Elvan ailesinin DHKP-C’li iki eylemcinin Çağlayan Adliyesi’ne yaptığı baskından sonra yaptığı yazılı açıklama, resmi yargı tarafından yıllardır beklemede tutulan Berkin Elvan davasının siyaseten araç haline getirilmesine bir eleştiri, sitem ve tepki olarak okunabilir. Sami Elvan’ın iki eylemci tarafından rehin tutulan Savcı Kiraz’ın öldürülmemesi için gösterdiği çabanın boşa çıkarılmasının yazılı açıklamanın yapılmasında belirleyici olduğunu anlamak zor değil.
Muhalefet açısından verilmesi gereken özeleştiri belli: Gezi direnişi ölümlerin ve kalıcı sakatlanmaların da meydana geldiği bir yığın ağır hak ihlaline konu olmakla birlikte, hak ettiği şekilde kapsamlı ve örgütlü bir insan hakları ve hukuk mücadelesine esin kaynağı olamadı. Berkin Elvan’ın giderek daha fazla bir sembole dönüştürülmesine dayalı yaklaşımın, böyle bir anlayışın geliştirilmesi önünde bir engel oluşturduğu görülmek istenmedi. Oysa muhalefet silahlı mücadeleyi dışarda bırakan bir yürüyüş gerçekleştirecekse, sivil örgütlenme ve hareket imkânlarını en üst düzeyde değerlendirebilecek bir siyaset tarzı geliştirme zorunluluğu ile karşı karşıya kalır.
Adliye baskını, çok sürpriz sayılabilecek bir olay değil. Berkin Elvan davasında, toplumdaki yoksul ve isyancı kesimlere dayanma iddiasında olan ve silahlı mücadeleye merkezi bir önem atfeden DHKP-C siyasetinin çeşitli biçimlerde devrede olduğu biliniyordu. Erdoğan’ın 15 yaşında hayattan koparılan Berkin Elvan’ı imalı bir şekilde terörist eylemci gibi göstermesinin, miting meydanlarında annesini yuhalatmasının nedeni buydu. Böylece, Kabataş ve cami yalanlarından sonra, DHKP-C gerekçe gösterilerek Berkin Elvan ve ailesini hedef tahtasına oturtan terör yalanı da dolaşıma sokuldu.
Erdoğan muhalefeti çeşitli söylemlerle provoke etmeye devam ededursun, asıl sorun belliydi: Aradan yıllar geçmesine rağmen Berkin Elvan davasında ilerleme kaydedilmesi engellendi. Elvan ailesine, açıkça resmi adaletten ümidinizi kesin mesajı verildi. Böylece, sadece silahlı propaganda değil intikam amacı da içeren adliye baskını için gerekli kışkırtıcı zemin sunulmuş oldu.
Devlet ve hükümet sivil ve barışçı mücadele yoluyla bir yere varılamayacağı mesajını verdiği oranda, aslında teröre davetiye çıkarır, davet karşılık bulmazsa terör icat eder (Gezi terörü!) ve yasa dışılığı tek seçenek olarak dayatır. Faşizm özetle budur. Bu meydan okuma karşısında, muhalefet kritik bir karar almak zorunda kalır. Her şeye rağmen ve esas olarak sivil barışçı mücadele yoluyla sonuç alınabileceğine ya da terör üretme riskini içerecek şekilde silahlı mücadeleye merkezi önem atfedilmesi gerektiğine hükmedebilir. Berkin Elvan davası, klasik sol literatürde “legal mücadele” ve “illegal silahlı mücadele” olarak geçen iki eğilimin azgelişmiş ve etik olarak epeyce sorunlu biçimlerinin kesiştiği ve iç içe geçtiği bir vakadır.
