Bu yazı Mezapotamya Sosyal Forumu'nda BGST Yayınları tarafından düzenlenen İfade Özgurlugu Paneli'nde Busra Ersanli'nin yaptigi konusmanin metnidir.

İfade etmek eyleminin başlıca nesnel aracı dildir. Özellikle anadil hakkı dilin paylaşılan toplumsal ve kültürel niteliği itibariyle sadece bireysel değil bir kolektif haktır, topluluk olarak, bir halk olarak varolma hakkıdır. Kürtçe’yi kullanmak bireysel bir hak olarak bile yıllarca yok sayılmış olduğu için güçlenen bir kolektif ifade özgürlüğü sorunu/talebi haline gelmiştir. Dolayısıyla Kürtçe’nin dil olarak bugünkü konumu şu aşamalı sorun alanlarını kapsamaktadır:

Kültürel aidiyeti ifade aracı olarak Kürtçe: Anadilin savunması için, “ben varım” demek için, “kültürüm farklı” demek için “ana dilini devlet diliyle yok etmeyin” demek için; “okul dili”nin çocuklarda ve annelerde yarattığı yabancılaşmayı ortadan kaldırmak için; mutfağa, eve, mahalleye kapanan bir dili kurtarmak için… vurgulanan dil.

Kürtçe ders veren kız çocuk bence bu durumun en açık bir ifadesidir. Kültürel aidiyet aracı olarak dilin peşine düşmek bir onur mücadelesidir, ve esas olarak bireysel tecrübelerle açığa çıkmaktadır ama bir topluluğa işaret etmektedir.
Eğer devlet “karışmama” ilkesini uyguluyor olsaydı, aşırı karışma, aşırı müdahale konumunda olmasaydı o zaman bireysel tavırlar topluluk tavrına dönüşme gereksinimi duymaz ve bu potansiyel anadil açısından onuru kırılmamış olduğundan ülkenin iktisadi ve sosyal ortak ezilmişlikleriyle mücadelede kendisini gösterirdi.

Kısacası, hem negatif hakları hem de pozitif hakları gerçekleştirmek için mutlaka öncelikli olarak bir aidiyet etrafında topluluk olarak örgütlenmek ve hak aramak söz konusu olur, dünyanın her yerinde de böyle olmuştur. Ayrımcılığa karşı mücadele mutlaka toplu ifade gerektirir.

Anadil kullanımının eğitimle birlikte yürümemesi ve Kürtçe’nin kamu alanını kapsamaması özellikle yerel düzeyde belli bir kesimin özgür ifade olanağını daima kısıtlayacaktır. Anadilini iyi öğrenmeyen insanlar hiçbir zaman kendilerini güçlü ve güvenli bir biçimde ifade edemezler, kısacası diyaloga ve diyalogun gelişmiş biçimi olan siyaset yoluna etkili bir biçimde katılamazlar.

Toplumsal hizmetten eşit yararlanabilmek için Kürtçe: Özellikle hak ihlalleri durumunda, savunma ve avukatlık hizmetleri çerçevesinde resmi dili bilmeyen veya kendi lehine kullanabilecek kadar bilmeyen Kürtlerin bu hizmetlerden yararlanmasını sağlamak gerekmektedir. İkinci olarak sağlıkla ilgili şikayetler, teşhisin konabilmesi veya tedavinin iyice açıklanabilmesi için doktorla hasta arasında dil yüzünden tam olarak kurulamayan ilişkiler; üçüncü olarak yer ismi değişikliklerinden dolayı tapu veraset konularındaki mağduriyetler, bu dilde yani Kürtçe’de resmi düzeyde hizmet verilmesini gerektirmektedir. Bu hizmetler de mağdur olan bireyleri mağduriyetten kurtarmak niyetiyle verilmelidir. Niyet çok önemlidir ve göstermelik tedbirler vatandaşlık onurunu koruyamaz, dolayısıyla anayasal vatandaşlık gerçekleşemez.

