Sosyal medyada akan ‘cahiller’, ‘aymazlar’, ‘katil/ hırsız severler’, ‘Aziz Nesin'i şimdi tekrar anladım’lar, hiç görmemiş olsam da muhtemelen içlerden geçen ‘çok cahilsiniz keşke ölseniz’ler bitmek bilmedi. Bu durumdan duyduğum rahatsızlıkla, bu söyleme ve seçim sonuçlarına dair görüşümü dile getirmek için bu yazıyı kaleme alıyorum.

Türkiye’nin kuruluşunda benimsenen modernist projenin söylemine tırnaklarını geçirmiş, on yıllardır hiçbir politika, hiçbir yeni söz üretmeden, ‘ana muhalefet’ olduğunu iddia ederken ülke siyasetinde asalak bir aktör olmayı sürdüren CHP, son çareyi onda arayan Türkler ve Aleviler sayesinde, 30 Mart yerel seçimlerinde hak ettiğinden çok daha fazla oy aldı.  Oyuna ve şehrine/ kasabasına sahip çıkan, altı boş bir AKP karşıtlığı siyasetiyle değil, uzun yıllardır verilen örgütlü mücadelenin ve somut çalışmalarının meyvelerini toplamaya devam eden Kürt hareketini, belediye sayısını arttıran ve üstüne onlarca belediyeye başkan olan güçlü kadın adaylarıyla BDP'yi ve Türkiye’de şu an tek gerçek muhalefet olarak, olası bir demokratik ortama katkı sunan bu yegâne hareketten alınması gereken dersleri asla kabul etmeyecek ulusalcıları şimdilik bir kenara bırakıyorum.

Bir de bu ulusalcıları sayıca az da olsa aşan ama önemli bir kesim tarafından, CHP'ye oy verenlerin AKP seçmenlerinden daha ‘eğitimli’, ‘kültürlü’, ‘sofistike’ insanlar olduğunun varsayılması var ortada! Kendimi de bu kitleye dahil ediyorum. Çünkü hiç değilse nadiren bu varsayımın illüzyonuna kapılsam da, tanıdığım pek çok insan geldiğim sosyoekonomik konumdan, ‘eğitim’ düzeyimden ve Türk olmamdan dolayı benim de böyle düşündüğümü varsayıyor. Peki kimiz 'biz'? Nedir insanları eğitimli ve akıllı olduklarına inandıran? Üniversite mezuniyeti mi? Lise mezuniyeti mi? Dededen nineden, anadan babadan CHP'li olmak mı? Üstelik, nedir bu 'biz'i, AKP'den önce demokratik bir ülke olduğumuza inandıran?

Başladığı günden itibaren ya hakikaten sekülerleştiği ya da medya tarafından öyle yansıtıldığı için CHP’leştirilmeye, AKP karşıtlığına indirgenmeye çalışılan ‘Gezi ruhu’ bile ‘orantısız zeka’ lafıyla başlayıp ‘akıl’, ‘zeka’, ‘bilgi’ iktidarı iddia etti ya da eder gibi gösterildi. Gezi direnişçilerinin yaratıcı sesinin ‘fazla zeka’dan kaynaklandığını söylemek dışlayıcıdır diyecek kadar ileri gitmeyeceğim. Ancak ‘orantısız zekâyı’ sokaklara döken Gezi direnişçilerinin arasından bile ‘cahiller’, ‘aymazlar’ laflarını fütursuzca sarf edenler çıkıyorsa durup bir düşünmek lazım.

Tek partili dönemin ardından gelen Demokrat Parti'den de, 1970'lerde sadece büyük şehirlerde değil Anadolu’nun pek çok yerinde de son derece güçlü olan sol hareketten de, yani halkın destek verdiği her sesten ancak darbelerle kurtulmuş; projesinin sonuçlarını bugün hala yaşadığımız 1980 darbesinin ardından ise ordu tarafından Turgut Özal'ın önüne itilmiş bir kuşağın çocukları olarak bu geçmişi yok sayma ve bu kadar tarihsiz yaşarken akıl-bilgi iktidarı ilan etme hali nasıl hala mümkün olabiliyor?