Bütün güne yayılan olay sırasında muhalefetin iyi bir sınav verdiği söylenemez. Her şeyden önce, hukuk camiasının neredeyse tamamen seyirci pozisyonuna çekilmesi dikkat çekicidir. İktidarı güç duruma düşüren eylemden siyasi rant devşirmek ile insani refleksleri öne çıkarmak arasında kararsızlıklar yaşandığını gözlemlemek zor değildir.
Bu gelişmelerin bir sonucu, Elvan ailesinin açıklamasının muhalif medyadaki sunumunun önce sessiz bir şekilde yapılması oldu. Sonrasında açıklamanın bütünlüğü göz önüne alınmadan ve sanki ortada ciddi bir problem yokmuş gibi, açıklamanın içeriğini çarpıtan ya da bütünlüğünü göz ardı eden bazı haber-yorumlar yayınlandı. Köşe yazılarında değerlendirilmesi ise istisnai kaldı. Sonuçta ağır basan tavır açıklamayı önemsizleştirme şeklinde seyretti. Oysa arabulucu olarak Çağlayan Adliyesi’ne çağrılan Sami Elvan’ın Savcı Kiraz’ı kurtarmak için çırpınıp durması ve sonrasında Gülsüm Elvan’la birlikte ortaya koydukları metin, muhalefet için yol gösterici ipuçlarıyla doluydu.
AKP karşıtı muhalefetin öznel açmazlarını vurgulamak için, AKP şebekesinin medya aracılığıyla düzenli olarak Gezi direnişini kriminalize eden siyasetinin şişirme bir güç gösterisine dayandığını özellikle tespit etmek gerekir. İktidarın elini güçlendiren reel gücü değil, özellikle Gezi direnişinin mirasını sahiplenme iddiasındaki muhalefetin dağınıklığı ve nihayetinde tutulmalara da konu olan hal ve gidişatıdır.
Adliye baskını olayında tutulma halinin en bariz örneğini CHP milletvekili Sezgin Tanrıkulu verdi. Kendi anlatımına göre, savcılık tarafından eylemcilerle müzakere yürütecek heyette yer alması istenmiş, fakat “bir tuzağın içine çekilmek istendiğini hissettiği için” isteği yerine getirmemiş. Bu tavrı nedeniyle AKP medyasının saldırısına uğraması ne kadar haklı olduğunu gösteriyormuş. Verdiği önemli bir bilgi, gitmeme kararını tek başına değil parti yöneticileriyle birlikte verdiği. Tanrıkulu’nun (yani CHP’nin) mantığı esas alınırsa, eylemcilerle görüşmeye giden Sami Elvan veya İstanbul Barosu Başkanı Ümit Kocasakal eylemcilerle müzakerede yer alarak tuzağa düşmüş oluyor.
CHP’de İnsan Haklarından Sorumlu Genel Başkan Yardımcılığı yapan Tanrıkulu, hukuk ve özelde insan hakları kariyerinden siyasi rant devşiren tipik bir siyasetçidir. Asli misyonu Kürt meselesi adına CHP yönetiminin sergilediği ve toplumsal barış adına hiç de hayra alamet olmayan tıkaç siyasetini örtbas etmek ve Kürt entelektüel sınıfını soldan dejenere etmektir. Adliye baskını ile gündeme gelmesi şu bakımdan faydalı oldu: Berkin Elvan davası dahil, sivil ve barışçı mücadelenin siyasi rant ve kariyer arayışlarına malzeme yapılmasının tipik bir temsilcisi olarak çok çarpıcı ve apaçık bir veri oluşturdu.
