06-07 Aralık Tarihleri arasında Diyarbakır’a yapmış olduğumuz ziyaretimiz sırasında bize eşlik eden arkadaşlarımız Abdullah Arı ve Muhyettin Kutlu ile birlikte Diyarbakır Çınar Yolu üzerindeki Fidanlıkta kurulmuş olan Çınar Ezidi Kampını da ziyaret ederek Kamp Koordinasyondan Metin Palandiken, Bekir Ateş ve Koçer Bey ile görüştük. Gerçekleştirdiğimiz söyleşi sırasında kampın kuruluşundan bu yana yaşanan gelişmelerle ilgili bilgi aldık.
Bize Çınar Kampı’yla ilgili bilgi verebilir misiniz? Bu kamp ne zaman kuruldu? Burada kaç kişi kalıyor?
Kamp 26 Ağustos’ta kuruldu. İlk başta çadırlarımız yoktu gelen bütün Ezidiler ağaç altlarındaydı. Süreç içerisinde çadır temini yapıldıktan sonra çadır alanları oluşturduk. Yerleşimi beş bölgeye böldük: Büyükşehir Belediyesi, Kayapınar, Sur, Yenişehir ve Bağlar. Şu an 840 tane kurulu çadırımız var ve buralarda 3835 kişi yaşıyor. Bunların 1350’si çocuk. Bazı aileler büyüktür, onlar iki üç çadırda kalıyorlar. Buraya en az 6000’in üzerinde insan giriş yaptı. Sonrasında bir kısmı Zaho’ya geri döndü bir kısmı başka alanlara gitti. Kampta sürekli bir sirkülasyon vardı. Ama şu an bu sirkülasyon çok azaldı; hatta durmuş durumda. İki üç aile geliyor sonra gidiyor diyebiliriz.
Ezidiler buraya nasıl geldi?
Çoğu kaçak yollardan geldi. Geldiklerinde onlara sahip çıkan yoktu. İlçe örgütlerimiz ve il örgütlerimiz sahip çıktı ve gelenler bu alanlara yerleştiler. İlk başta 36.000 kişi vardı. Şimdi Kürdistan’da 15.600 kişi kalmış durumda.
Muhyettin Kutlu: Ben içme suyu satıyorum. O dönem iki oğlumla birlikte Silopi’deydim. Gelenleri kapıda durduruldular. Pasaport kontrolü gibi nedenlerle onları dokuz gün beklettiler. İçeri azar azar aldılar. Kapının önü insandan geçilmiyordu. Susuz, aç, perişan... Silopi’den geçtikleri zaman oturacak, yatacak, yemek verecek bir yer de yoktu. Hiçbir şey yoktu. Aynı gün Diyarbakır’a geri döndüm. Belediyeye ve sivil toplum kurumlarına haber verdim. Bir grupla Silopi’ye geri gittik. Çocuklar susuzluktan ölüyorlar, kimse sahip çıkmıyordu ne devlet ne başka kimse.
Gelen bir kadınla görüştüm. “Öbür tarafta çocuklarımızın ölmemesi için buğday tanelerini ağzımıza koyuyorduk, çiğniyorduk onu çocuğun ağzına koyuyorduk” dedi. Bunlara bizzat şahit olduk. 4000 çocuk Şengal Dağları’nda açlıktan susuzluktan öldü zaten. Bizim halkımız ve belediye kendi imkanları ile o insanlara sahip çıktı. Silopi’nin ilk girişinde 200 – 300 bin kişinin barınabileceği yer vardı. Oraya geçtiler.
Kaçak geldikten sonra size nasıl ulaştılar?
Roboski tarafından geçtiler. Roboski sınırdadır. Asker onları o dağlarda dokuz gün bekletti. Milletvekillerimiz sınıra gidip gelenleri aldılar. Çünkü asker onların buraya geçişine izin vermiyordu.
