Victor Hugo’ya göre; “orduların istilası engellenebilir ancak zamanı gelen bir fikrin asla” Demokratik özerklik tartışmalarının son dönemde Türkiye’de gündeme gelmesini zamanı gelmiş bir fikrin tartışılması olarak düşünebiliriz. Fakat dışarıdaki Kürt siyaseti ile içerideki (Öcalan) Kürt siyasetinin dili arasında pratikler anlamında ciddi farklar olduğunu söylemek mümkün. Buna düşünce ile pratik arasındaki fark da denebilir. Normal koşullarda içerinin (Öcalan) dışarıdan (BDP-PKK vb.) en azından zamanlama, konuya/gündeme hâkimiyet anlamında geri kalması anlayışla karşılanabilir. Ancak dışarıdaki Kürt siyaseti; örgütlenme, tabana yayılma, söylem geliştirme, siyaset üretme ve uygulama, sorunları doğru tartışma gibi hususlarda içeriden (çoğu zaman haklı olarak) fırça yiyip duruyor.
Demokratik özerkliğin toplumsal hayattaki ve medyadaki uygulama/işleme alanlarından biri “dil” oldu. BDP’ye bağlı belediyelerde “sembolik” olarak iki dil uygulamasına geçilmesi Türk medyasında “oralara müdahale edilmeli” tonunda işlenirken; Kürt cephesinde ise bu durum günübirlik, gelip geçici bir gündem biçimine işaret ediyor. Kürt dil hareketinin Kürt siyasetine etki etmesi gibi olumlu bir pratiğe işaret eden bu durum, kanımca Kürt siyaset dilinin Kürt dilini pragmatik siyasetine kurban etme riskine de işaret ediyordu. Dil, siyaset dilinin ötesine geçip hayatın her alanında kullanılabilirse sorun yoktur. Kürt dilini, siyasetlerine malzeme yapanların gündelik, akademik, eğitim hayatındaki dil kullanımına dair nasıl bir planlama içinde oldukları çok önemlidir. Aksi takdirde Kürt siyasetinin diğer “koordinatör ve yüksek” siyasetlerden pek bir farkı kalmayacaktır.
Bir toplumu ortak paydada birleştiren ve o topluma kimliğini veren dilidir, kültürüdür. Bu yönüyle dil, o toplumun aynasıdır. Türkiye’de bizler o aynaya baktığımızda hem devletin ayıbını hem de kendi ayıbımızı görmeliyiz. Devletin ayıbı, bir dili yok saymak veya kendi tekelinde olması koşuluyla varsaymaktır. Kürtlerin ayıbı ise yaklaşık 15-20 milyon civarında bir nüfusa rağmen o dili öğretebilecek yeterlilikte olan ancak 100 civarında eğitimli insanın olmasıdır. Bu rakam, biraz daha yüksek olsa bile Kürt hareketinin dil politikaları konusundaki yetersizliğine götürmez mi bizi?
Yeri, zamanı ne olursa olsun her insan, insan oluşunu dilinde gerçekleştirir. Fakat Kürt hareketinin kendini gündelik siyasetin ritmine kaptıran durumu; kültürü, dili, sanatı ya unuttu, ya siyasetin hizmetinde gördü ya da kurulacak yeni devlette ele alınacak bir olgu olarak gördü. Oysaki hayat ve zaman geçtikçe asimilasyonun boyutu da hızlanıyordu. Bunu içerideki Kürt siyaseti çoktan fark etmişti fakat dışarıdaki Kürt siyaseti anlamakta bile zorlanıyordu. O yüzden 2000’li yıllarda Eğitim-sen’de “kültür-sanat paradigması, üçüncü alan, alternatif kurumlaşma” vb. tartışmaları yaptığımızda Kürt üyelerin birçoğu, “bu deliler de kim” şeklinde yüzümüze bakıyorlardı. Böylece içeriden(İmralı) dışarıya çıkan binlerce sayfalık savunma ve görüşme notu çoğu zaman birer “iyi düşünce/parlak fikir” olmanın çok da ötesine geçemiyordu.
Her toplum, dilinin sunduğu olanaklardan yararlanarak, dilini kullanarak ve geliştirerek tarih boyunca varlığını sergileyen bir kültür ortaya koyar. Hepimiz belli bir toplum içine doğar, genellikle de doğduğumuz toplumun dilini öğrenerek yetişiriz. Ancak Türkiye’de bu durum, yedi yaşından sonra değişir. İçine doğduğumuz toplumun dilini değil, zora dayalı üst kimliğin dilini kullanırız. "Bazen de anadan doğma olarak buz gibi bir havuzun içine atılırız. Orada hem yüzmeyi, hem havuz problemlerini çözmeyi hem de kekelemeden ve su yutmadan konuşmayı öğreniriz.!" Neyse uzatmayalım. Uzun lafın kısası hiçbir Kürdün Türkçeyi konuştuğu için rahatsız olduğunu zannetmiyorum. Sorun “kendi dilini unut bizimkini konuş” anlayışından kaynaklanmaktadır.
Kürtlerin dillerini kullanması fikri önlemez bir taleptir. Fakat Kürtlerin kendi dillerini kendi siyasetlerine kurban etmeden “sembolik” kullanımın ötesine geçip uzun erimli ve ciddi bir planlama çerçevesinde kullanması da o kadar önemlidir. Bunun en önemli ayağı ise anayasal garanti altına alınıncaya kadar dil eğitiminde alternatif okullaşma olanaklarının ve akademik altyapının sonuna kadar zorlanmasıdır. Kanımca Kürt kültürünü, dilini, sanatını geliştirmek; bunların hayatta kalmasını sağlamak ve de nitelikli ürünler vermek için “alternatif okullaşma” olgusu elzemdir.
Bir politikanın ağızdan çıkması kolaydır fakat pratiğe geçmesi zordur. Sözü söylemek güzeldir fakat fazilet onu hayata geçirmektedir. O yüzden dilin kemiği yok; kuralı var derler. Kuralı, onu yaşatmak için sembolik yaklaşmak değil ciddi planlama yapmaktır. Nitekim dil, sadece malzeme/araç olarak kullanılacak bir şey değildir. İnsanın özü, ruhudur ve de tüm güzelliğidir.