Türkiye’de niçin gelişkin ve örgütlü bir insan hakları hareketinin ortaya çıkamadığı, devletin baskısı kadar muhalefetin bu baskıya karşı koyma biçimleriyle alakalı bir meseledir. 1990’larda insan hakları hareketinin tıkanmasının nedeni, radikal solun insan hakları mücadelesinin kalıcı ve etkili bir siyasi damar haline gelmesine direnç örgütlemesinden kaynaklanır. Bunu, adliye baskınında DHKP-C ile ağırlıklı olarak bu siyasetin davalarını üstlenen Halkın Hukuk Bürosu (HHB) arasındaki ilişkiye bakarak da anlamak mümkündür. Adliye baskını, Berkin Elvan davasında tanım gereği yasal sınırlar içinde hareket etmek zorunda olan HHB’den önce DHKP-C’nin karar alıcı konuma yerleştiği bir sürecin son aşamasıdır. Elvan ailesi zaten kale alınmamış, Sami Elvan’ın çabaları boşa çıkarılmıştır.
Türkiye’de insan hakları savunusunu bir hareket olmaktan alıkoyan bir diğer eğilim, güya radikal solun etik ve insani duyarlılığını eleştiri konusu yapan “Türk tipi” liberalizmdir. Her ne kadar bu liberalizm yakın zamana kadar AKP cihatçılığını gizleme ve meşrulaştırma suçlamasıyla karşı karşıya kalmış olsa da, değişik biçimlerde sivil mücadele alanının tamamına hükmeden bir akıma dönüşmüştür. Bu akımın önemli bir özelliği, Batılı referanslarla konuşması ama Batı’dan farklı olarak tepeden inmeci, sivil toplum dayanaklarından yoksun, ekonomik, siyasi ve entelektüel rant avcılığını da içeren bir işleyişe sahip olmasıdır. Bir yandan demokratikleşme mücadelesinin önde gelen öznesi olma iddiasını sürdürürken, diğer yandan bu mücadelenin sahicilik kazanması ve örgütlü kitle temeli üzerinden yükselmesini engelleyen çürütücü bir işlev edinir. Bu anlamda, CHP milletvekili Sezgin Tanrıkulu’nun siyasi kariyer serüveni örnek bir olay olarak ele alınabilir.
Türkiye’de en gelişkin örgütlü muhalefet olan ve HDP aracılığıyla Türkiye açılımını hedefleyen Kürt hareketi, bu iki eğilimi aşmaktan ziyade, içinde çelişkili bir biçimde ve olabildiğince dengede tutarak taşıma özelliğine sahiptir. Türkiye açılımı ve genel seçime endeksli seyreden yasal yüksek siyaset, ister istemez “Türk tipi” liberalizm lehine sonuçlar üretse de, frenleyici mekanizmalar devrededir. Adliye baskını yaşandığında, HDP’nin tam bir sessizliğe gömülmese bile oldukça iradesiz bir görüntü arz etmesi, bu çelişkili duruşunun açmaza dönüşmesinden dolayıdır demek yanlış olmaz. Adliye baskını gibi olaylar, durumu idare etmekle üstesinden gelinemeyecek kriz durumlarına işaret eder.
Ayrıca Gezi direnişi mirasına sahip çıkma iddiasındaki Birleşik Haziran Hareketi’ne değinmek anlamlı mı? Konu adliye baskını veya Elvan ailesinin açıklaması olduğunda, paralel bir başka evrende bir şeyler yapıyor olabilirler, ama yaşadığımız bu evrende sadece paralize olmanın bir çeşitlemesini ürettiklerine kuşku yok. Üç vakte kadar inşallah Gezi mirasından bir sosyalist hareket inşa edecekler. Bu arada, CHP’yi kırmamak adına, HDP’ye oy vermeyi içlerine sindirebilmiş değiller. Bu da yasalcı sol radikalizmin kendisini tüketerek “Türk tipi” sol liberalizme doğru evrim geçirme halinin bir çeşitlemesi oluyor.
Elvan ailesi yaptıkları “son açıklamada” iktidar ve muhalefetten umudunu kesmiş bir şekilde, eğer açılırsa davanın doğrudan takipçisi olacağız, “Cumhurbaşkanından, sivil toplum kuruluşuna, medyasından, sokağına siyasetleriniz, politikalarınız, çıkarlarınız, hesaplarınız artık bizden uzak olsun” diyorlar. Kıssadan hisse: Barışçı ve demokratik siyasete etik bir temel ve örgütlü bir biçim kazandırmanın dert edildiği günleri yaşamaktan henüz çok uzağız.
