Malum, birkaç gün önce Yavuz Bingöl Ahmet Hakan’a bir röportaj verdi. Ortalık yazı çiziden, küfür küzahtan geçilmez oldu.

Elimden geldiğince tartışmaya katkımı sunayım istedim. 

Evvela söylemeli: Meseleyi ilk kez duyduğunda bir Alevinin yaptığı ilk şey, küfür etmekten imtina etmişse eğer, en ağırından bir bela okumaktır. Mesele sadece bir çocuğun göz göre göre vicdansızca öldürülmesinin siyasi söyleme meze edilmesi değil, aynı zamanda bir aslını pazarlama [[dipnot1]] meselesi çünkü. Niyetim, Yavuz Bingöl’ün açık ya da örtük yalakalık yapacağım derken kantarın topuzunu kaçırması üzerine kelam etmek değil. Sosyal medyaya şöyle bir göz gezdirirseniz birbirinden aşağılayıcı betimlemelerle karşılaşıyorsunuz. Ayrıca Berkin’in annesi twitter üzerinden yaptığı iki satırlık açıklaması ile vicdanı burkan bir cevap vermiş zaten.

Ben, bu mesele dolayısı ile Alevi kimliğine dair görebildiğim birkaç noktaya dikkat çekmek istiyorum.

Şu soruyu sorarak başlayabiliriz: Türkiye’de bu kadar siyasi göndermeye sahip olan başka bir kimlik var mıdır acaba? Muhtemelen “Evet, vardır!” diyeceksiniz. Kürt kimliği! Muhtemelen haklısınız. Öte yandan temsil açısından değerlendirildiğinde Alevi kimliğinin Kürt kimliğinden çok temel bir farkı olduğunu söyleyebiliriz. Kürt kimliği, Kürt sorunu üzerine şu ya da bu doğrulukta politikalar belirleyen Kürt Özgürlük Hareketi’nden bağımsız bir biçimde düşünülemez. Karşı olma, saygı duyma, militanı olma, eleştirel bir mesafede durma gibi çeşitlenebilecek tavırlarla Kürtler, eğer kimliklerini sahipleniyorlarsa, Kürt Özgürlük Hareketi’ne olan mesafesini ortaya koymak zorundadır. Buna mukabil Alevi kimliği, bir Alevi Hareketinin mevcudiyeti olsa ve zaman zaman bu hareketin yaptığı çağrılar ile kitlesel mitingler düzenlense de, ağırlıklı olarak ulusalcı, sosyal demokrat, sosyalist, yurtsever, Kemalist çizgiler içinde bir siyasi bir özne olmaya çabalar. Ve bana kalırsa biz Alevilerin sorunu tam da burada başlar. Seküler alanda gezineyim deyip dini kıyafetten soyunmaya çalışırken tümüyle çıplak kalmak vardır ve benim görebildiğim kadarıyla bizlerin başına gelen de büyük oranda budur. Aleviliğin öncelikle bir dini kimlik olduğunun kabul edilmemesi çarpık kimliklerin üretilmesini de teşvik eder. İstanbul’da yukarıda saydığım siyasi çizgilerin simgelerinden arınmış bir cemevi bulmak neredeyse imkânsızdır. Derneklerin durumu da farklı değildir. Alevi dernekleri de büyük oranda siyasi cemaatlere angaje bir biçimde çalışmaktadır. [[dipnot2]]

Yavuz Bingöl vakasına dönecek olursak, Yavuz Bingöl’ün söylemini ağırlaştıran unsurlardan biri de bana kalırsa Alevi kimliğini, seküler siyasetin dışındaki bir alana, Sünnici siyasete pazarlamasıdır. Tıpkı İzzettin Doğan’ın bir süre önce Fethullah Gülen’le flört etmesi gibi bu olayda Aleviler nezdinde soysuzluk olarak değerlendirilmektedir.

Buradan ikinci meseleye geçebiliriz sanırım. Alevilerin Sünnilerle, daha doğrusu Sünni kimlikle kurduğu ilişki meselesine.

Biz Alevilere iki şey peşinen öğretilir: Alevi kimliğini ulu orta ifşa etmeme ve Sünni karşıtlığı. Alevilerin yetmiş iki millete bir nazarla baktığı lafı, açıkça söylemek gerekirse yalandır. Bizler Sünni kimliğine ait öğelerin cemaat içinde en hafifinden dalga konusu edildiği en ağırından aşağılandığı, diğer taraftan Sünnilerin bulunduğu kamusal alanlarda bunların ifade edilmediği onlarca örneğe şahit olarak büyürüz. Bu karşıtlık, Alevi kimliği korunduğu sürece, toplumsal barışa ilişkin çözülmesi gereken bir sorundur. Ne var ki, şehirleşme, asimilasyon, dedelerin dini otoritelerinin aşınması, dini kimlikle araya mesafenin girmesi, dış evlilikler gibi unsurlarla Alevi kimliğinin farklılaşmaya ve bir ölçüde aşınmaya başlaması Sünni karşıtlığını daha tehlikeli bir hale getiriyor. Bu karşıtlık Alevi kimliğini belirleyen ve zehirleyen bir öğeye dönüşerek Alevi kimliğinin dini referanslarını görünmez kılmaya başlıyor. Hrant Dink, Ermenilere damarlarına Türk karşıtlığıyla dolan zehirli kanı boşaltmaları çağrısı yapmıştı. Aynı çağrıya biz Alevilerin de kulak vermesi gerekiyor sanırım. [[dipnot3]]

Alevi kimliğinin örgütlenişine dair bir başka mesele, dini ritüel ve öğretilerin kuşaktan kuşağa aktarılma sorunu.

Alevi yolunu yordamını, usulünü erkânını bilen insanlar ağırlıklı olarak dedelerdir ve bu dedeler aileden yetiştirilmişlerdir. Öte yandan toplumsal ilişkilerin zayıflaması, dedeliğin ve dolayısıyla yolun, kuşaktan kuşağa aktarımını zora sokuyor. Söz gelimi, dedem yaşı doksana dayanmış hatırı sayılır bir Alevi dedesidir. Ve fakat oğullarından hiçbiri taliplerine mürşitlik edecek durumda değil. Kızları ise, eşitlik lafta kaldığı için dedelik edemezler. [[dipnot4]] Allah gecinden versin, ama dedemden sonra muhtemelen talipleri dedesiz kalacaklar.  Alevilerin büyük bölümü şehirlerde yaşıyorlar. Alevi mahalleleri şu ya da bu nedenle çözülüyor ve cemaat ilişkileri farklılaşıyor. Biz Alevilerin alternatif dini eğitim süreçlerini nasıl kurgulayacağımız, bir varlık yokluk sorunu olarak önümüzde duruyor.

Son olarak; Kürt sorunu, nasıl ki Kürtlerin haklarının Türklerin lehine gaspı nedeniyle Türklerin vebal altında bulunduğu bir meseleyse, Alevi sorunu da Alevilerin haklarının Sünnilerin lehine gaspı nedeniyle Sünnilerin de vebal altında bulunduğu bir meseledir. Örneğin, şimdilerde ilkokulun ilk üç sınıfında zorunlu hale getirilen Din Kültürü Dersi öğretmenlerinin maaşlarında ve camilerin temel masraflarında Alevilerin, Sünnilerin kursağına giren, helal etmedikleri bir hakları vardır. Ve kul hakkı yemek unutmayalım ki, büyük günahtır.