Buraya ulaştıktan sonra da Türkiye Hükümeti’nin onları geri göndermek için çok büyük çabası oldu. Burada tutmak, barındırmak istemiyorlar. Bu çaba halen de devam ediyor. Devlet, Nusaybin’de bir çadırkent açmasına rağmen buraya karşı çok duyarsız. Burası, Ezidi halkının, göç edenlerin büyük nüfusunun yaşadığı bir kamptır. Devletin buraya dair büyük bir duyarsızlığı var. Mesela halen devlet tarafından bir gram ilaç iletilmiş değil. Buradaki ilaçlar, halkın ve Eczacılar Odası’nın kendi imkanları ile üç aydır temin ettiği ilaçlardır.
Ayrılanlar nereye gittiler?
Bir kısmı Zaho’ya geri döndü. Geçen gün bir kısmı Nusaybin’deki devlet kampına gitmek istedi. Onların özel durumları, ağır hastaları vardı ve tedavi edilmiyordu. Bu nedenle devlet kampını, devlet güvencesini tercih ettiler. Onun dışındakiler buradadır.
Bahsettiğiniz bu beş bölgede neler bulunuyor? İhtiyaçları nereden tedarik ediyorsunuz?
Burası 250 dönümlük büyük bir alan. Her alanda bir yönetim çadırımız, kadın çadırımız ve televizyon çadırımız var. Çocuk çadırı ve kadın çadırında eksiklerimiz oluyor. Kadın çadırlarına dikiş makinelerini bırakıyoruz. Gelip kendi elbiselerini dikiyorlar. Büyükşehir tarafında sağlık merkezimiz var. Bir doktor odası, bir müşahede odası bulunuyor. Bir eczanemiz var. Eczacılar Odası’nın çok büyük katkısı oldu; çünkü bugüne kadar bütün ilaçları onlardan temin ediyoruz.
Diyarbakır Büyükşehir Belediyesi, sivil toplum örgütleri ve halk ihtiyaçları temin ediyor. Bunları örgütleyen belediyedir sivil toplum kurumları ve vatandaşlar da destek oluyor.
Devlet isteseydi bu dokuz günlük süre içinde onları alabilirdi kendi kamplarına yerleştirebilirdi. Ama, hiçbir şekilde sahip çıkmadı. Basında çıkan bazı haberlerde sanki biz onları buraya zorla getirmişiz, zorla sahip çıkmışız gibi bir algı uyandırılmaya çalışılıyor. Öyle birşey yok. Sonuçta bu insanlar geldiler ve kimse de sahip çıkmadı. Partimiz ve milletvekillerimiz ile bu kamplar oluşturuldu. İlk geldikleri günden itibaren sağlık, barınma, beslenme ihtiyaçlarının hepsini temin ettik. Şu an az bir sorunumuz kaldı. Özellikle elektrik sorunumuz var. Akşamları rutin kesintiler yapılıyor. Arkadaşlarla zaman zaman daha fazla ne yapabiliriz diye tartışıyoruz. Çamaşırhanemiz var, yemekhanemiz var. Daha önce yemekleri yemek firmalarından alıyorduk sonra kendi mutfağımızı kurduk. 5000 kişiye hitap eden bir mutfağımız var. Sabah kahvaltılıklarını haftalık veriyoruz. Öğlen ve akşam olmak üzere iki öğün yemek veriyoruz.
Gelenler dışarı çıkabiliyor mu?
İlk bir buçuk ay gelenleri dışarı çıkmak üzere bırakmadık. Diyarbakır’ın karışık bir yapısı var; halkın tepkisinin ne olacağını bilemedik. Şu an kontrollü bir şekilde dışarı çıkıyorlar. Kendi alış verişlerini yapıp geri geliyorlar. Bu konuda bir sıkıntı yok. Onlar da alıştılar buraya. Yanlarında getirdikleri, kaçırabildikleri bir miktar paraları var. Hatta bir kısım Zaho’ya dönüp Irak Merkezi Hükümeti’nin verdiği paraları alıp geri geliyor. Ama bu nereye kadar sürer bilmiyoruz.