Tabipler Odası sağlık konusunda bazı yardımcı personel yardımları organize ettiyse de hükümet ve devlet sistemli bir tedbir henüz almamıştır. Demek ki bu konuda da tatminkâr bir açılım yoktur. Ayrıca bu konularda dahi Kürt halkının kendi yetkin bireylerine güvenilmemektedir ve resmi görevlilerin bu işi yapabilecek kıvama gelmesi için ertelemeler yapılmaktadır. Yine hapishane görüşmeleri buna örnektir, burada da engellemeler devam etmekte ve davalar açılabilmektedir. Bu konuda da yeterli özgürlük olmadığı gibi hizmet de tam olarak verilmemektedir.

Bütün bu mağduriyetler tek tek ya da gruplar halinde tasnif edilip sıralandığında Kürtçe kullanmanın ve bu dilde hizmet görmenin bu dilde eğitim almanın bir bireysel hak olabilmesi için önce bir toplumsal sorun olarak tanınmasını gerektiriyor. Tüm mağduriyetler, haksızlıklar ve ezilme, horlanma topluluğa yöneliktir çünkü Kürtçe bir halkın yani bir topluluğun dilidir sadece tek tek bireylerin dili değildir. Ve hizmet talebi, Kürt olan topluluk/halktan gelmektedir, nedeni ise uzun süreli baskılar ve soruşturmalardır.

İfade özgürlüğünün altyapısını sağlamak için Kürtçe: Dilbilim ve edebiyat öğrenimi, anadil eğitimi ve anadilde eğitim: Gerek birey olarak gerekse kolektif olarak özgürlüğü kullanabilmek için özgürlüğün konusu hakkında bilgi sahibi olmak gerekmektedir. Yok sayılan ve en sonunda “yaşayan diller” lafsı içinde adını anmaktan imtina edilen bu dilin, Kürtçe’nin dilbilim olarak, dil ve edebiyat bilgisi ve tarihi olarak üniversite düzeyinde işlenmesi ve geliştirilmesi gerekmektedir. Ayrıca yine bu bilim dalı altında antropolojik, kültürel ve sosyolojik özellikler derinlemesine incelenmelidir.

Eğer Kürdoloji enstitüleri veya Fen Edebiyat Fakülteleri içindeki Kürt Dili Edebiyatı Bölümleri olmazsa dünyanın birçok ülkesinde varolan bu bilim alanı evrensel olarak Türkiye içinde bir bilim dalı olarak kabul görmüyor demektir ve dolayısıyla yasada varolsa bile özgürlüğün altyapısına veya muhtevasına engel olunduğu anlamı taşır. Bu örtme ve bazen aşağılama zihniyeti mesela yakın tarihteki bir köşe yazısında çok belirgindir: Hala bugün Hasan Celal Güzel Kürtçenin “gelişmemişliğini” (Türkçe kadar diyelim) bir hor görme noktası haline getirerek…. –bireylere tek tek hak vermeyelim zaten Kürtçe’nin bir topluluk dili olarak hakkı hukuku eksik- demeğe getiriyor. (“Bir Kürtçe tartışması” 13, 09, 2009, Radikal Gazetesi)

Yasada özel kurslara izin verilirken “ilk ve ortaokulda okumayanlar Kürtçe kursa gidemez” deniyordu. Bu ne demek? Önce Türkçe öğren bunu ispatla sonra anadilinde kurs alabilirsin, demek. Bu dil eğitiminin kurallarını da yadsımak anlamına gelmektedir. Yine bireysel bir hak meselesinin dışına taşmaktadır. Kürtçe anadilli topluluk içinde ayrımcılık yapılmaktadır. Sonra üniversitelere bu konuda yabancı hoca alınamamaktadır. Bu da şu demek: “biz Kürdolojinin bir bilim dalı olarak gelişmesini istemiyoruz, kerhen “yaşayan diller” diyoruz, hazır kadromuz yok”. Peki kadroyu kim yaratacak? Samanyolu TV mi, yoksa TRT Şeş mi? Varolan kadro hep sakıncalı kadro mu, onları desteklemek bir askeri güvenlik tehdidi mi oluşturuyor? Bu soruların cevabı belirsiz.

