Parlamentodaki ana-akım siyasi partiler koalisyon pazarlıkları yapadursun, seçimler öncesinde başlayan ve Diyarbakır’da HÜDA PAR yanlısı Yeni İhya Derneği Başkanı ile 3 HDP’linin katledilmesiyle süren provokasyonlar barış meselesini bütün aciliyetiyle gündeme getirdi. Geçen gün de öldürülen dernek başkanı Aytaç Baran’ın cenazesi için oluşturulan araç konvoyunun yanında kalaşnikoflu siviller görüldü.

Yakın dönemde yaşanan gelişmeler, birbiriyle kesişen, fakat doğal olarak örtüşmeyen iki ayrı düzlemde ilerliyor. İlki, yasal siyasi zemin diyebileceğimiz siyasi partiler arası çekişmeler, daha fazla oy alma mücadeleleri, seçimler ve nihayet koalisyon pazarlıkları. İkinci düzlemde ise bizzat geleneksel devlet aygıtından, Tayyip Erdoğan ve AKP’nin belirli kesimlerinden oluşan bir ittifak ya da güç odağı var. Bu güç odağı, barış sürecinin işlememesi için elinden geleni yapıyor ve süreci, giderek kırılganlaşan bir çatışmasızlık ortamına indirgeyerek Kürt sorununun çözümünü öteledikçe öteliyor. Unutmayalım ki Kürt sorunu kalıcı şekilde çözülmedikçe, kontrol edilebilir iç çatışmalar çıkarma, temel hak ve özgürlükleri askıya alma ve farklı kesimlerin hak ve demokrasi mücadelesini kesintiye uğratma potansiyeli her zaman mevcuttur.

Son günlerde Diyarbakır’da ve başka yerlerde tezgahlanan provokasyonların, ikinci düzlemde hareket eden güç odaklarının 90’lı yıllardan tanıdığımız “derin devlet” güçlerini, JİTEM’i, “kontraları” devreye sokmasıyla gerçekleştiğine kuşku yok.

Adana, Mersin ve Diyarbakır’da sahnelenen provokasyonlar “denetlenebilir iç çatışma” çıkarma amacına ulaşamadıysa, bunun, Kürt halkının ve Kürt Hareketi’nin serinkanlı tutumu sayesinde olduğunu hepimiz biliyoruz.

Biz Batı’da Yaşayanlar: Seyretmek mi, Ölümlere Dur Demek mi?

Kürt halkı bilinçli ve serinkanlı davranıyor, bu sayede provokasyonlar boşa çıkarılıyor. Fakat yine hepimizin bildiği gibi tablo bundan ibaret değil: Birincisi, her seferinde Kürtler ölüyor. Seçimlerin son döneminden bu yana 10’a yakın Kürt yaşamını yitirdi, bir HDP’li ise Erzurum’da acımasızca dövüldü ve yakılmak istendi. İkincisi, Kürtlerin canları pahasına benimsedikleri bu “serinkanlı tutum” daha ne kadar sürdürülebilir?

Biz ülkenin Batı’sında yaşayıp HDP’nin seçim çalışmalarına katılan, HDP bileşeni parti ve gruplara mensup olan veya HDP’ye oy veren geniş kesime bu noktada büyük görev düşüyor. Açık konuşmak gerekirse önümüzde iki yol var.

Görebildiğim kadarıyla şu anda ağır basan eğilim, iki düzlemi karşılıklı etkileşimi içinde ele almak yerine dikkatleri ilk düzlem üzerinde yoğunlaştırmak, parlamento içi mücadeleyi abartmak, gerçek değişimin yolunun parlamento dışı mücadeleden geçtiğini göz ardı etmek yönünde. Bu eğilim, Kürdistan’da derin güç odaklarının sahnelemeye çalıştığı, Kürtlerin mücadelesini yasal alanın dışına itme ve kriminalize etme senaryosunu görmüyor değil. Çoğu HDP seçmeni ve sempatizanı bunun farkında. Sorun, bir yönüyle “derin güç odakları”nın kim olduklarını yorumlama noktasında ortaya çıkıyor. Zaman zaman HDP’nin başvurduğu popülist anti-Erdoğan ve anti-AKP söyleminin de etkisiyle, “derin devlet” eşittir “Tayyip Erdoğan ve AKP” denklemi benimseniyor ve geleneksel güvenlik aygıtının da içinde yer aldığı bu yapının çok bileşenli niteliği göz ardı ediliyor. Böyle olunca, derin devlet provokasyonlarını engellemek, dönüp dolaşıp yine Erdoğan ve AKP’nin darbe alan hegemonyasını daha da zayıflatmak üzere verilecek parlamenter mücadeleye indirgeniyor. Sorunun diğer yönü ise, Türkiye’de devlet aygıtının demokratikleşmesi ve kalıcı barış için sivil inisiyatifler oluşturma konusunda bir geleneğin –ve sadece geleneğin değil çabanın da– olmayışından kaynaklanıyor.

Önümüzdeki diğer yol ise aşağı yukarı belli. Diyarbakır’da Kürt halk mücadelesinin meşruiyetini gölgelemek için tezgahlanan operasyonun faillerinin ancak kısmen AKP’yle örtüştüğünü fark etsek iyi olacak. Geleneksel devlet yapısının kırmızı çizgilerini aşındırmak tek başına HDP meclis grubunun yapabileceği bir şey değil. Kürtlerin provokasyonları boşa çıkaran bilinçli ve sağduyulu tavrını takdir edebiliriz; ancak bunun sonsuza kadar devam edemeyeceğini sanırım biliyoruz. Provokasyonları kalıcı şekilde boşa çıkarmak ve daha fazla HDP’linin katledilmesini önlemek, Türkiye’nin Batı’sından yükselecek barış seslerine bağlı. Seçim çalışmalarına katılanlar ve HDP’yi destekleyenler pekâlâ etkin barış çalışmaları yürütebilirler. Belki de ilk kez bunu etkin şekilde yapabilecek kadar kalabalığız. Ortada üçlü bir denklem var: Kürt halkının mücadelesi–kontrollü iç çatışma yaratma peşinde olan güç odakları ve Batı’da kapsamlı bir demokrasi mücadelesi verebilecek “biz’ler”. 90’lardan bu yana üçüncü ayak hep eksik kaldı. 2015’e geldiğimizde hâlâ kontrol edilebilir iç çatışma senaryoları sahnelenebiliyorsa, bunun temel nedeni kirli savaş denemelerinin faillerinin açığa çıkarılmasını, can güvenliğinin sağlanmasını ve barış sürecinin devamını talep eden bir hareketlenmenin olmayışıdır. Dolayısıyla böyle devam edip etmemesi önemli ölçüde “biz”lere bağlı. Yapmayı da yapmamayı da eşit derecede tercih edebiliriz.