13 Haziran’ı 14’üne bağlayan gece hükümet bir grup sanatçı ve Taksim Dayanışma (TD) temsilcileriyle görüşerek, yargı sürecini bekleyeceğini, bu süreçte parka dokunulmayacağını, mahkeme karar lehlerine bile çıksa plebisite gideceğini, plebisitin sonucuna uyacağını ve şiddet kullanan güvenlik görevlileri hakkında soruşturma açacağını ilan etti. TD temsilcileri gelinen noktayı pozitif bulduklarını açıkladılar. Deyim yerindeyse AKP bombayı TD’nin kucağına bırakmış oldu. Seksene yakın bileşenden oluşan bu yapının direnişi sonlandırma kararı alması gerçekten çok zordu. Bu öngören hükümet, bu önerileri kabul görürse küçük birkaç tavizle işin içinden sıyrılacak, eğer direnişe devam kararı alınırsa parka müdahalenin toplumsal meşruiyetini sağlamış olacaktı.
TD her şeye rağmen alabileceği en makul kararlardan birini aldı. Bireysel olarak gelip çadır kurmuş direnişçilerin çadırlarını kaldırmaları istenmeyecek ancak siyasi parti ve örgütlerin çadırları toplanıp tek bir simgesel çadır kurularak direniş sürdürülecekti. Bu meyanda parkın önündeki barikatlar kaldırılacak, bayrak ve flamalar temizlenecekti. Alınan kara karşı çıkan bir kısım gruplar olmuşsa da onların da Cumartesi ve Pazar günü ikna edilebileceği konuşulmaya başlanmıştı. Ancak ilginç bir iletişim sorunu yaşandı. Yazılan bildiri direnişin var olan haliyle devam edeceği biçiminde bir izlenim uyandırıyordu, durumun böyle olmadığını ancak biraz daha bilgi edindikten sonra öğrenebiliyordunuz. Direnişe devam kararı alınsın diye dua eden hükümet için bulunmaz bir nimet oldu bu durum. Ana akım medya derhal flaş gelişme olarak sundu, “gezi direnişçileri direnişe devam kararı aldılar”. Hükümet elbette alınan kararın ne olduğunu biliyordu, karşılıklı geri adımlar atılmıştı ve muhtemelen bu devam edecek bir süreçti. Ancak Erdoğan zafer kazanmak isteyen bir komutan olarak “parkı temizleyip” üstüne İstanbul mitingini yapmak istiyordu.
15 Haziran Cumartesi akşamı polis çok kısa bir uyarıdan sonra parka girdi. Vahşice bir müdahale oldu. Parkın içinde binlerce sivil vardı, polis gaz bombaları ve plastik mermilerle acımasızca bu kitleye saldırdı. Parkın arkasındaki Divan Otele sığınan insanlar saatlerce taciz edildi, otelin önüne sık sık gaz bombaları atıldı. Otelin hemen giriş bölümünde kurulmuş revire gaz bombaları atıldı ve polis revire saldırdı.
Cumartesi günü müdahale beklemeyen birçok insan gibi ben de evdeydim. Müdahale haberini alınca arkadaşlarımla beraber Harbiye yönünden Askeri Müze’ye kadar geldik. Kitle birikmeye başlamıştı ve polis sık sık biber gazı atıyordu. Gerçekten büyük bir kitle toplanmıştı yine. Olayı duyan insanlar evlerinden apar topar çıkmış gelmişlerdi. Kitle yine 31 Mayıs akşamında olduğu gibi heyecanlı ve kararlıydı, üstelik bu kez bir tecrübe ve hazırlık da söz konusuydu. Maskeleri, talcidli suları ve baretleri birçok insanda görmek mümkündü. İnsanlar barikat kurarak polisin saldırılarına karşı direnmeye çalışıyor ancak bunun dışında en ufak bir şiddet kullanmıyordu. Evinin balkonundan olayları izleyip kötü solcuların yine nasıl şiddet kullandıklarına şahit olduklarını anlatanlar yalan söylüyorlar. Bütün gece oradaydım ve barikat kurulması dışında kimsenin her hangi bir şiddet eyleminde bulunduğunu görmedim. Acımasızca insanları hedef alarak gaz bombaları atan polise karşı barikat kurmayı ve bir kaç genç insanın ilkel sapanlarla attığı taşı şiddet olarak algılıyorlarsa söyleyecek bir şey yok kendilerini insanların vicdanlarına havale ediyorum.