Irak Hükümeti ihtiyaçları karşılıyor mu? Oraya nasıl gidiyorlar; rahat geçiş yapabiliyorlar mı?
Muhyettin Kutlu: Eskiden ben Irak’ta iş yapıyordum. Oraya da su götürüyordum. Ayda bir ya da üç ayda bir galiba 300 dolar veriyorlardı. Bu parayı hane başına aile reisine veriyorlardı; ferde değil. Şimdi buraya gelmişler kim verecek o parayı onlara? Orada vermeye devam ediliyor. Onlar da gidip parayı çekiyorlar sonra geri geliyorlar.
Bu paranın haricinde şeker pirinç ve bulgur gibi temel gıda maddelerini de karşılıyorlardı. Bir de un veriyorlardı. Ben oradayken böyle idi ama şu an nasıl olmuştur bilmiyorum.
Kamplarda çocukların eğitimi için neler yapılıyor?
Eğitim için üç tane çadır kurduk. Başta buna şerh koydular sonra ikna oldular. Buraya başladığımız günden itibaren Türkiye İnsan Hakları Derneği gönüllüleri burada çalışıyor. Düzenli bir şekilde geliyorlar. Diyarbakır’da PDR derneği var. Onlar akşam saatleri gelip çalışıyorlar. Eğitim-Sen’in travmalı çocuklarla çalışan bir PDR grubu vardı. Onlara da çadır kurduk; sinema getirdiler. Haftanın üç günü gelip çalışıyorlardı. Eğitime tam olarak başlayamadık. Büyük çoğunluğu ikna oldu; büyük ihtimalle önümüzdeki hafta başlarız. Kendi İngilizce ve Kürtçe öğretmenleri var. Ezidiler, Arap alfabesini kullanıyorlar. Latin alfabesi kullanmıyorlar. Biz de nasıl din dersi varsa onların da Ezidilikle ilgili dersleri var. Küçüklükten beri -onlar medrese diyorlar- din derslerini veriyorlar. Biz onlara imkan sağlayacağımızı söyledik, “Kurucuları, yürütücüleri siz olun” dedik. Bu konuda büyük bir güvensizlik var. Müslümanların yaşadığı yerde yaşamak istemiyorlar. 74 defa soykırıma uğramış, en büyük soykırımı da bu coğrafyalarda yaşamış insanlar. O yüzden hepsinin aklında Avrupa’ya gitmek var. Şu an bunun için başvuruyorlar. Birleşmiş Milletler Temsilciliği gün veriyor.
Ezidilerin güvenliğini nasıl sağlıyorsunuz?
İtfaiyemiz 24 saat burada. Gece kapıda beş zabıtamız var. Belirlediğimiz noktalarda zabıta arkadaşlarımız nöbet tutuyor. Güvenlik konusunda çok büyük bir sıkıntı yaşamadık bugüne kadar. Ufak tefek sorunlar olur. Devletin bütün imkanlarını kullandığı kamplarda da bu kadar olur. Burada ilk başlarda birbirimizi tanıma, anlama noktasında sıkıntı vardı. Özellikle kadın boyutunda. Temsilciler hep erkekler oluyordu. 10 çadırda bir temsilci oluyor. Şimdi mesela kadınlar da temsilci oluyorlar ve buna büyük bir rağbet var. Kendilerine özgüvenleri geldi. Bizim bir tane yardım depomuz var. Eskiden her çadırda bir yardım deposu vardı. Onu kaldırdık şimdi merkezi bir depomuz var. Ne geldiyse oraya biriktiriyoruz ve sorumluları da onlardan seçiyoruz ve onlar kendileri paylaştırıyorlar. 1000 takım ayakkabı gelmişse onlar sayılara göre kendileri bölüşüyorlar. Biz sadece koordinesini yapıyoruz.
