Newroz inisiyatifi tarafından, Boğaziçi Üniversitesinde 15-30 Mart tarihleri arasında “barış mücadelesini güçlendirmesi dileğiyle” çeşitli paneller, söyleşiler, oyun ve gösteriler, dans-müzik ve dil atölyeleri, film ve belgesel gösterimleri gerçekleştirildi. Bu etkinliklerden bir tanesi de Min Dît filminin gösterimi ve yönetmeni Miraz Bezar’la söyleşiydi. Almanya’da yaşayan Miraz Bezar’ın Fatih Akın’ın ortak yapımcılığıyla gerçekleştirdiği bu ilk uzun metrajlı filmi, Diyarbakır’da anne ve babaları JİTEM tarafından öldürülen iki çocuğu anlatıyor. Miraz Bezar ve yazar Evrim Alataş tarafından birlikte yazılan filmin senaryosu Antalya Altın Portakal Film Festivali’nden Behlül Dal Jüri Özel Ödülü ile döndü. Film bunun dışında da uluslararası festivallerde ödüller aldı. Söyleşide ilk başta Bezar kendi sinamacılık serüvenini ve filmin oluşum sürecini aktardı. Soru cevap kısmında senaryo üzerinden bir çok soru dile getirildi. Bunun dışında Bezar’ın sinemacı olarak hangi yönetmenlerden ilham aldığı, hangi tekniklerden beslendiği de sorulan sorular arasındaydı.

Film, varlığı devlet kurumları tarafından inkar edilen ve soruşturulmasının önüne geçmek için tabulaştırılan JİTEM’in deşifre olma sürecinde atılmış önemli bir adım. Direniş örgütleyen Kürtlerin nasıl katledilip faili meçhuller “çukuru”na atıldığını gösteren film “içeriden bir bakış”la “gerçekçi” karekterler, olay örgüsü ve dönem koşullarıyla seyirciyi içerisine alıyor. Filmdeki bu bakış ve çocukların oyunculuk performansları özellikle dikkat çekiyor. Bu konuyla ilgili olarak Bezar’ın şu sözlerine değinilebilir: “Kürt ve politik bir aileden geldiğiniz zaman, olanlardan hiçbir zaman kopmazsınız. Çocukluğum Ankara’da geçti. Çocuk olsam bile olup bitenleri takip ediyordum. Sonra akrabalarınız hapiste ise yurtdışına kaçmak zorunda kalıyorsa, o süreci anlıyorsunuz. Diyarbakır’da yaşananlar, faili meçhuller uzak değildi.(…) 2006 Mart’ında çocukların şehri zapt etmesi olarak gördüğüm bir olay oldu; Diyarbakır, resmen çocukların elindeydi. Şiddetle karşılandılar. 10 çocuk öldü. Aslında ‘bizi görün’ diyorlardı. Nasıl bugün taş atan çocuklar, hapishanede terör yasasına göre ceza yiyorlarsa, o zaman da terörist gözüyle bakıldı. Bunları gördükten sonra çocuklar üzerinden anlatmanın filmim için önemli olacağını anladım.” diyen Bezar senaryosunun Kürtçe’ye çevrilmiş halini verdiği çocuklara ve diğer oyunculara da, senaryoyu bir taslak olarak görmelerini, kendi düşüceleriyle ifade şekilleriyle senaryoyu şekillendirebileceklerini belirtmiş ve böylece karakterlerin ve olayların inandırıcılığı güçlenmiş.

Filmde ailesini kaybeden Gülistan ve kardeşi Fırat’ın aralarına katıldıkları sokak çocukları birlikte yatıyor, kalkıyor, çalışıyor ve hayata karşı direniyorlar. Bu direnişin bir parçası olarak bazısı mendil satıyor, bazısı işporta tezgâhının başında hoparlörden sesini duyuruyor. Müşterilerin çocuklara muamelesini gören ve sokak çocuklarının direnişinin “alın teriyle” çok da mümkün olamadığını gören izleyici, hırsızlığın kapkaçın da bu direnişin bir parçası haline geldiğini idrak ediyor. Bu anlamda film, çocukların işlediği bu “suç”un ortağı da olabildiğimizi ima ediyor. Filmin dramaturjisi, savaş koşulları içerisinde yaşayan bir toplumdaki farklı kimliklerin birbirleriyle kurduğu ilişkileri ele alış şekliyle derinleşiyor. Savaş koşulları içerisinde gelişen yoksulluğun sınıf ayrımlarını güçlendirdiği ve bu hiyararşi içerisinde kadın bedenlerinin uğradığı sömürünün de arttığı gösteriliyor. Filmde telefon randevusuyla çalışan bir seks işçisi olan Dilan ile sahipsiz kalan çocuk karakter Gülistan’ın dayanışması gösterilirken, Gülistan’ın Dilan’ın kazandığı parayı kabul etmemesi gibi anlarda da “namus” algısının yarattığı çelişkiler gözler önüne seriliyor. Film genel olarak bu tür çelişkileri göz ardı etmeyerek “ütopya” duygusuna kapılmamızı önlüyor. Dilan karakteriyle ilgili olarak Bezar “Dilan gibi karakterler Diyarbakır’da hep var. Bunu herkes biliyor fakat kimse konuşmuyor. Aileler geçimini kızlarının yaptığı bu işlerle denkleştiriyor. Çocukların mendil satmak zorunda kalması gibi , bu kadınlar da bedenlerini satmak zorunda kalıyor. Bu durumu filmde mutlaka işlemem gerekiyor diye düşündüm ve Dilan karekteri çocukların babalarının JİTEM mensubu katiline ulaşmasına aracılık etti” diyor . Film, Dilan’ın randevusuna gidişini, randevudan dönüşünü onun gözünden yansıtarak seyircinin “fahişe” algısını sarsan bir imge oluşturuyor.

Söyleşide tartışılan bir diğer konu da alternatif yapımların izleyiciyle buluşması ve bu sayede üretim olanaklarını sağlayabilmesiydi. “Seyirciler bu filmleri izlemeyi talep etmekte kararlı oldukça, alternatif dağıtımcılar güçlenir ve bu tür daha çok filmin çekilmesinin ve izleyiciye ulaşmasının da yolu açılır” diyen Bezar, filmin gösterimi için tek tek sinema salonlarını dahi aradıklarını belirtti. Min Dît şu an Diyarbakır, Batman, Van, Ankara, Urfa, Tatvan ve Mersin’de gösterime girdi. İstanbul’da 30 Nisan’da gösterime girecek olan film 14 Nisan’da İstanbul Film Festivali kapsamında da gösteriliyor. Barışa neden ihtiyaç duyduğumuza dair hafızamızı canlandırmak ve barışa giden yoldaki direniş imkânlarımızı artırmak için Min Dît’i izlemek ve izlettirmek, günümüz sanatsal üretim koşullarında önemli bir noktada duruyor.