kitabı ortaya çıkaran Akın Özçer’in aktardığına göre, 1978 yılında hazırlanan ve halk oylamasıyla kabul edilen yeni İspanya Anayasası bu sorunla önemli ölçüde baş edebilecek hükümler içeriyor. Öncelikle yeni anayasanın genel anlamda demokratik hak ve özgürlükler açısından da gayet ileri düzeyde olduğunu belirtmek gerekiyor. Örneğin ifade ve örgütlenme özgürlüğü –şiddete aktif destek vermemek koşuluyla– ayrılıkçı akımlar için de güvence altına alınıyor. Daha yapısal düzeyde merkezkaç milliyetçi talepler şu şekilde karşılanıyor: İspanya 17 özerk bölgeye (özerk topluluğa) bölünüyor. Fakat bunlardan (Euskadi, Katalunya ve Galicia dışındaki) 14’ünün güçlü milliyetçi talepleri zaten bulunmuyor. Buna karşın, Euskadi ve Katalunya “milliyetler” olarak tanımlanıyor.
Anayasa’nın özerklik sistemiyle ilgili 2. maddesi şöyle: “Anayasa, İspanyol milletinin vazgeçilmez birliği, bütün İspanyolların ortak ve bölünmez vatanı temeline dayanır ve onu oluşturan milliyetlerin ve bölgelerin özerklik hakkını ve aralarındaki dayanışmayı tanır ve güvence altına alır” (s. 138). Merkezi yönetimin uhdesindeki uluslararası ilişkiler, savunma, bankacılık, finans, yargı ve bir yasanın referanduma sunulması gibi yetkiler dışında, özerk topluluklara şu yetkiler devrediliyor: Özerk topluluklar kendi hükümet kurumlarını (yerel parlamento ve diğerleri) kurabiliyor, kendi dillerini ikinci resmi dil olarak kabul edebiliyor, kültürlerini ve dillerini geliştirmek adına her türlü girişimde bulunabiliyor, şehircilik, tarım ve turizm alanlarında tam yetkililer; ayrıca finansal bir özerliği de sahipler. Yalnızca kendi aralarında federasyon oluşturmalarına anayasal olarak izin verilmiyor. Özerk bölge parlamentolarının çıkardığı yasaların Anayasa’ya uygunluğu, Anayasa Mahkemesi tarafından, finansal işlemleri ise İspanyol Sayıştay’ı tarafından denetleniyor.
Fakat “Çoğul İspanya” kitabında sorunun burada bitmediği aktarılıyor. Zaten kitap esas olarak bundan sonraki sürece yoğunlaşıyor. Türkiye’deki açılım tartışmalarına bakılarak elbette “daha ne olsun?” denebilir. Daha önce çeşitli dönemlerde özerlik deneyimleri yaşamış olan Bask ve Katalan milliyetçi hareketleri ve onları destekleyen önemli bir halk kitlesi bununla yetinmiyor. Özerklik sisteminin kabul edildiği 1978 yılı ile kitabın son bulduğu 2006 yılları arasında (acaba son üç yılda neler oldu?) kendi özerklik sistemlerini konfederal bir yapıya dönüştürmek için mücadele veriyorlar. Konfederal yapı, bu örnekte, çeşitli ulusların gönüllük temelinde İspanyol devletiyle bir birlik oluşturması anlamına geliyor. Konfederal bir sistem elbette merkezi otoritenin yetkilerinin büyük ölçüde bölgelere devredilmesi demek. Fakat gerek Bask gerekse Katalan milliyetçileri, “kendi kaderini belirleme hakkı”, bir başka deyişle bağımsızlık için de mücadele ediyorlar.
“Çoğul İspanya” Katalan milliyetçi akımları için fazla bilgi içermiyor. Fakat Euskadi’daki (Bask ülkesi) milliyetçi hareketler hakkında etraflı bilgilere ulaşabiliyoruz.
Hepimizin medyadan izlediği, 2006’da ilan ettiği sürekli ateşkese kadar silahlı mücadele yürüten (bundan sonra ne oldu acaba?) radikal milliyetçi hareket ETA, aslında Bask milliyetçiliğinin sadece bir kolunu oluşturuyor. Bir de kökeni daha eskiye uzanan ve Milliyetçi Bask Partisi (PNV) tarafından temsil edilen geleneksel Bask milliyetçi tabanı var.
