Cumhurbaşkanı Gül’ü çok beğeniyorum. Bu tatsız dönemde memleket için gerçek bir “sakin liman”. Fakat, Süryani Ortodoks Patrik Vekili Yusuf Çetin’i de yanına alarak gittiği İsveç gezisini yakından izledim, cidden üzüldüm.
İsveç parlamentosundaki Süryani milletvekili Yılmaz Kerimo söz alıp Türkçe diyor ki: “Mardin’deki Mor Gabriel Manastırı işgal altında. Bazı kiliseler ve Ayasofyalar camiye çevrildi. Süryaniler azınlık olarak kabul edilmedikleri için hiçbir haktan yararlanamıyorlar, okullarda dillerini öğrenemiyorlar”. Gül cevap veriyor: “Geçmişte sıkıntılar oldu. Ama doğrusu, söylediğiniz şeylerin hepsine de doğru diyemem”. Oysa, Kerimo elifi elifine doğru. Hiçbirini atlamadan ele alıyorum:
1) Gül diyor ki: “Süryani vatandaşlarımız, Lozan’a göre azınlık statüsünde değiller”. 1994’ten beri yazıyorum: Lozan’da azınlıklar, sadece “Gayrimüslimler” diye geçer. 143 maddesinin hiçbirinde hiçbir azınlık grubunun adı geçmez. Yalnızca Rum, Ermeni ve Yahudilerin azınlık sayıldığı iddiası, Türk ulus-devletinin azınlıkları azaltmak için ürettiği devasa bir yalandır.
“Feragatname” efsanesi
2) Gül diyor ki: “Türkiye’de kimlerin azınlık olacağı Lozan’da o zaman gönüllü olarak belirtilmiş”. Bu da Lozan’ın hiçbir yerinde yok. Gül, tam bir şehir efsanesi olan “Süryaniler, Lozan’daki haklarından feragat ettiler”e atıf yapıyor. Bunun tek “belge”si, bir gazete haberi: 09 Şubat 1923 tarihli İleri. O zamanlar Süryani Ortodoks Patrikhanesi Mardin’de. Patrik III. İlyas Şakir Ankara’ya geldiğinde, “Biz hukuk-i ekalliyet istemiyoruz” (azınlık hakları istemiyoruz), diye demeç vermiş.
Durumun sebebi de şu: Batılılar, Komünist Rusya’yla aralarında tampon bir Büyük Ermenistan istiyorlar ama, tarihte hiç devleti olmamış kendi halinde Süryanilerin 1919 Paris Barış Konferansında suratlarına bile bakmıyorlar. Onlar da çaresiz, Türklerin “hoşgörü”süne sığınıyorlar; 1071’den beri (ve şu anda da) yaptıkları gibi. Sonucu soruyorsanız: İlyas Şakir Efendi 1932’de ölünce Patrikhane’yi Suriye’deki Humus’a sürüyoruz. Bugünü soruyorsanız: Bu insanlara Lozan Md. 40’taki okulları açtırmıyoruz. Çocuklarına dillerini öğretemiyorlar.
Bu noktada, bir saniye: Farz edin ki, kıymetli bir tarihçimiz çıktı, III. İlyas Şakir’in pullu-mühürlü bir “feragatname”sini buldu. Hiçbir şey ifade etmez. Çünkü:
Bir kere, Azınlık hakları Hobbes’dan (1588-1679) beri, “kolektif olarak kullanılmak üzere birey’e verilmiş” haklardır. Cemaat liderlerinin bu haklardan birey adına vazgeçmesi uluslararası hukukta mümkün değildir. İkincisi, Lozan sekiz ülkece imzalanmış bir uluslararası antlaşmadır, bir ruhaninin gazete demeciyle değişmez. Kaldı ki Lozan Md. 37, Azınlıkların Korunması’yla ilgili hükümlerin temel yasa olduğunu, yasayla bile değiştirilemeyeceğini ilan etmiştir. Üçüncüsü, zaten devletimiz de bunu başta böyle kabul etmiştir çünkü Mardin’deki Süryani azınlık okulları (idadi) tevhid-i tedrisat diye 1928’de kapatılana kadar faaliyet göstermiştir. Üstelik, Süryani azınlık vakıfları, 24.01.2003 tarihli kararnameye eklenen listeye alınarak resmen tanınmıştır.