Ders kitaplarında hiç Kürt adı geçmez; ne sosyal bilgilerde ne tarihte ne yurttaşlık eğitiminde. Bir tek Milli Güvenlik kitabında adı geçer, ancak güvenlik konuları bireysel ve kolektif güvenlik çerçevesinde değil de aynı “milli eğitim” gibi sadece “milli güvenlik” çerçevesinde verilirse ayrımcılığı hiçbir zaman ortadan kaldırmak mümkün olmaz. Etnik topluluk aidiyetini siyasal tezahür olarak geçmişte bırakmak istiyorsak öncelikle Anayasa’da ve ceza yasalarında Türklük üzerindeki vurguyu ortadan kaldırmak gerekmektedir.

Topluluk aidiyeti özgür bir siyasal, sosyal ve kültürel iletişim için kendini dili edebiyatı ile tanımlayan, paylaşılan değerlere referans yapan bir kimlik tezahürüdür. Bu işin bilimsel alana kaydırılması yani bilim çağındaki kriterlere dayanarak yapılması ancak özgürlüklerin genişletilmesiyle olur. İşte ancak o zaman Kürtlük Kürdoloji enstitülerinden edinilen bilgilerle Türklük de Türkoloji enstitülerinden öğrenilen bilgilerle taçlanır ve bir siyasal rekabet alanı olarak etnisite vurgusu ortadan kalkar. Diller özgürleşir.

Dilbilim (Kürdoloji) evrensel bir araştırma ve öğrenme alanıdır. Üniversite edebiyat fakülteleri çerçevesinde bölüm olarak adının anılması zorunludur. “Yaşayan diller” adı altında evrensel bilimsel bir statü tutturmak zordur.

Siyasal ifade/eleştiri/propaganda aracı olarak Kürtçe: En az açılım ise bu noktada göze çarpmaktadır. Zaten siyasi parti kanunu Türkçe’den başka dilleri yasaklıyor, eleştiri ve propaganda da dolayısıyla yapılamıyor. Deneyenler cezalandırılıyor ve baskıcı siyasi parti gelenekleri bozmamak için –aynı yüzde 10 barajı gibi– Türkiye’de bir yaygın topluluğun özgün gereksinimlerini ifade eden siyasi görüşleri açıklamanın Kürtçe’si de yasaklanmış oluyor. Bu durum en çok yerel yönetimlerin ademi merkezileşme sürecini olumsuz etkiliyor. Aynı zamanda, diğer dillerin ve bölgesel yöresel kültürel ifadelerin de önünü kesiyor. Türkiye’nin tüm bu doğal insanı gereksinimleri Terörle Mücadele Yasasının içine hapsedilerek görmezden geliniyor.

10 yıllara varan özgürlükler ertelemesi sürüyor. Bu gidişle ideolojik olarak güvenli olan resmi yetkililer Yaşayan Diller Enstitüsünde “gizlice” Kürt dilinde eğitim görüp başarı madalyası almadan kimse ne Türk, ne Kürt, ne İsveçli, ne Iraklı ne de Fransız özgür bir biçimde ve bilimsel yetkilerle Kürtlere Kürtçe öğretemeyecek. Yeter ki Kürt ile Kürtçe birleşmesin, yeter ki ana ile dil ayrı kalsın, yeter ki Kürtçe güvenlik çerçevesinde öğrenilsin ve rast gele kullanılsın, yani Sünni Türk erkeklerin iktidarlarına destek versin… Ancak Kürtler Türkoloji bölümlerinde isterlerse parlak derecelerle diploma alıp Kürtlere ve dahi Türklere Türkçe öğretebilirler. Bunun başarılabilmesi için de Kürtlere Türkçe’yi sevdirmek lazım. Bunu başarmanın tek yolu her iki dilin de özgürleşmesidir.