Ancak bu kez polis de hazırlıklıydı ve 31 Mayıs’tan dersler çıkarmışa benziyordu. 31 Mayıs’ta polis asıl olarak alanı korumaya çalışıyor ve kitleyi alandan uzakta tutuyordu. Sık sık kitle gazlanıyordu ama geriye kaçan kitle buradaki güvenli alanda tedavisini oluyor, kendini toparlıyor ve tekrar aynı enerjiyle geri dönüyordu. Bu arada kitlenin bölgeye gelişi hiçbir şekilde engellenmediği için saatler içerisinde on binlerce insan bölgeye yığılmıştı. Gazdan bıkıp yorulanların yerini hemen taze kuvvetler alabiliyordu. İnsanlar hazırlıklı olmasa da arka taraflardaki güvenli bölgeler çok önemliydi.
Ancak 15 Haziran Cumartesi günü polis farklı bir yol izliyordu. Öncelikle sadece kitleyi bölgeden uzak tutmak değil yavaş yavaş en uzağa doğru süpürmeye çalışıyordu ki bunu da başardı. İkinci olarak bu kitleye farklı bölgelerden gelip katılabilecek grupların önleri kesilmiş dolayısıyla kalabalığın giderek büyümesi engellenebilmişti. Örneğin Kadıköy, Okmeydanı ve Mecidiyeköy yönünden Harbiye’ye gelmeye çalışan insanların önü kesilmiş ve Harbiye’ye ulaşmaları engellenmişti. Diğer önemli bir durum arka bölgelerin de güvenli olmamasıydı. Sürekli bombalanan, süpürülen kitle arkaya doğru çekiliyordu ama bu kez arka tarafların da güvenliğinde sorun vardı. Nitekim gece yarısı 1’den sonra hem Harbiye yönünden hem arka taraf yani Şişli yönünden çift taraflı bombardıman başladı. Yani arka tarafa geçip dinlenmek ve tedavi olmak da riskli olmuştu artık. Bu çift taraflı saldırılar sonucu insanlar yavaş yavaş ara sokaklara girmeye ve ara sokakların içlerinde kaybolmaya başlamıştı. Diğer grupların ulaşımı da engellenince kitlenin sayısında ciddi bir azalma oldu ve bu durum güvensizlik ortamını iyice geliştirdi. Zaten sık sık “ara sokaklara girmeyin polis gözaltına alıyor” şeklinde uyarılar da başlamıştı. Sabaha karşı insanların büyük bir bölümü evlerinin yolunu tutmuştu. Herkes Dayanışmanın alacağı kararı bekliyordu. Kritik bir gündü çünkü aynı gün AKP’nin Kazlıçeşme’de mitingi vardı.
Dayanışma, Beşiktaş, Harbiye, İstiklal ve Sıra Selviler yönlerinde toplanılıp 16.00’da Taksim meydanında buluşma kararı alınca çatışmayı, polis şiddetini ve gözaltına alınma durumunu göze alan birçok insan çağrıya uydu. Ancak polis yine hazırlıklıydı. Hem aşırı bir şiddet kullanımı söz konusuydu hem de birkaç bin kişilik grupların bir araya gelmelerini önleyebiliyorlardı. Akşam saatlerine kadar bu mücadele sürdü. Polis hiçbir toplaşmaya izin vermedi, yüz kişilik küçük gruplara dahi çok ağır bir şekilde müdahale etti, yüzlerce insanı gözaltına aldı. İstiklal caddesi yönünde polis en ufak bir toplaşmaya bile izin vermedi hatta zaman zaman boş bölgelere bile gaz ve ses bombaları attı. Kurtuluş ve Sıra Selviler yönlerinde barikatlar kurulsa da polisi zorlayan bir durum oluşmadı. Diğer taraftan eli sopalı ve bıçaklı grupların sokak aralarında dolaştıkları ve insanlara saldırdıkları haberleri gelmeye başladı. Taksim Dayanışma bu saatlerde herhangi bir açıklama yapmadı ancak birçok insan “artık sokaklardan çekilelim”, “herkes kendi güvenliğini sağlasın”, “dikkatli olun ve güvenli bir yer bularak girin” şeklinde mesajlar atmaya başladı ve akşam saat 21’e doğru sokaklar büyük oranda boşaldı.
