Ayhan Bey merhaba, öncelikle bizimle söyleşi yapmayı kabul ettiğiniz teşekkür ederim. Yaklaşık 3 yıldır süren “KCK operasyonları” öyle bir hal aldı ki her gün mutlaka belirli sayıda Kürt siyasetçi, aktivist, bir kurum çalışanı gözaltına alınıyor. Önemli bir kısmı da tutuklanıyor. Toplumun demokratikleşme ve özgürlük talepleri açısından “KCK operasyonları”nı nasıl değerlendiriyorsunuz? AKP ve devlet kurumları bu operasyonları sürdürmekle nasıl bir amaç güdüyor?
KCK örgütlenmesi silahlı çatışma döneminin sonlanması için bir geçiş dönemi olarak planlanabileceği halde önemli bir fırsat geri tepilmiştir. Bırakalım silahlı güçlerin siyasete katılmasını, legal kurumlardaki insanları bile kriminalize eden bir yaklaşım içine girilmiştir. Tutuklamaların siyasi boyutu o kadar belirleyici boyuttadır ki hukuk eksenli bir tartışma yapmak anlamsız pozisyona düşmektedir. Bu operasyonlarla aslında ülkenin fiilen en güçlü toplumsal muhalefet dinamiği örgütsüz bırakılmak istenmektedir.
Sizin de yazılarınızda dikkat çektiğiniz gibi AKP Hükümeti, “terörle mücadele başka”, “demokratikleşme başka”, “Türkiye ileri demokrasi yönünde adım atmayı sürdürecektir” şeklinde bir politika izliyor. Böylece Kürt Demokratik Hareketi başta olmak üzere toplumsal muhalefetin bütün dinamikleri “terörle mücadele” gerekçesiyle baskı altına alınırken, demokratikleşme, yeni anayasa yazımı gibi süreçlerin tamamen başka bir evrende işlediği izlenimi yaratılıyor. Soru biraz uzadı, kusura bakmayın, ama bu önemli. Sanıyorum Nisan 2009’da başlayan “KCK operasyonları” sonucunda tutuklanan Kürt siyasetçi ve aktivist sayısı 7.000’e yaklaştı. Fakat ilginç bir biçimde en kitlesel toplumsal muhalefet dinamiği olan Kürt Demokratik Hareketi bu tutuklamaları bir demokrasi ve insan hakları mücadelesinin konusu haline getirmedi. Örneğin Terörle Mücadele Yasası’nın (TMY), Özel Yetkili Mahkemeler’in kaldırılmasını öngören, bizim de muhalif yurttaşlar katılabileceğimiz bir kampanyaya tanık olamadık. “KCK operasyonları”na karşı demokratik kitlesel bir eylemlilik, AKP Hükümeti’nin “o başka, bu başka” şeklindeki demagojik yaklaşımında ağır bir tahbirat yaratabilirdi. Size göre, Kürt Demokratik Hareketi’nin kendisine yönelik baskılar karşısında hareketsiz kalması AKP’nin “terörle mücadele başka”, “demokratikleşme başka” stratejisine dolaylı da olsa bir katkı sağladı mı?
Bugüne kadar caydırıcı etkin bir mücadele zemininin geliştirlemediği açıktır. Devlet eliyle yürütülen ayrıştırma siyasetinin kitleler nezdinde çok anlam ifade etmese bile kimi siyasal platformlarda bazı beklentilerin oluşmasına neden olduğunu düşünüyorum. Mesafe koyma baskısı açıkça olmasa da bir taraftan tedirginlik oluşturmakta diğer yanda pozitif beklenti içine girerek edilgen tutum almaya neden olmaktadır. Burada sadece Kürt dinamiğini değil belki daha çok olmayan Türk dinamiğini tartışmak gerekiyor. Dindar, alevi, emekçi kesimlerin Kürt sorununun barışçı çözümü yükünü sadece Kürtlerin omuzuna yıkması büyük bir haksızlıktır. Türkiye geneline yönelik bir toplumsal muhalefet dinamiği örülmedikçe Kürt sorununda barışçı çözüm koşulları yakalanamayacaktır.
Kürt Demokratik Hareketi, KCK operasyonlarında tutuklananları daha çok, “müzakere” sürecinde Kürt Hareketi’ne geri adım attırmak için hapiste tutulan “rehineler” olarak nitelendirdi. Yani bunca insan, Kürt Hareketi devleti yeterince sıkıştırıp görüşme masasına çekebilirse serbest bırakılabilecek “rehineler” olarak kodlandı. Tamamen meşru bir zeminde siyaset yapanların kitleler halinde tutuklanmasının, demokratik hak mücadelesinin değil de bir pazarlık veya “müzakere” sürecinin parçası haline getirilmesini nasıl değerlendiriyorsunuz? Böylesi durumların oluşmasında, Türkiye’de sivil mücadele geleneğinin çok zayıf olmasının rolü nedir?
“Önce eşeğini kaybettirip sonra buldurarak” siyaset yapma tarzı yaygın bir alışkanlıktır. Çözüme yönelik ileri adımlar atmak yerine, yeni sorun alanlarını kendi eliyle üretip sonra onların çözümü vaadi ile taviz istemek, şark kurnazlığından öteye geçmemektedir. Sorunu çözmeye çabalamak yerine yönetmeye, kontrol altında tutmaya odaklanan yaklaşımın bedelini Kürtler kadar olmasa da tüm toplum ödemek zorunda kalmaktadır. Sonunda “ağa ile kahya” arasındaki diyaloğa benzeyen tablolar ortaya çıktıkça geriye kaybettiğimiz zaman ve değerlerin ötesinde bir şey kalmamaktadır.
