Kamuoyunda “akil adamlar” adı verilen, barış sürecinde kamuoyu üzerinde etkili olması beklenen isimlerin bir araya getirildiği listede sanatçılar da var. Bu durum bazen dalga geçme ve hatta aşağılama konusu olabiliyor. Kürtlerle barışmayı vatan hainliği olarak yorumlayan ve bu şekilde seçimlere hazırlanan MHP Başkanı Devlet Bahçeli’nin çeşitli demeçleri bunun tipik bir örneği. CHP ise barış sürecinin sanatçılar eliyle magazinleştirilmesinden ve AKP’nin kendileri ile ortaklaşma derdi olmamasından, onları kullanmasından şikâyet ediyor.

Gerçekten de barış sürecinde sanatçılardan beklenen ne?

Bu konuda yazdığım yazıda çeşitli sanatçıların Kürtlerle barışma adına açıklamalar yapmasını, medyanın yaptığı bir çeşit kamuoyu yoklaması olarak değerlendirmiştim. Aradan çok geçmeden, kamuoyu yoklamasından kamuoyu oluşturma aşamasına geçildi. AKP hükümeti barış sürecinin doğrudan taraftarı olarak görünmek istemiyor. Daha önce bu konuda dili yanmıştı, şimdi hem yoğurdu üfleyerek yemek istiyor hem de Kürtlerin siyasi taleplerini ne kadar frenleyebileceğini hesaplıyor.

Barış sürecinin sivil toplum ayağının yüksek siyasetin kurgusu haline gelmesine çok şaşırmamak lazım: Bir zamanlar “Bu memlekete komünizm gelecekse, onu da biz getiririz” demiş bir zihniyetin “Bu memlekete barış gelecekse, onu da biz getiririz” demesi gayet normal. Sorun şu ki, gerçekten toplumsal bir barış kamuoyunun oluşturulması ve bunun inandırıcı olması başka bir şey. Sürpriz bir şekilde ortaya çıkıp, “Ey aydınlar, toplumsal barış için sizlere ihtiyaç var, artık korkmanıza gerek yok, devlet olarak arkanızdayız” demekle işler halledilemiyor.

Barış sürecinin magazinleştirilmesi tespiti tabii ki doğru, ama bu eleştirinin yapılmasını sağlayan mesela CHP’nin farklı bir aydın inisiyatifi talep etmesi değil. Sürecin seçimlerde CHP aleyhine AKP’ye yaraması ve üstelik CHP’nin de buna alet olması endişesi öne çıkıyor. Aksi takdirde, CHP’li ya da bir şekilde CHP’ye yakın duran çok sayıda aydının ortaya çıkıp “Mesele nasıl magazinleştirilmez? Samimi bir barış kamuoyu nasıl oluşturulur?” sorusunu pratik olarak yanıtlamak üzere harekete geçmesi, CHP’nin de bunu desteklemesi gerekirdi.

Gerçekçi olacaksak, mevcut barış sürecini hazırlayan üç temel konjonktürel olguyu tespit etmek gerekiyor: 1) Türkiye’de on yıllardır bastırılamayan Kürt isyanı, 2) Soğuk Savaş sonrasında Kürtleri birbirinden ayıran resmi sınırların aşınması ve giderek ortadan kalkması, 3) Bununla birlikte, uluslararası düzeyde, Türkiye’nin iradesine rağmen bağımsız Kürdistan seçeneğinin onaylanmıyor oluşu.

Bu durumda, Türkiye resmen Kürt ve Kürdistan açılımı geliştirmek zorunda; süre gelen savaşın nedeni, Türk devlet yapısının bu konjonktürel zorunluluk karşısında direnç göstermesinden başka bir şey değil. Toplum aldatıldı ve Türk kamuoyu büyük ölçüde bu şekilde oluşturuldu.

Bugünlere hazırlanan kararlı barış ya da insan hakları örgütleri oluşabilseydi, durum farklı olabilirdi. O zaman “akil insanlar” tartışması da bu şekilde yürümezdi. “Akil insanlar” zaten örgütlü bir barış hareketi ile ilişki içinde ve temsilcileri olarak ortaya çıkarlardı.

Toplumsal barışın inşasında sanatçıların da rolünün olması ve bunun tarafgir yüksek siyaset tartışmalarının ya da medyanın organize ettiği gösterilerin ötesine taşınması hiç kolay değil. Bunu Barış İçin Sanat Girişimi deneyimine baktığımızda da görebiliriz. Bu Girişim dönemsel ve sınırlı sayıda gönüllü insanın çabasıyla bazı çıkışlar yaptı. Bugün pek ortada görünmemesinin nedeni, genel eğilim itibariyle sanatçıların örgütlü bir barış hareketinin inşasına ilgi duymamış olmaları. Bu tavır sanatçılara özel değil; entelektüel çevrelerin genel eğiliminin bir uzantısı.

Aktif ya da pasif, yüksek siyaset ve medya bağımlılığı Türkiye’deki entelektüel çevrelere fazlasıyla damgasını vurmuş durumda. Elbette bu genetik bir eğilim değil, tarihsel nedenleri var. Bir hayli kronik görünen bu tarihsel zaafın sonucunda “akil insanlar” içinde sanatçılar da yer alınca, onlara magazin dünyası içinde kalmaları, hadlerini aşmamaları vs. söylenebiliyor. Sanatçı deyince toplumsal algı magazinle özdeşlik kurduğunda, bu tür bir saldırganlığın örgütlenmesi de kolaylaşıyor.

Her şeye rağmen, yüksek siyaset bağımlılığının aşılması için, yeni ve daha zorunlu bir hal almış yeni barışma denemesinin çok önemli fırsatlar yarattığı ortada. Bu nedenle, sanatçıların hangi yollarla sürece katkı sunabileceklerini yanıtlamaları önemli; yanıt vermek için şansın da ötesinde, konjonktürel zorunluluk avantajının ortaya çıktığına kuşku yok.

Aniden genel sanatçı eğilimin bu zaaftan sıyrılmasının imkânı tabii ki yok. Fakat “Bu memlekete … gelecekse, onu da biz getiririz” anlayışının aşılması için çok uygun bir zemin olduğuna da kuşku yok. Paradoks ama başta AKP hükümeti olmak üzere yüksek siyasetin yürütücüleri de buna ihtiyaç duyuyor. Savaşı değil ama barışı örgütlemek böyle bir şey ister istemez.