Nazan Üstündağ, Bianet’teki oldukça iyimser yazısında özellikle AKP seçmenlerine dair önemli tespitler yapıyor:

“AKP seçmeninin yolsuzluğa ve zulme evet dediğini düşünmediğimi de daha önceler yazdım. AKP seçmeni AKP’ye sadık çünkü AKP sayesinde ve özellikle Başbakan kimliğinde kendilerinin iktidara dahil olduğunu düşünüyorlar. Bir kısmı bu yolsuzluk ağlarının içinde muhakkak ki. Ancak büyük bir kısmı AKP gitmesin diye oy veriyorsa bunun toplumsal, kültürel ve psikolojik bir dolu sebebi var. AKP seçmeni büyük bir sorumluluk alarak Türkiye’de iktidarın değişmemesi yönünde oy kullandı.

Bunu da anlamak ve alternatifini yaratmak gerek. Muhalefetin en büyük sorunun hala AKP seçmenini anlamamak, bu seçmenin deneyim ve bilgisini siyasetine katmamak olduğunu düşünüyorum.

Alternatif projeler üretmek, oraya değil buraya baraj yapacağız demek bu seçmenin, özellikle yoksul kesiminin gündelik rasyonalitesini kavrayamamaya devam etmek.

AKP’lilerin gündelik hayatına değmeyen, korkularını yatıştırmayan, geçmişlerini tanımayan, onları harekete geçiren, heyecanlandıran, duygulandıran kodları söylemine ve pratiğine katmayan -ki burada sadece dini kastetmiyorum-siyasetlerin Türkiye’de çoğunluk haline gelemeyeceği de açık.”[1]

30 Mart’ta müşahitlik yaparken bana oyumu CHP’ye vermediysem boşa verdiğimi sekiz kez söyleyen ve ‘eskiden Kürt sorunu mu vardı, hep bunlar yaptı!’ diyen teyze ve amcalardan giderek farksızlaşan genç bir kitle, üstelik çoğu Gezi direnişçisi olan bir kitle nasıl olup da kendini AKP seçmeninden daha akıllı ve bilgili sanıyor? Cumhuriyetin kuruluşundan beri var olmadıkları için değil; yüksek siyasette, medyada ve başka kamusal mecralarda ses bulamadığı için görünmeyen ve bugün AKP seçmeninin hepsini değilse de büyük kısmını oluşturan bu kitle[2] cahil falan değil. Deneyimleri ve bilgileriyle bunca yılın ve bunca şeyin üstüne AKP’ye oy vermeyi makul ve makbul buluyorlar.

Aynı şekilde, Kürt halkına yapılan devlet zulmü de Kürtlerin mücadelesi de AKP’yle ya da 1980’den sonra başlamadı. Hadi Dersim Katliamı, Maraş Katliamı, 6-7 Eylül 1955 olayları gibi devlet eli ya da desteğiyle Kürtlere, Ailevilere, Rum ve Yahudi Türkiye vatandaşlarına yönelmiş şiddet bir yanda dursun. Bu grupların hiçbiriyle alakası olmayan ve bugün AKP seçmeninin yoksul çoğunluğunu oluşturan kitlenin yanında da (Cumhuriyet kurulurken olduğu gibi bugün de) ‘akıllı ve bilgili’ cumhuriyetçiler Türkiye’de azınlıktır. CHP’yle birlikte, hala Türkiye’de azınlık olduğunu kabul etmeyen ve hala kendini ‘akıllı’ sayan tüm seçmenlerin de bunu anlaması gerekiyor. AKP’ye de oy vermiş olsa, MHP’ye de, HDP’ye de oy vermiş olsa, halkın büyük çoğunluğu bilgisi ve deneyimiyle CHP’nin bu içler acısı durumunu görüyor.