Bilinmesi gereken en önemli gerçek siyasal iletişimin dilsiz olamayacağıdır, dili reddedilen veya gölgede sessiz bırakılan bir topluluk iletişim ve diyalog geliştiremez, kendini özgür kimliği ile ifade edemediğinden siyasal anlamda da özgür olamaz ve katılımı verimli olmaz.

Dolayısıyla şu gerçekle karşılaşıyoruz: Bireysel düzeyde iktidar aydınlarına, iktidar medyası veya seçkin muhalefet medyasına, yine büyük şehir aydınlarına Kürtçe serbest, bölgeden insanlara veya Kürtlerin siyasetçilerine Kürtçe yasak. İktidar anlamında Türklere Kürtçe serbest muhalefet anlamında da Kürtlere Türkçe serbest. Ayrılıkçılığın ve ayrımcılığın bundan daha sivri bir psikolojik atmosferi olamaz.

* * *

Bu saydığımız dört alanda da sorunlar sürmektedir. Kültürel aidiyet ifadesi ve hizmetten yararlanma noktasında bazı iyileştirmeler yapılmasına rağmen, ifade özgürlüğünün altyapısı temin edilmediğinden önlemler geçici ve ancak kısmi rahatlatıcı düzeydedir.

Eşitlik ilkesi, siyaset alanında özgürlük ve adalet ilkeleriyle birlikte işler ve anlam kazanır. Bu nedenle kamu kurumları bu topluluğun bireylerinin özgürlüklerini, adil vatandaşlık hakkı açısından muhtevasıyla desteklenmiş bir biçimde kullandırmak zorundadır. Dilini ve edebiyatını diğer dillerle eşit biçimde öğretecek bilimsel araştırmaların yapıldığı bir kurum yoksa özgürlüğün altyapısı yok demektir.

Toplumsal adalet gereği bireylerin özgürlüklerini tam anlamıyla kullanabilmeleri için anadillerinin, bilgi ve birikimle beslenmesi gerekmektedir ki bu da demokratik toplumlarda devletin sorumlulukları arasında kabul edilmiştir. Bu hak engellendiğinde ve görmezden gelindiğinde bir anadili savunmak ve yaşatmak ihtiyacı güçlü bir topluluk hakkı sorunu yaratır. Ve resmi olanın yani resmi dilin aksi yönünde yani resmi olmayan anadilin etnik çıkarları doğrultusunda bir “milli yarar” söz konusu olur ve siyasal ifade olarak dil milliyetçiliği dilin geliştirilip yaşatılmasının önüne geçebilir. Geçtiğimiz yüzyılın en önemli milliyetçilik atılımlarının dil noktasında başladığını hatırlamalıyız. Oysa bugün dillerin hem bilimsel hem de toplumsal olarak bir temel kültürel eşitlik ve özgürlük alanı olduğunu ve ülkelerin toplumlarının çoğul yapısının varolan bütün dillerle işlenmesi ve geliştirilmesi gerekliliği vardır.

İfade özgürlüğünün bir insan hakkı olarak vardığı boyut dil milliyetçiliğinin ötesinde ele alınması gereken bir topluluk hakkıdır. Artık “milli yarar” yerine toplumsal yararın, “milli eğitim” yerine eğitim ve bilim bakanlıklarının ülkemizde de hem zihniyet olarak hem de fiili olarak yerleşmesi gerekiyor. Tabii bu doğrultuda “milli güvenlik” alanının da bireysel ve kolektif güvenlik alanı olarak algılanması gerekiyor. Çünkü bu büyük sorunun ardındaki ana neden ulus devlet vurgusunun Türklüğün ve Türkçe’nin diğer ulus ve toplulukların aleyhine kullanılmış olmasıdır. Sebep de sonuç gibi tamamen bir topluluğun aidiyetini vurgulayan, açık ve nesnel olan anadil alanıdır.

Ama açılım yine de desteklenmelidir sürekli takip edilmelidir çünkü bu iradenin yardımıyla daha etraflı ve özlü düşünme kapsamına girmiş bulunuyoruz.