Kitaptan anlayabildiğimiz kadarıyla, Euskadi’deki bu hareketler gerçek anlamda “milliyetçi”, yani ayrılıkçı. Silahlı mücadeleye/yasal yollara başvurma veya merkezi hükümetle diyalog kurma/özerk parlamentoda dahi temsil edilmeyi reddetme gibi yöntemsel farklılıklar dışında, her ikisi de nihai olarak Euskal Herria’yı (Büyük Bask Ülkesi) kurmayı hedefliyor. Euskal Herria, Bask Özerk Bölgesi’nin yanı sıra komşu Navarra’yı ve Fransa’daki üç Bask bölgesini kapsayan, yazarın “kurgusal” olmakla eleştirdiği, Bask milliyetçilerin büyük düşü. Dolayısıyla bu radikal/geleneksel hareketlerin, İspanyol halkıyla birlikte yaşamak veya onları ikna etmek gibi stratejik bir amaçları bulunmuyor. Bu noktada, birlikte yaşama arzusu “terör” retoriğiyle boğuntuya getirilen bir Kürt Hareketi’ne sahip olduğumuz için kendimizi şanslı saymalıyız diye düşünüyorum.
Peki merkezi İspanyol devleti bu mücadelelere nasıl karşılık veriyor? Zaten kitap da ağırlıklı olarak bunun üzerinde duruyor.
Merkezi hükümetlerin önceliği elbette silahlı mücadele yürüten, fakat “terör” olarak nitelenebilecek eylemler de yapan ETA. Özellikle sosyalist hükümet, ETA’ya yönelik olarak “silah bırakma karşılığı siyaset” “açılımı” yapıyor. Yani doğrudan ölümcül eyleme katılmamış olan ETA üyelerine kesin silah bırakma karşılığında siyasi partiler kurarak mücadele edebilecekleri taahhüdü veriliyor. Nitekim ETA’nın bir başka kolu olan ETA-PM (siyasi-askeri kanat), 1982’de kendini feshederek Bask Solu adında bir parti kuruyor. Kandil’den ve Maxmur’dan gelen Kürt hareketi mensuplarının bırakılım siyasi platformu, kitlesel karşılamalara vesile olmalarına bile tahammül edemeyen Türk usulü “açılım” bu açıdan bir karşılaştırmanın konusu olabilir.
ETA’nın asıl askeri kanadı ise zaman zaman ilan ettiği ateşkeslere karşın 2006 yılına kadar silahlı mücadele vermeye devam ediyor. ETA’nın amacı, ses getiren eylemlerle merkezi hükümeti görüşme masasına çekmek ve Bask halkının kendi kaderini belirleme hakkının anayasal düzeyde tanınmasını sağlamak. Bu arada merkezi hükümetler de kendi istedikleri tarzda bir siyasal çözüm geliştirmeye uygun ortamlar yaratabilmek için ETA ile görüşmeler yapıyor. Her iki taraf çoğu kez görüşmelerin içeriğini kamuoyunun bilgisine sunuyor. Fakat merkezi hükümetler, “silah bırakma karşılığı siyaset” dışında ETA’nın istediği şekilde siyasi müzakerelere girmekten kaçınıyor. Dolayısıyla görüşmeler bir sonuç vermiyor.
2000’li yılara gelirken Euskadi’de milliyetçi partiler arasında –ETA’nın siyasi kolu Herri Batasuna’nın da katıldığı– bir birlik oluşturuluyor. Bu birliğin programı, kendi kaderini belirleme hakkının önce Bask özerk parlamentosunda kabul edilmesini sağlamak. İlgili yasa eğer Anayasa’da belirtildiği gibi İspanyol Parlamentosu tarafından onaylanmazsa –ki merkez partilerinin oluşturduğu büyük çoğunluk tarafından reddediliyor– referandumla Bask halkının onayına sunmak. Böylece bağımsızlığa doğru adımlar atmak. Ancak Bask milliyetçi partileri bu programı uygulayacak yeterli halk desteğini bulamıyor (Bask bölgesinde merkez partilerin de ciddi bir tabanı var), merkezin direncini aşamıyor ve 2000’lerin ortalarında özerklik statüsünün ötesine uzanan talepler bir kez daha sonuçsuz kalıyor.
Kitap sona doğru yeni bir İspanya gerçeğinin doğmakta olduğunu bildiriyor: Çevreden gelen konfederal taleplere karşı Zapatero başkanlığındaki sosyalist hükümet, “çoğul İspanya” projesini ortaya atıyor. Böylece, Euskadi ve Katalunya’da fiiliyatta zaten aşılmış olan özerlik sisteminden federal bir sisteme doğru geçişin sinyallerini veriyor. “Çoğul İspanya”, bu ilginç deneyi takip etmek için kaliteli bir giriş kitabı niteliğinde.