Dün belediye ile de görüşmeye gittik. Kobanê’ den gelenler de Kürt. Siyaseten de dinen de kültürel olarak da birbirlerini anlayabiliyorlar. Burada bir sürü akraba da var. Kürtlerin bildiği ama çok da haşır neşir olmadığı bir Ezidi kültürü var. Burada başlangıçta zorlandılar dediniz. Bu durum nasıl karşılaşmalar yarattı?
Buralar aslında Ezidilerin kendi öz topraklarıdır. Şengal’e gidenlerin yüzde 50-60’ı bu coğrafyadan gitmiştir. Burada akrabaları da var. Mesela bir tanesi Ahmet Türk’ün dayısı olduğunu iddia ediyor. Akrabalık bağları var. Daha önce onları katledenler bizim dedelerimizdi. Bizim dedelerimiz topraklarına el koydular; tamamen ekonomik nedenlerle. Ezidiler soykırıma uğradılar bu coğrafyada. Bir kısmı Avrupa’ya kaçtı. Başta güvensizlik dediğimiz ortam bu. Ama şu an o dedelerin torunları, onları soykırıma uğratanların torunları onlara sahip çıkıyor. 30-40 yıllık mücadele sonunda Ezidiler kendi öz vatanlarına geri döndüler ve biz onların burada kalmasını istiyoruz. Kürdistan topraklarında kalmalarını istiyoruz ve bu nedenle elimizden ne geliyorsa arkadaşlarla birlikte el birliğiyle yapmaya çalışıyoruz. Onlar orijin olarak Kürt’ tür. Kürtçe’ yi de çok duru bir şekilde konuşuyorlar. Sadece bir inanç farklılığı var. Bizim dışımızda Süryaniler de var Ermeniler de var. Onların da sayısı azaldı. Bunlar Kürdistan’ın rengidir. Bu renklerin burada kalması lazım.
Diyalekt farkı var mı?
Çok iyi anlaşıyoruz. Ben Zazayım. Onların sayesinde Kürtçemi de geliştirdim.
Bu coğrafyada vakti zamanında boşaltılan bir sürü de Ezidi köyü var. O köyler hala boş mu? Onların yeniden işlevlendirilmesi ve insanların da oraya yerleştirilmesi düşünülüyor mu?
Oralara Müslüman Kürtler yerleşmişler. Anayasa Mahkemesinin bir kararı vardı; bir Ezidi yurttaş başvurmuştu, onu kazandı. Burada iki tane vefat oldu. Bir tanesi doğumda diğeri de doğal ölümdü. Onları fakültenin arka tarafındaki Bahçeci Köyü’ne kendi inançlarına göre gömdüler. Çünkü Ezidi mezarları vardı orada.
Köylere tekrar yerleştirilmeleri noktasında partinin ya da sivil toplum kurumlarının bir çalışması var mı?
Planlamalar yapılıyor, tartışmalar devam ediyor. Ama en önemlisi de onların ne istediği. Bizim düşüncemiz bu insanlar kendi öz topraklarında kalsınlar. Önemli olan bu kışı sağ sağlim atlatmaları.
Buraya kimler geliyor? Kimler hal hatır soruyor?
Kobanê ve Şengal’de yaşananlardan sonra Diyarbakır'da farklı siyasi düşüncelere sahip insanlar da yardımcı oldular. Mesela İlahiyat Fakültesi’nden iki defadır gelip yardımda bulunuyorlar kendi bütçelerine göre.
Zeytin Dalı diye AKP'ye yakın bir dernek var. Onlar da geldiler, gezdiler, baktılar, kendi üyelerine duyurdular. Her ne kadar beş maddeden üçünü vermiş olsalar da; o da iyi. Diyarbakır'da, Kürdistan'ın herhangi bir tarafında Ezidilere karşı bir ayrım, inançlarına karşı herhangi bir tepki olmadan insanlar ellerini uzattılar. Belediyelerin bütçeleri bellidir zaten. Bu bütçelerle bu işler bu kadar yürümezdi. STK'ların, Ticaret ve Sanayi Odası’nın büyük katkısı var. AKP'li işadamları da yardım ediyorlar. Bazı dönemlerde mutfakla ilgili gıda sıkıntımız olduğunda Ticaret Odası’na bildiriyoruz. Onlar da ellerinden geleni yapıyor. Buraya Tarım Bakanı Mehdi Eker de geldi. Kendi devlet imkanları dışında 500 battaniye 500 oyuncak aldı. Kobanêliler ve Şengalliler için böyle bir dayanışma var. Yani devlet haricinde herkes elinden geleni yapıyor. Umarım böyle devam eder.