EK:
Ailemizin son açıklamasıdır.
Aşık Veysel “koyun kurt ile gezerdi fikir başka başka olmasa” demişti. Hiçbirimiz aynı durumu, aynı olayı aynı yorumlamıyoruz. Kalbimiz farklı şeyler dese bile bir şekilde bulunduğumuz taraf o duruma farklı yorum yapmamızı sağlıyor. Berkin vurulduğunda ve öldüğünde böyleydi, savcı Mehmet Kiraz ve iki genç öldürüldüğünde de böyle oldu.
Tertemiz duygularıyla ayrım gözetmeksizin insanların acılarını sahiplenenler, destek olanlar, adaletsizliğe, hukuksuzluğa tertemiz duygularıyla karşı çıkan dostların her zaman başımızın üstünde yeri vardır.
Bunun dışında kalanların görüşüne saygı duyamıyoruz artık. Saygı duymadıklarımız için Berkin, Ceylan, Uğur, Nihat, Burak, Yasin, Mehmet Kiraz, Bahtiyar, Şafak sadece bir sonraki ölüm olana kadar geçerli gündem ve siyaset malzemesidir. Yeni ölümler yeni gündemler...
İsimler ölüp gider. Onlar için önemli olan sadece ölenin siyasi kimliği, o yoksa etnik kimliği, o da tutmazsa mezhebi… Çocuk olduğu için, genç olduğu için, kadın-erkek olduğu için hepsinden önemlisi insan olduğu için sahip çıkmayanlar yönlendiriyorlar hayatı. Artık yeter. Biz Berkin’e yetiştiremedik gözyaşlarımızı ancak siz başkalarının gözyaşları aksın ve siyaset yapalım diye bekliyorsunuz. Mecliste olsun olmasın, sağ ya da sol görüşlü, iktidar partisinden meclis dışı muhalefetine çoğunuz aynısınız. Bu hayat çok acı, çünkü sizler günlük siyaset yapasınız, gündeminiz dolu olsun diye bizler evlatlarımızı, eşlerimizi, babalarımızı, annelerimizi toprağa veriyoruz.
Burakcan Karamanoğlu hayatını kaybettiğinde babasını aradım. Eşimden başka kimseye sormadım. Eşimle konuştuk ve evlat acısı yaşayan bir babayı aramak zorundayız, bu insanlık görevidir dedik. Alkışlayan oldu karşı çıkıp eleştiren oldu bundan yararlanmaya çalışanlar oldu. Alkışınız, eleştiriniz sizin olsun. Biz evladını kaybetmiş bir babayı aradık, tıpkı İbrahim Aras’ın, Nihat Kazanhan’ın ailelerini aradığımız gibi.
Ben Sami Elvan, dün yaşananları ilk olarak sosyal medyadan öğrendim ve yıkıldım. Eşim, ben, ailem yıkıldık. Nasıl olabilir böyle bir şey dedik! Daha önce defalarca, Berkin'i öldürenlerin isimleri belli olsun, yargı önüne çıkarılsınlar diye gittiğim o binada bulunmayı çok istedim. Orada olmam dün avukatların ve İstanbul Emniyet Müdürlüğü’nün talebiyle sağlandı ve adliyeye girebildim. O odada kimse zarar görmesin diye elimden geleni yapmaya çalıştım. Savcı beyin ve o gençlerin kılına zarar gelmesin diye çok gayret ettim. Dün 1 değil 2 değil tam 3 kez daha Berkin’in acısını yaşadım o odada yaşananlarla. Ben kattan ayrılana kadar içeridekilerin sağ olarak çıkması ihtimali vardı. Ancak şu an hepsinin cenazesi var ekranlarda. Bu davanın beklediğimiz bir cezayla sonuçlanacağına zaten inanmıyorduk. Gezi davaları ortada. Öldürülen ve sakat kalan kardeşlerimizin açılmayan, sürüncemeye bırakılan davaları ortada. Dün itibarıyla bizim davamızın adil bir yargılama ile sürdürüleceğine olan inancımız iyice bitmiştir.