Peki, bu şehir efsanesi hâlâ nasıl sürüyor? Bir kere, Süryanilerin ağzı var dili yok. İkincisi, bizim ulus-devletimizin karakollarda “itiraf” ettirmenin yanı sıra, böyle bir “feragat” ettirme geleneği var. Mesela, Lozan Md. 42/1’e göre, “azınlıkların aile hukuku, bunların gelenek ve görenekleri uyarınca” uygulanır. Ama 1926’da Medeni Kanun çıkınca devletimiz bir komisyon tayin etmiş, buradaki Ermeni ve Rum üyelerden feragat karşıtı konuşanları gözaltına almış, “uygun” karar çıkmadan salıvermemiştir. Böylece Gayrimüslimler 42/1’den “resmen feragat” ederek kilise nikahından vazgeçmiş olmuşlardır…
Daha tatsızını üzülerek söyleyeyim: Biz bu Süryani vatandaşlarla geçen yıl “resmen” dalga geçmeyi bile kendimize yakıştırabildik: Lozan Md. 40’taki okul hakkından yararlanmak için İstanbul’da dilekçe verdiler, 26.07.2012 tarihli şu cevabı aldılar: “Siz azınlık değil aslî unsursunuz. Azınlık olmadığınız için de, açmak istediğiniz anaokulunda yabancı dilde eğitim yapamazsınız” (Sabro gazetesi, 07.09.2012).
Manastır arazisinin gaspı
3) Gül diyor ki: “Mor Gabriel Kilisesi işgal altında değil. Açık. Sadece, çevresindeki arazilerle ilgili bir ihtilaf var. Bununla ilgili dava da, hukukun üstünlüğü çerçevesinde, muhakkak ki çözülecektir”. Bunu da döne döne yazdım: Kadastro’nun bu Manastır’a tescillediği araziye T.C. Hazine 2009’da dava açıyor. Midyat mahkemesi reddediyor. Hazine Yargıtay’a gidiyor ve orası “belge yok” gerekçesiyle 2010’da Hazine’yi haklı buluyor. Oysa, Manastır yılların vergi kayıtlarını Midyat mahkemesinde sunmuş. Bu nasıl iştir denirken bir de bakılıyor ki, Yargıtay dosyasında bu kayıtlar yok! Manastır Vakfı karar düzeltmeye gidiyor, sonuç ret!
Şu anda Süryanilere bölgede açılan davaların sayısı 300’ü aştı. Çünkü civardaki Kürt köylüsü, oğlu korucubaşı olan AKP Mardin Milletvekili Süleyman Çelebi’nin ağa olduğu bu bölgede Manastır topraklarını önce işgal ediyor, sonra dava açıyor. Bir yandan da Manastır’ı ihbar ediyor: “Tamamen halkı isyan ve galeyana getirmektedirler. Milli birlik ve beraberlik ruhunu parçalamak için her türlü faaliyet içindedirler. Buraya menşei meçhul paralar gelmektedir.” Çelebi, “Binlerce Süryani keyiflerinden göç etti” demesiyle de tanınıyor.
4) Gül diyor ki: “İstanbul’a giderseniz, Ayasofya Müzesi’ni herkes gezebilir. İlk defa sizden duyuyorum”. Oysa Kerimo bundan bahsetmiyor. Vakıflar Genel Müdürü Adnan Ertem’in Kasım 2011’de, "İstanbul'daki küçük Ayasofya ibadete açılmıştı, burası da açıldı” dediği İznik Ayasofya’yı kastediyor; artık buranın adı “Ayasofya (Orhan) Camii”. Kerimo, Arınç’ın Temmuz 2012’de söylediklerine gönderme yapıyor: “Geçtiğimiz kurban bayramında İznik Ayasofya Camii'ni ibadete açtık. İkinci müjdemiz Trabzon’daki Ayasofya Camii'nin ibadete açılmasıdır inşallah”. Kerimo, TBMM Dilekçe Komisyonu’na yapılan başvuruların önemli bir bölümünün İstanbul Ayasofya Müzesi için verildiğini bildiren Başkanvekili Halil Ürün’ün, "Ayasofya kesinlikle ibadete açılmalıdır. 75 milyon bunu istiyor" demesini hatırlatıyor.
Nasıl gelsinler ki?
Cumhurbaşkanı Gül son olarak şunu söylemiş: “Gelin Türkiye’ye gidin, topraklarınızı görün, gezin, tatillerinizi orada geçirin. Herkes malına, mülküne sahip olsun”. İyi de, o mal-mülklere on yıllardır korucular oturmuş; onları kim çıkartacak oradan? Mallarına bir yandan Kürt köylülerin, bir yandan T.C. Hazine’nin el koyduğu Süryaniler mi? Gerçek bir devlet adamı olan Gül İsveç’e giderken, bunları birileri anlatsaydı kendisine, keşke.