Kamuoyunda, hareketle devlet arasında çekişme olduğu, hareketin bu insanlara sadece kendinin sahip çıktığını göstermek için devleti istemediği gibi bir algı oluşturuluyor. Bahsettiğiniz Sanayi ve Ticaret Odası’nın ve Mehdi Eker' in yardımlarını kamuoyuna yazmak lazım.
Biz hiç kimseyi yardım edecek diye buradan geri çevirmedik. Kendileri gelmemişler. Mehdi Eker bu ülkenin bakanı kendisi geldi. Geçenlerde Diyarbakır Emniyet Müdürü dedi “Biz yardımı kendimiz dağıtmak istiyoruz.” Birkaç aileye paket yapmışlardı. “Buyrun gelin” dedik. Çünkü bu insanlıktır. O yazılanlar doğru değildir.
Mesela emniyet müdürü ile vali kendileri gelecekti sonra eşlerini gönderdiler. Bizden çadır sayısı kişi sayısı istediler. Yardımı getirdiler dağıttılar. Getirdikleri malzemeleri küçümsemek için söylemiyorum. Poşetlerin içine eski ve yeni yazlık elbise koymuşlardı. Çadır sayısı olmasına rağmen bütün eşyalar yazlıktı. “Kış dönemidir özellikle ayakkabı, mont önemli” diye kendilerine söyledim. Ne mont çıktı ne ayakkabı. Kendi evlerinden topladıkları şeylerdi, bir poşette yeni elbise vardı. O gün buraya bütün emniyeti, orduyu yığdılar neredeyse. Gazetelere çıkan haberlerde de “Vali ve emniyet müdürünün hanımları çadır çadır gezerek Ezidi halkına destek oldu” diyordu.
Yardım etmek istiyorlarsa şu an burada fakültede kemik kanseri bir hasta var. Bu hastanın tedavisi için 32.000 TL para isteniyor. Biz bu hastaya bile devlet tarafından bir çare, bir destek bulamıyoruz. “Yok işte yardım etmek istediler de birileri yok” demiş... Tam tersi biz diyoruz ki: “Gelin buyrun, yardım edin.”
Sağlık hizmetleri nasıl karşılanıyor?
Ameliyatlar konusunda Bakanlar Kurulu’nun kararı olması lazım aksi halde 100 milyarlar gerekiyor. 300' e yakın kişi ameliyat oldu. Sadece acil girişten yatırıyoruz, müdahaleler oluyor. Ameliyat yapmıyorlar. Mesela Dicle Üniversitesi ameliyat yapmıyor. Bir keresinde hastane senet imzalatmak istedi. “İmzalamıyoruz!” dedik. Güvenlik geldi biz de “Hastayı götürüyoruz.” dedik. Dicle Üniversitesi özellikle iyi niyetli davranmıyor. Ne yapılırsa ne edilirse bu iş çözülecek. Buraya 15.000 insan yerleşti; bu az bir sayı değil.
Sağlık çok önemli. Bu insanlar sağlık hizmeti almasa ne yapacaklar? Halk, belediye gelir yardım eder de sağlık hizmetini kim yapacak devlet karşılamazsa?