Bugune kadar kimseye bir sey yapın demediğimiz gibi yapmayın da demedik. Kimsenin neyi nasil yapacağına bırakın karar vermeyi, öneride bile bulunmadık. Biz sadece kendimizin neyi nasıl yapacağını söyledik hep...
Şimdi savcı Mehmet Kiraz’ın ailesine başsağlığı diliyoruz ve biliyoruz ki küfreden, hainsiniz diyen, helal olsun diyen bir dolu insan çıkacak. Umurumuzda değil ne dediğiniz. Biz Berkin’in anne ve babası olarak en içten duygularla ve tüm samimiyetimizle Savcı Mehmet Kiraz’ın acılı ailesine başsağlığı ve sabırlar diliyoruz, acılarını paylaşıyoruz, çok üzgünüz. Biz Berkin’in anne ve babası olarak Bahtiyar'ın ve Şafak’ın ailelerine başsağlığı ve sabırlar diliyoruz, çok üzgünüz...
Cumhurbaşkanından, sivil toplum kuruluşuna, medyasından, sokağına siyasetleriniz, politikalarınız, çıkarlarınız, hesaplarınız artık bizden uzak olsun. Çocuğumuzu bize geri getirebilen var mı? Varsa öyle birisi o çıksın ve konuşsun ne derse, ne isterse yapmaya hazırız. Yok değil mi?
Susun artık. Berkin öldü. Biz her gün yeniden yeniden öldük.
Biz yokuz artık. Eğer dava açılırsa ve yargılama yapılırsa dosyamızı aile olarak sadece kendimiz takip edeceğiz. Hiçbir avukata ve hukuki desteğe ihtiyacımız yok. Bu bir tepki değil. Bu hukukla aramızda artık kimse olmasın diye... kimse bizim acımızı tam anlamıyor kaldı ki nasıl anlatacaklar bunu mahkemeye... Biz bugüne kadar olduğu gibi orada olacağız ve davamızı takip edeceğiz. Sadece daha önce evladını kaybetmiş anne, babalar, aileler bizimle birlikte katılmak isterlerse davaya onları kabul edeceğiz. Sonuçta hiçbir şey çocuğumuzu geri getirmeyecek. Tek çabamız başka çocuklar ölmesin, başka analar ağlamasın diye sürecek. Bugüne kadar yüzlerce insan Berkin için gözaltına alındı, soruşturma yaşadı, tutuklandı, okuldan ve işten atıldı, yaralandı. Yeter artık. Kimse zarar görmesin. Görüşü, inancı, konumu, kim olduğu önemli değil. İnsan olan kimse artık zarar görmesin.
Ben Gülsüm Elvan, ben Sami Elvan…
Bundan sonra da kimsenin burnu kanamasın, analar ağlamasın diye elimizden geleni yapacağız. Evladını, eşini, babasını, annesini kaybetmiş ailelerle yan yana olacağız. Kan akmasın, silahlar sussun, barış ve adalet olsun, çocuklar öldürülmesin diye hayatımızın sonuna kadar mücadele edeceğiz.
Bugüne kadar hiçbir çıkar gözetmeden bize destek olan tüm dostlarımıza teşekkür ediyoruz. Bugün Abdullah Cömert’in ailesinin yanında Balıkesir’de olamadık üzgünüz. Bugünden sonra sosyal medya hesaplarımızı kullanmayacağız. Bu açıklama son mesajımızdır.
Gülsüm Elvan – Sami Elvan
1 Nisan 2015