Kendi küçük çevrelerimizde akıl-bilgi iktidarı iddia edip durmaktan vazgeçip, AKP seçmenlerinin yolsuzluğa bulaşmış ya da bulaşmamış ama zenginleştiği için iktidarın yanında durmayı seçen kesiminin dışında kalan, çoğu yoksul AKP seçmenini ötekileştirmeyi bırakmamız lazım. AKP seçmeni bir bütün olarak geri kalanları ötekileştirse bile, yüzde 55’in azınlık sayıldığı absürt bir ülkede yaşasak bile, hatta tam da bu sebepler yüzünden seçmenlerin kararlarına saygı duymaya ve böylece kendilerine göre haklı gerekçelerini duymaya başlamamız gerekiyor.

Gezi’nin mirasçısı olmayı hedeflemesine ve kanımca bu seçimlerde bunu başaramamış olmasına rağmen oyumu HDP’ye verdiğim için ne pişmanım ne de oyumun boşa gittiğini veya CHP’nin İstanbul’daki oylarını böldüğünü düşünüyorum. Sonuncusu için görece güvenilir kanıtlarım da var.[3] Erdoğan’ın bazen söyleminde bazen kişiliğinde sesini bulan kitle de pişman değil. Eğer AKP seçmenleri cahilse, Mustafa Kemal Atatürk ve arkadaşları etrafında oluşmuş pek çok tabuya hala inanan ve CHP tarafından üzerine hiçbir şey koyulmamış bu modernist, başta Kürtler olmak üzere azınlıkları ve halkın çoğunluğunu oluşturan ‘eğitimsiz’ insanları dışlayan söyleme hala oy veren CHP’lilerin çoğu da en az onlar kadar cahil sayılmalıdır. Özellikle batıdaki küçük şehirlerde ve kasabalarda, özgürlüklerinin kısıtlanmasından endişe duyan ve az önce bahsettiğim ‘kültürlü’ CHP seçmeni tarafından yine ‘eğitimsiz, cahil’ bulunabilecek olan CHP seçmenini bir kenarda tutuyorum.

Fakat 30 Mart’ta sırf AKP bu seçimlerde şu an elde etmiş olduğu oy oranına ulaşamasın diye CHP’ye oy veren insanlar da oldu: Belki bu yerel seçimle AKP ve ‘diğerleri’ arasında bir güç dengesi kurulur diye, AKP’nin özellikle batıdaki tek alternatifi de CHP olduğu için oy verenler. Şimdiye kadar olup bitenden daha anti-demokratik, hepimizin yolsuzluğa, hırsızlığa ve katilliğe daha da duyarsızlaştığı bir toplumda yaşamaktan korkarak CHP’ye oy verenler oldu. Benim de paylaştığım çok haklı kaygılarla bunu yaptılar: Suriye’yle savaş kapıda, AKP’den önce Kürtler, Aleviler ve solcular kelle koltukta gezerken; bugün barış süreci bir türlü ilerlemezken Kürtler, Aleviler, solcular ve ulusalcılar kelle koltukta geziyorlar diye, vaziyet daha da kötüye gidiyor diye düşünerek CHP’ye oy verdiler.

Ne var ki bu kaygılarla CHP’ye oy veren ya da vermeyen ‘bizim’ aramızdan da; yalnızca anaakım medyadan duyduklarıyla 2000’lere kadar kendini ‘akıllı’ saymış, Kürtlere ve Alevilere uygulanan devlet şiddetini görmezden gelmeyi ‘başarıp’ torun torbaya karışmış insanların çocuklarından da; elimizdeki bu iletişim teknolojilerine rağmen kendini çok benzer bir pozisyona koyanların çıkması trajik bir durumdur.