Biz burada birinci basamak sağlık hizmeti görüyoruz. Onun dışında günde 30-40 kişiyi hastanelere götürüyoruz. 112 servisi burada bir avantaj. Hastanede doktor farklı polikliniklere sevk ediyor. Beş tane refakatçimiz var, onların hastane işlemlerini yapıyorlar. Hastane personeli de çok duyarlı. Çalışanlar da doktorlar da bize yardımcı oluyorlar. Bir iki doktor ve hemşirenin olumsuz tavırları dışında hastanelerde sorun yok. Ama Dicle Üniversitesi çok sıkıntılı. 100 milyar olsa zaten veririz. Arkadaşlar ne zaman arkadaşlarımız gitse “Borcunuzu verin!” diyorlar.
Isınma sorununu nasıl çözüyorsunuz?
Bütün çadırlara petek verdik, palet dediğimiz şeyleri kendileri çadırların altına yerleştirdiler. Kendi imkanlarıyla ocak da almışlar.
Yemeklerini pişiriyorlar mı?
Yok; yemeği biz dağıtıyoruz. Bazen kendileri de yapıyorlar. Burada elektrikler sık kesiliyor. Yoğun kaçak elektrik kullanımından dolayı, kaybı önlemek için DEDAŞ kesinti uyguluyor. Bunu bilerek yapıyorlar. Bu kaybı önlemek için Diyarbakır'ı kesebilirsin ama; burası özgül bir alan. Elektrikler kesilirse nasıl ısınacaklar? Biz 4 trafo aldık hepsinin resmi aboneliğini de yaptık.
Dediğiniz gibi belli ki kış ayı burada geçecek. Buradaki hayatın sürdürülebilmesi için ihtiyaçlarınız nedir?
Mont ve ayakkabı ihtiyacı tamamlandı. Önce çocukların bu ihtiyacını karşıladık. Her çocuğun bir iki ayakkabısı montu var. Şimdi yetişkinlerinki eksik. Belki gezerken görebilirsiniz. Buraya gelenler onları terlikle gezerken görüyor. “Yardım yapıldı ama bunlara ulaşmadı” diyorlar, drama yapıyorlar. Biz sizi çadıra götürebiliriz ayakkabı var mı yok mu bakarsınız. Var ama giymiyor çocuklar... Yetişkinler için ayakkabı ve mont ihtiyacımız var. Bir de gıda boyutu çok önemli, gıda sürekli gerekiyor. Önümüz kıştır; bu mutfağın da dönmesi lazım. Mesela bulgur, pirinç, mercimek... ihtiyacımız oluyor. Kamptakilerin bize söyledikleri şey şudur: “Öğlen yemekleri ağır olabilir akşam yemekleri hafif olsun.” Marul ve karalahanayı inanç olarak yemiyorlar.
Aralık ayının 16' sında Ezidilerin oruçları başlıyor. 3 gün oruç tutacaklar, o oruçlarda biz toplu yemek çıkarmamayı düşünüyoruz. Kendi imkanlarıyla yemeklerini yapsınlar, zamanı kendileri ayarlasın. Onun üzerinde bir planlama yapacağız.
Nasıl bir oruç bu? Oruç döneminde ne yeniyor?
Sahurda ve akşamları yemek yeniyor. Daha çok et ağırlıklı yemekler tüketiliyor. Bu oruç dönemi için de beyaz et istediler.
Mesela yardım için oruç döneminde tüketecekleri tavuk alınabilir. Eti muhafaza edecek yerimiz, soğuk hava depomuz var. Kurban Bayramında çok fazla kırmızı et geldi. Biz bir firmayla anlaşıp bunun bir kısmını tavukla değiştirdik. Oruçları için üç günlük tavuk sağlayabilirseniz iyi olur tabii. Dediğimiz gibi burada 840 tane kurulu çadırımız var, bu o kadar aile demektir. Her çadırda dört beş kişi kalıyor. Ona göre paylaştırılır. Mutfağa bakan arkadaşımıza sorabiliriz, tavukları nereden alıyorlarsa biz onu öğrenelim, birlikte gidip Şengalliler için alacağınızı söylerseniz esnaf da bu konuda çok duyarlıdır...
Tamam öyle yapalım. Bize vakit ayırdığınız için çok teşekkür ederiz.