Kürt kamuoyunda BDP’nin feshedilip HDP’ye katılacağı haberleri heyecana yol açtı. Bu heyecan sevinç ve coşku ile değil, kuşku, tedirginlik ve tepkiyle biçimleniyor. Heyecan derken, bunun bir halk heyecanı olduğunu söylemek yanlış olur. Kürdistan’da, Kürt hareketinin siyasi yönetimi ve yapılarına ilişkin halkta oluşan yabancılaşma, seçim sonuçlarından da görülebileceği gibi, yer yer tepki ve daha kötüsü soğuma biçimini almış durumda.
Yerel seçimlerde HDP’nin blok Kürt oylarının dışına taşacak şekilde ciddi bir varlık gösterememesi, “katılım” denilen olguyu doğal olarak anlamsızlaştırıyor. Aslında kimse kimseye katılmıyor. BDP’nin HDP’yi sahiplenmesi, daha doğrusu kendi kendine gelin güvey olması söz konusu.
BDP’nin esas olarak Kürdistani bir parti ve HDP’nin de onun kardeş partisi olması düşüncesi Kürtler açısından genelde bir kabulün konusudur. Rahatsız edici olan, Kürt hareketinin kendi kendisine gelin güvey olup Türkiye’nin tamamına talip olduğunu iddia etmesi ve on yıllardır bu iddianın havada kalmasıydı. BDP son yıllarda Kürdistani parti hüviyetini kazanıp bu şekilde kendini ifade etmeye başladığında, önemli bir sorun halledilmiş oldu. Meselenin Kürdistan ayağını kendi özgünlüğü içinde ele alma ve BDP’yi de bu bağlamda değerlendirme şansı doğmuştu.
BDP’nin HDP’ye katılması bir yenilik ve değişim değil, aksine son yıllarda yaşanan yenilik ve değişimden vazgeçme anlamına geliyor. Bu da Kürt milliyetçileri arasında tepkilere neden oluyor. Mesela, bu Kürtleri Türkleştirme ve Kürdistan’ı Türk devletine peşkeş çekme projesidir, deniliyor. Bu reddiyenin ne kadar samimi ve aklı başında ifade edildiği tartışmalı olmakla birlikte, realiteyi ima etmediği söylenemez.
Ortadoğu’da Kürt sorunu sınırları aşıp birleşik Kürdistan sorunu olarak evrim geçirirken, Kürt milletini ters köşeye yatıran HDP’ye katılım hamlesinin şaşkınlıklara yol açması normal. Gerçi seçimlerden önce bunun sinyalleri verilmişti, ama muhtemelen ortalığın bir hayli karışacağı düşünülerek ertelenmiş. Bu da Kürt yüksek siyasetinin Kürt seçmenine layık gördüğü muamele oluyor.
BDP’nin örgütsel olarak Kürdistani bir hüviyet kazanmaya başlaması, sadece ırkçılık bataklığından çıkamayan Türk devleti ve kamuoyundan umudun kesilmesine bağlı bir tepkiselliğin sonucu değildi, aynı zamanda Türkiye’nin sınırlarını aşan Kürdistan sorununun kendisini dayatmasıyla ilgiliydi. Dolayısıyla, Şöyle bir hedefin konulması makul olabilirdi: Kürdistan dışındaki BDP örgütlerinin HDP’ye katılımı ve bu şekilde yeniden yapılandırılması.
Gerçekten de Kürdistan dışındaki yerleşik Kürtlerle Kürdistan Kürtlerinin talepleri ve siyasal tutumları arasında bire bir örtüşme olması mümkün değil. Basit bir örnek verecek olursak: Anadilin özgür kullanım hakkının Kürdistan ve Türkiye versiyonları farklılaşır. Kürdistan’da Kürtlerin anadil eğitimini bir kamu hizmeti olarak ve eğitimin her düzeyinde örgütleme hakkı savunulur; Kürdistan dışında ise, seçmeli ders olarak ve kurslar aracılığıyla öğrenme hakkı.
