Doksan üç yaşında bütün eşkıyalığıyla ve delikanlılığıyla karşımızda duruyor Vedat Türkali. Bu zor zamanlarda, her tarafımızdan yalan dolan içine batmışken, insanlar yollarını yörüngelerini bulamazken, hepimize yol gösteren bir kutup yıldızı misali ışıldıyor. Hayat boyu sürdürülmüş bir bilgelik ve cesaretle hiçbir sözünü sakınmıyor. Seçimlerde umut olarak gördüğü, ezilenlerin ve yoksul halkların sesi olacağını düşündüğü bağımsız adayları, Emek, Özgürlük ve Demokrasi Bloku’nu desteklemek için her elinden geleni yapıyor.

Pazartesi akşamı IMC televizyonundaki canlı yayına yetişmek için evinde buluşuyoruz. Kararlı gözlerle bana bakıp gülümsüyor, önceki gün NTV’de Banu Güven’in programındaki konuşmasını[[dipnot1]]   nasıl bulduğumu soruyor. Heyecanlı, hiç görmediğim kadar heyecanlı, gözleri parıldıyor. Onlarca kitap ve senaryo yazmış, Türkiye edebiyatı ve sineması için son derece önemli bir insan olan Vedat Türkali bu seçimlerde bağımsızların vaadettiği umudun heyecanını yürekten duyuyor. Bu umuda bir nebze katkı sunmak, duygularını ve düşüncelerini insanlarla paylaşmak tek düşündüğü.

Tansiyonu ölçüldüğünde, tansiyonunun yükseldiğini, 15’e çıktığını görüyoruz; kalp ritmi hızlanmış, düzeni bozulmuş. Biz programı ertelemekten ya da iptal etmekten bahsedince, canı sıkılıyor, sertçe ayağa kalkıyor ve elindeki bastonu kaldırarak hepimize kızıyor. “Dağlarda 18 yaşında çocuklar ölüyor, ben burada yerimde mi oturacağım” diyor.

Dünya iyi insanların sırtında, onların yüzü suyu hürmetine dönüyor diyordu İlkay Akkaya.[[dipnot2]] Galiba bazılarımızın sırtına yük daha fazla biniyor. Yıllar önce tanıma şansı bulduğum, her yanına gittiğimde birşeyler öğrendiğim doksan üç yaşındaki bu adama baktıkça insanlığa, hakikate, barışa ve bir arada eşitçe yaşayabilmeye olan inancım artıyor.

IMC’de Ertuğrul Mavioğlu’yla konuştuğu programda [[dipnot3]] dağlardaki çocuklarımıza, gerillaya selam gönderiyorum diyor Vedat Türkali, hiçbir tepkiden korkmadan, çekinmeden; kimsenin öldürmediği, öldürülmediği bir barışın ve kardeşliğin dilini kurmaya uğraşıyor. Bu toprakların Ermenilere, Rumlara, Kürtlere ve ezilen halklara yönelik katliamlarla dolu tarihiyle başa çıkmanın tek yolunun hep hatırlamak olduğunu söylüyor. “Kimsenin çocuğu ölmesin” diyor.

Yaşar Kemal’e çağrı: “İnce Memed’in mağarasını vahşiler basıyor haberin olsun.

“Duyuyor musun Yaşar, gel burada halklarımıza kardeş lafları edelim, senin sesin benden daha gür çıkacaktır, sen daha çok tanınan bir insansın. İnce Memed’in mağarasını vahşiler basıyor haberin olsun.”

Barışın ve özgürlüğün dilini arıyor Vedat Türkali, sürekli çoğalmaya çalışarak, iktidarlarda korku yaratarak, ama korkmadan, uslanmadan. Yılların komünisti, iktidardaki savaş çığırtkanlarına, ölüm tacirlerine “Allah’tan da mı korkmuyor musunuz?” diye soruyor.

Eşitsizliklerin hiç olmadığı kadar yıkıcı olduğu, küresel kapitalizmin bütün yakıcılığıyla insanların hayatlarını mahvettiği, ucuz emek sömürüsünün had safhaya ulaştığı ve Türkiye’de kapitalizmin yıkıcılığının iç savaşla el ele gittiği bir dönemde kurulan Emek, Özgürlük ve Demokrasi Bloku’na davet ediyor herkesi. Böyle kardeşlik olmaz olsun diyerek bütün halkların eşitçe kuracağı bir kardeşliğe Nazım’la davet ediyor hepimizi.

Gözlerindeki parıltıda, savaşsız, kansız ve sömürüsüz bir dünya için birleşen milyonlarca eşkıya.

Davet

Dörtnala gelip Uzak Asya'dan

Akdenize bir kısrak başı gibi uzanan

Bu memleket bizim!

Bilekler kan içinde, dişler kenetli

ayaklar çıplak

Ve ipek bir halıya benzeyen toprak

Bu cehennem, bu cennet bizim!

Kapansın el kapıları bir daha açılmasın

yok edin insanın insana kulluğunu

Bu davet bizim!

Yaşamak bir ağaç gibi tek ve hür

Ve bir orman gibi kardeşçesine

Bu hasret bizim!

Nazım Hikmet Ran