Berkin Elvan maalesef bu ülkede öldürülen ilk çocuk değildi. 1980’lerin sonundan beri TSK ile PKK arasındaki savaşta, tam sayı maalesef bilinmemekle birlikte, devlet tarafından 500’den fazla çocuk katledildi. Hadi Berkin Elvan için naylon gözyaşları döküp reyting toplayan Yılmaz Özdil gibiler; Roboski Katliamı için, devletin havan topuyla öldürülen 12 yaşındaki Ceylan Önkol’un parçalarını annesi eteğine toplarken ya da Hrant Dink’in ailesi ve arkadaşları yılmadan mücadele ederken ‘oh olsun!’ diyebilecek insanlar. Peki bu ‘akıllı biz’in hepsi böyle insanlar mı?

Eğer öyleyse yüksek siyasette uzun süre AKP’nin hiçbir alternatifinin oluşmayacağı bir gelecek bizi bekliyor. Eğer değilse, ki Gezi direnişi içimize öyle olmadığı umudunu saldı, o zaman çoğunluğu Türk olan bir kitle olarak artık alternatif ve üretken bir siyaset ve barış için gecikmiş adımlarımızı atmaya başlamamız gerekiyor. On yıllardır sırf dindar olduğu için değil; ‘eğitimsiz’, ‘cahil’, ‘oy satan’ insanlar olarak yaftalanan ve dışlanan bir kitlenin sesini Erdoğan’da bulmasına şaşırmadan, sinirlenmeden empati kurmaya başlamamız, en çok iktidara yarayan kutuplaşma haline kapılmamamız, dayanışmamız gerekiyor. Çünkü bugün Suriye’yle savaş bir adım ötemizde, bugün Mardin Artuklu’nun seçilmiş belediye başkanı Emin Irmak sırtından vuruldu, Türkiye’de Twitter ve Youtube yasak, bugün Ankara halkı şaibeli seçim sonuçlarına karşı direniyor, bu esnada Ağrı’da AKP 15. kez oy saydırıyor, geçen hafta siyasi bir partinin mitinginde 10 yaşındaki Mehmet Ezer kafasından gaz kapsülüyle vuruldu, pek çok başka katliamın failleri gibi Roboski’de öldürülen çoğu çocuk 34 canın ve Hrant Dink’in katilleri de ellerini kollarını sallayarak aramızda dolaşıyor ve hal böyleyken balkonlardan ‘ileri demokrasi’ naraları yükseliyor. Çünkü katillere ve hırsızlara sadece 12 yıldır değil, çok partili döneme geçilen 1946’dan beri oy vermek için sebep bulabilen ya da alternatifsizlikten oy vermek zorunda kalan bir halkın parçasıyız ‘biz’ de.

[1] Nazan Üstündağ, ‘Seçimin Kaybedeni, Kazananı’, 01.04.2014, http://bianet.org/bianet/siyaset/154616-secimin-kaybedeni-kazanani

[2] ‘Ayyuka çıkan yolsuzluk iddialarına rağmen AKP’nin yüzde 43 oy almasının üç nedeni olabilir: i) yolsuzluk olsa da geniş bir kesim bu yolsuzluğun nimetlerinden faydalanmaktadır. ii) yolsuzluk olsa da muhafazakâr kesimlerin kendilerini ifade edebileceği başka bir siyasi alternatif bulunmamaktadır. iii) bu iddialar AKP’ye oy veren kitleler nezdinde inandırıcı değildir. Bunların tümünün doğru olduğunu ve AKP’ye oy veren seçmenin sınıfsal temeline göre değiştiğini düşünüyorum.’ AKP’nin 30 Mart yerel seçimlerinde aldığı C’lük oy oranının daha detaylı bir analizi için bkz: Nuri Ersoy, ‘2014 Yerel Seçim Sonuçları Üzerine’, 31.03.2014, http://www.bgst.org/ulke-gundem/2014-yerel-secim-sonuclari-uzerine

[3] Erdem Yörük, ‘HDP Oyunu CHP’den mi alıyor, AKP’den mi?’, 26.03.2014, http://t24.com.tr/yazi/hdp-oyunu-chpden-mi-aliyor-akpden-mi/8856