Dolayısıyla, BDP ve HDP’nin ilkesel kabulleri ne kadar örtüşürse örtüşsün, pratikte örgütlenme ve siyasi mücadele tarzı ve hedefleri farklılaşır, özgünlük kazanır. Mesele soyut bir birleşme ve katılım değil, bölgeler arası koordinasyonu ve işbirliğini sağlayacak sağlıklı bir siyasi yapının inşasıdır. Fakat bu öncelikle, HDP’nin Türkiye kamuoyunda etkili bir yere gelmesine, BDP’nin ise Kürdistani kimliğini pekiştirmesine bağlıdır.
Kürt milliyetçiliği Kürdistan’a özgü yasal parti örgütlenmesini gereksiz gören tepeden inmeci uygulamaya itiraz ederken haklıdır. Bu itirazı ilkel milliyetçiliktir vs. diyerek mahkûm etmeye çalışmak, Kürdistan meselesini azınlık Kürt sorunu gibi tartışmak, ismiyle cismiyle Kürdistan’ın bir bileşeni olmadığı bir “ortak vatan” idealinden söz etmek, siyaseten asimilasyona yatmaktan başka bir anlam ifade etmez.
Kürt hareketinin tarihinde skandal denilebilecek bazı yanlış siyasi hamlelerin yapılması yeni değildir. Bu haliyle BDP’nin HDP’ye katılımı da bu skandallardan birisi olarak tarihe geçecek. Bu bir önderlik (Öcalan) projesidir denilerek tartışmaları bastırma girişimi akıldışılığı teşvik etmektir. Bulunduğu yerden Öcalan proje geliştiremez, ancak öneri geliştirebilir. Siyasi sorumluluk öncelikle, demokratik temayüllerle uzaktan yakından alakası olmayan “önderlik kurumunu” da yöneten PKK’ye aittir.
En kötüsü, gerçek sorunların gerçekçi çözümü adına bu girişimin oynadığı yıkıcı roldür. Kürt kamuoyunu soyut ve spekülatif tartışmalarla oyalamak, çatışmasızlık sürecinin bir kez daha dayattığı yenilenme sorunlarını örtbas edilip gündemden düşürülmesine neden olmaktadır. Kürdistan meselesinin ağırlık ve karmaşasını taşıma yeteneğine sahip bir Kürt siyaseti şekillenemiyor.
Suriye’nin iç savaşa sürüklenmesinin ardından meydana gelen Rojava devrimi Kürdistan meselesinin evriminde yeni bir aşamayı temsil eder. Rojava devriminin gösterdiği gerçek bellidir: Artık Kürdistan’ı ayrı ayrı ülkelerin içinde, parçalı olarak değerlendirme şansınız yoktur. Bu arada Ermenistan-Azerbaycan savaşında Kafkasya Kürtlüğünün (Kızıl Kürdistan) gümbürtüye gitmiş olması ve sahipsiz kalması durumu değiştirmez.
Kürt sorunu (birleşik) Kürdistan meselesi olarak evrim geçirirken, bunun aynı zamanda birleşik Kürdistan’ın şekillenmesi sancıları olduğunu görmemek mümkün mü? Kürdistan meselesi, parçalarının resmen bağlı olduğu her ülke içinde ayrı ayrı çözülsün denilecek bir durum artık yok.
Şu anda Kürt siyasetinin iki belirgin sorunu var:
Birincisi, Kürdistani bir siyaset adına güven veremediği gibi, mecburen Türkiye partisi olma iddiasını geri çekip Kürdistani bir parti kimliği edinen BDP’yi feda ederek bir skandala imza atıyor. Boşluk dolacak deniliyor, ama boşluğu dolduracağı söylenen yapıların Kürdistan’ı siyaseten temsil etmek gibi bir misyonu yok. Bu gerçek, “ilkel milliyetçilik” eleştirisi adı altında görünmez kılınmak isteniyor. Hali hazırda Kürtlerin ayrılma değil, Türk devleti ve kamuoyunun Kürdistan’ı kabullenme sorunu vardır. Ancak kabullendiği aşamada ortak vatan düşüncesi anlam kazanacaktır. Kürdistan meselesi şu ya da bu devletin mahalli ve özel bir meselesi değildir.