Dolayısıyla 16 Haziran 2013 Pazar akşamı Gezi Parkı direnişinin ilk periyodu sona ermiş oldu. 17 Haziran Pazartesi günü grev ve Taksim’e gidiş kararı alan KESK ve DİSK’in eylemleri etkili olmadı. Hem katılım çok azdı hem de polis kolaylıkla kitleyi alandan uzak tutabildi. Ancak akşam saatlerinde yeni bir heyecan dalgası oluştu. Yaya trafiğine açılan Taksim meydanında bir kişi AKM yönüne bakarak kıpırdamadan ayakta duruyordu. Bir süre sonra yanına başka insanlar da gelmeye başladı ama en önemlisi eylemin duyulmasıyla birlikte benzer eylemler başka yerlerde de başlamıştı. Örneğin bir kadın Ankara’da Ethem Sarısülük’ün vurulduğu yerde durmaya başlamış, bir grup Sivas’ta Madımak Oteli önünde, bir grup Hrant Dink’in vurulduğu yerde, bir kişi Beşiktaş Çarşı’da heykelin önünde durma eylemini başlatmışlardı. Bu eylem biçimi ve olası sonuçları üzerine ayrıca durulması gerekiyor ancak burada uzatmayacağım. Bu konuda yazılmış bir analiz için şu linke bakılabilir: http://fkurhan.blogspot.com/2013/06/duran-adam-fenomeni-18-haziran-2013.html
Ancak bu durum bize gösterdi ki eylemlilik sürecinin oluşturduğu heyecan ve direnç henüz sönümlenmemişti, insanlar doğru bir eylem planlamasıyla hareket geçebilecek durumdaydılar. Nitekim 18 Haziran itibariyle duraninsanlar eylem biçimi devam ederken, çeşitli parklarda kurulan forumlarda insanlar bir araya gelmeyi sürdürüyor.
TD’nin bileşenleriyle birlikte bundan sonra atacağı adımlar ve alacağı kararlar bu enerjinin nereye evirileceğini de bize gösterecek. Daha önemlisi farklı inisiyatifler ve yapılar oluşturarak TD’nin üstüne yıkılmış olan sorumluluğu paylaşmak ve dağıtmak gerekiyor.
Olayların başlangıç günlerinde yazdığım bir yazıda da belirttiğim gibi, sivil itaatsizlik AKP’nin çaresiz kaldığı bir eylem biçimi. Bu nedenle sivil itaatsizlik eylemlerinin çeşitlenmesi çok önemli. Ama bana kalırsa bunun kadar önemli bir başka durum dayanışma ruhunun asla yitirilmemesi. Bunun için ölen insanların aileleriyle, yaralanan insanlarla ve gözaltında olanlarla ilgili işlevsel inisiyatifler kurmak gerekiyor. Ölen insanların ailelerinin ve yaralananların yalnız bırakılmaması ve adli sürecin topluca takip edilmesi, buna yönelik bir eylem planı hazırlanması gerekiyor. Yine gözaltında olan insanların serbest bırakılmaları için derhal bir eylem planlaması yapılmalı ve gözaltındaki insanlar serbest bırakılana kadar bu eylemler sürdürülmeli.
Son olarak hükümetin Gezi Parkı direnişini kriminalize edeceği ve çok sayıda insanı gözaltına alacağı anlaşılıyor. Daha şimdiden gözaltı furyası başladı, bazı öğretmenler hakkında soruşturma açıldı ve başbakan isim vererek sanatçıları hedef gösteriyor. Bu kriminalizasyon operasyonuna karşı mutlaka dayanışma inisiyatifleri oluşmalı ve insanlar yalnız bırakılmamalı. Bugün bana kalırsa korumamız gereken en önemli duygu dayanışma duygusudur. Dayanışma duygumuzu kaybetmezsek daha demokratik bir siyasetin önünü açabilecek ortamı oluşturabiliriz. Ancak dayanışma duygusu ve dayanışma fikri yok olursa bir daha bir araya gelmek, haklarımız için hep beraber mücadele etmek çok zorlaşabilir.