AKP Hükümeti demokrasinin neredeyse “d”sinin olmadığı bir ülkede, yeni anayasa yazımı sürecinde muhalefeti “mızıkçılıkla” suçlayıp başkanlık-yarı başkanlık sistemi içeren bir anayasa taslağını referanduma götürürse ne olur? Bu durumda, toplumsal muhalefetin karşısına “üstüne tükürsen bıyık, altına tükürsen sakal” türünde bir ikilem çıkabilir mi? Örneğin AKP’nin yeni anayasa taslağında demokratik görünen bazı unsurlar olursa (T. C. vatandaşlığının etnik temele dayanmadan tanımlanması gibi), bu durumda toplumsal muhalefetin otoriter bir rejim kurma gerekçesiyle referanduma karşı çıkması veya “hayır” demesi, Hükümet tarafından statüko savunuculuğuyla itham edilmez mi?
Ben tam da tarif ettiğiniz gibi süreci yaşayacağımızı tahmin ediyorum. Özellikle Anayasa Mahkemesi ya da YSK tarafından cumhurbaşkanlığı seçim takvimine yönelik farklı bir karar çıkarsa, bu süreç derhal hızlanacaktır. Eski anayasa ile yeni taslak arasında tercihe mahkum olmak son dönemin yaygın uygulamalarından birisi olarak karşımızda durmaktadır. Tıpkı bir önceki Anayasa değişikliği referandumunda olduğu gibi psikolojik kuşatma gerçekleştirilecektir. Bunun karşısında daha kapsamlı bir demokratikleşme proğramında ısrarcı olmanın yolu, süreç içinde inisiyatif almaktan geçer. Sadece tepki gösterme ve cevap yetiştirmeye endeksli bir muhalefet Türkiye’nin handikapıdır. Ne yazık ki Başbakan gündemi tek taraflı olarak belirlemekte ve kamuoyunu kolayca yönlendirebilmektedir.
Size göre, gerçekten demokratik ve özgürlükçü bir anayasa isteyen yurttaşlar olarak bütün bu ikilemlerden kurtulmanın yolu nereden geçiyor? Sizin de içinde yer aldığınız Demokratik Anayasa Hareketi (DAH) bu ikilemlere hapsolup kalmamak için nasıl bir anayasa yapım süreci ve anayasa içeriği öneriyor?
Öncelikle anayasa yapım sürecinin çıkacak metinden daha önemli olduğunun altını çizmek isterim. Yol temizliği gibi güven artırıcı adımlar atmak bir yana, baskı politikaları ile eşzamanlı bir anayasa yazım sürecinin ortağı olmak son derece büyük riskler doğuracaktır. Dünyanın bir çok ülkesinde anayasa hazırlığı özel bir meclis eliyle yürütülmüştür. Biz başından beri DAH olarak bunu ısrarla savunduk. Göstermelik görüş alma süreçleri yerine etkin katılımı sağlayacak toplumsal iradeyi inşa etmek gerektiğini ifade ettik. Yerelden başlayan bir süreç planlanmadan, merkeziyetçi yapının egemenliği geriletilemez. Demokratik bir anayasaya ancak farklı toplumsal kesimlerin tabanda buluşması ile ulaşılabilir. Bu uzun soluklu bir iştir.
Son olarak şunu sormak istiyorum: Yazılarınızda sıkça “’hakların’ güzel bir dille ifade edildiği bir anayasa metni topluma kolayca pazarlanabilir, ama pek bir işlevi olmaz”, “Kürt sorunu gibi kriz oluşturan güncel konuları çözüme kavuşturmaya elverişli bir çerçeve üzerinde ısrarcı olmak daha işlevsel olur” diyorsunuz [Bunları mealen ifade ediyorum]. Öncelikle bu argümanınızı biraz açar mısınız?
Anayasa hazırlığının kendisinin toplumsal muhalefeti etkisizleştirme operasyonuna dönüştüğü son derece açıktır. Anayasa’nın hayata nasıl yansıdığı ya da yansıyacağı önemlidir. Bir taraftan toplumsal dinamikler zayıflatılmaya çalışılıyor, diğer yandan devlet içi denge-denetim sistemi etkisizleştiriliyorsa bu tünelin sonu ezilen, ayrımcılığa, haksızlığa uğrayanlar açısından aydınlık olamaz.
İkinci olarak ise, toplumsal muhalefetin birey ve topluluk haklarını saydıktan sonra “’ama’”sız, “’fakat”sız’, hakların kullanımını engelleyen genel geçer kısıtlamaların olmadığı bir anayasa olmadıkça 12 Eylül Anayasası’ndan pek farkı olmaz” diyerek temel hak ve özgürlüklerin gerçekten işlevsel kılınmasını öngören ve bu yolla AKP Hümümeti’ni köşeye sıkıştırmayı amaçlayan bir strateji izlemesi hakkında neler söyleyebilirsiniz?
Anayasa hazırlık sürecinde olmazsa olmazları net tarif edip aksi taktirde destek verilmeyeceğinin baştan ilanı son derece önemlidir. Sadece metin değil, uygulamalardaki çarpıklıklar üzerinden de bu stratejinin geliştirilmesi gerektiği inancındayım. Aksi taktirde bir oldu bitti ile ehveni şere razı edilme ihtimali yükselecektir.
Çok teşekkür ederim Ayhan Bey.
Ben teşekkür ederim.