İkincisi, halkın siyasete katılımını engelleyen sorunlar bir çeşit toplum, daha doğrusu vitrin mühendisliği ile çözülmek isteniyor. Mesela Demokratik Toplum Kongresi niçin halka yabancılaştı ve işlevsel olamadı, bu tartışılıp çözüm üretileceğine yeni bir marka üretiliyor. Etiket ya da vitrin değiştirerek ürünün niteliğini değiştiremezsin. Halk da fırsatını bulduğu anda kendi geri bildirimini yapar. Seçim sonuçlarına bakıp nasıl bir geri bildirim yapıldığını çözmek çok da zor değil.
Göreli olarak barış olasılığının güçlendiği kritik bir dönemde, referandum özelliği taşıyan seçimlerde, Kürdistan’da BDP’nin sıçrama kaydedememiş olması, Türkiye genelinde Kürtlerin çoğunluğunun emaneten de olsa oylarını BDP-HDP ittifakına vermemiş olmaları, Kürt siyasetinin başarısızlığıdır. Çünkü Türkiye’deki Kürt oylarının % 10 barajı gibi engelleri aşacak bir niceliğe sahip olduğunu biliyoruz; demografik baskı yaratmak adına Kürtlerin bir sıkıntısı yok. Fakat Kürdistani bilinç ve kararlılık adına aynı şey söylenemez.
PKK Kürt siyaset sınıfına istediğini yaptırma başarısı ile övünebilir elbette. Yaşlısıyla genciyle BDP’li vekillerin itirazsız HDP vitrininde boy göstermeleri bu başarıyı kanıtlıyor. Fakat halka aynı muameleyi yapabilmenin sınırları var. Çatışma süreci ve Türk devletinin asimilasyon kapasitesinin bir yere kadar olması günü kurtarmaya yetiyordu, ama çatışmasızlık başka bir şey. Türk devleti karşısında Kürdistan’ı pazarlık masasına sürmenin siyasi bedeli olacak doğal olarak.
Siyasi bedelin PKK’ye alternatif Kürt siyasi çevrelerinin yükselişi olacağını iddia etmek yanlış olur. PKK karşısında Irak Kürdistanı Özerk Hükümeti ve KDP’ye yaslanmak isteyen bu siyasi çevreler, kırk dereden su getirip Kuzey Kürtlüğü ve Kuzey Kürdistan’ı pazarlık masasına sürme geleneğinin tam da yaslanmak istedikleri güç tarafından oluşturulduğunu biliyor, ama PKK’ye alternatif görünmek adına Kürt ve Kürdistan davasının yılmaz bekçileri görüntüsü çiziyorlar. İnandırıcı olamıyorlar. Barzani milliyetçiliği TC sınırlarını aşmaz; Türk devleti ile anlaşma böyledir. Böyle bir şey olmasa, Bakur’da çoktan sağ kanat bir Kürt partisinin kuruluşuna ve işin daha başında hatırı sayılır bir güç edinmesine tanıklık ederdik.
Kürt halkının isyan ve direnişi destansı ve kahramanlıklarla dolu, ama üretebildiği siyasi ve entelektüel sınıf ve bu sınıfın halkla ilişkileri son derece sorunludur. Dolayısıyla siyasi bedeli ödeyecek olan basitçe bu sınıfın şu ya da bu parçası değil, Kürdistan’dır. Ya da: İnşallah Kürdistan’dan Türkiye’ye devrim ihracı yapması beklenen HDP bizleri önce cumhurbaşkanlığı seçiminde ve sonrasında genel seçimde yanıltacak - olası en iyi senaryo şimdilik bu. Ama neresinden baksan tutarsız ve inandırıcı olmaktan uzak bir senaryo bu.