Ergenekon davası bazı kesimlerin ciddi tepkiler verdiği kararlar ile sonuçlandı. Son sözü baştan söylemek gerekirse dava sonuçları hukuk dışıdır. Kararların bundan sonraki hukuki seyrini bilemem, ama ilkesel seyri nettir: kabul edilemez…
Davada uzun süreli tutukluluk, gizli tanıklık gibi “tuhaf” ifadeler, asparagas olduğu ayan beyan ortada deliller ve kendini savunma hakkının aleni ihlalleri gibi birçok hukuk dışılık yaşanmıştır. Bu açık gerçekleri davanın hedefindeki kesim nedeniyle görmezden gelenler ilkeli bir tutum içinde değiller. Adalet muhatap olduğu kesimden bağımsız olarak varsa vardır ve yoksa yoktur. Dava adalet duygumuzu bir kez daha zedelemiştir. Meşru değildir.
Fakat davanın meşruiyetini sorgulamamıza sebep sadece yukarda sıraladığımız temel hukuk ihlalleri değildir. Sanıklar hakkında (bazıları) atılı suçlar aslında iki türlüdür. Biri devlete karşı işlenenler (darbe girişimi), diğeri topluma-halka karşı işlenenler (çeşitli katliamlar). Davada ele alınan, araştırılan, yargılanan tür sadece birincisidir. Devlete karşı işlenmiş suçlar, başlangıçta değindiğimiz gibi gayri hukuki yollarla cezalandırılmıştır. Evet, darbe kötü bir şeydir. Bu biçimde olmasa da darbe yapmaya niyetlenenlerin cezalandırılması (hukuki deliller ve uluslararası esaslara uygun yargılama süreçleri ardından) doğrudur, gereklidir, zorunludur. Peki, katliam iddiaları! Savcılar nasıl olur da birçok ifadede bahsedilen cinayetleri es geçer? Nasıl olur da tek dertleri “devleti devirmek” olur? Baret taşımayı suç sayan savcı nasıl olur da asit kuyularını, Sakarya üçgenini, yargısız infazları, şehir ortasında öldürülen milletvekillerini, öldüğü sanılana kadar kurşunlanıp inatla yaşayan insan hakları savunucularını ve burada sayamayacağım kadar çok ama hepsi aşırı ciddi konuyu iddianameye dahil etmez? Adalet duygumuzu yok eden asıl hamle davanın işleyişi mi, yoksa dışarıda bıraktığı konular mı? Bana sorarsanız ikisi de… Fakat ikincinin vebali ilkinden kat be kat üstündür. Gözünün önündeki, birçok ifadelerle tekrar gündeme getirilmiş cinayeti, toplu katliamı es geç, gerisini hukuk diye bize yuttur. Bu dava sadece hukuk dışı işletildiği için değil, asli suçları kapsam dışında bıraktığı için gayri meşrudur. Sanıkların hepsi değil ama çoğu asıl suçları ile ilgili de yargılanmadıkça adaletten bahsetmek olası değildir. Dava sadece yanlış değil, daha da önemlisi acayip eksiktir!
Peki, bu durumda karar sonrası ayaklanan, eylem yapan ve Gezi sürecinde “yan yana” geldiği kesimleri dayanışmaya davet eden çizgiye ne diyeceğiz? Davanın yanlışları konusunda ilke temelinde hem fikir olabiliriz. Peki ya eksiklikleri? Tüm Türkiye’yi bir takım “insani duygular” etrafında galeyana getirmeyi deneyen bu çizgi, sıra eksikliklere geldiğinde bizlerle hem fikir olabilir mi? Olmayacağını biliyorum. Çünkü bu çizgi, gerçek insanlık suçlarını örtbas etmekte devletten-rejimden bile daha heveslidir, daha cabbardır.
Ayrıca ilk bölümde sayılan hukuki ihlaller ülkemizde ilk defa mı yaşanmaktadır? Cumhuriyet tarihi aynı zamanda hukuki ihlaller tarihidir. Yakın zamanda ise KCK, Devrimci Karargah gibi davalarda binlerce insanı hedef alan benzer ihlaller yaşadık, yaşıyoruz. Birçok insan, siyasetçi, yerel yönetici, aydın ortada olmayan tanıklar, uyduruk deliller ve gasp edilen savunma hakları sonucu yıllarca ceza aldılar; bir kısmı da suçunu-cezasını bilmeden yıllardır içerde. Şimdi “haksızlık” kendi tarafına yönelince veryansın edenler, kendilerine dokunmadıkça yılanı okşamadılar mı? Hatta bizzat yılanın dili, gövdesi, kuyruğu olmadılar mı? Hatta hala konu kendilerinin dışındaki haksızlıklar olunca yılanın ta kendisi olmayı sürdürmüyorlar mı?
“Kendine Müslüman” bu çizgi mağdur edilmiştir. Uluslararası hukuk normları ve temel ilkeleri hiçe sayarak, yandaş ve kafadan karşıtlar dışı kamuoyunu ikna etmesi olası olmayan kararlara hakimlerimiz imza atmıştır. Kararlı bir biçimde” it izi at izine” karıştırılmış, “katillerin” arasına neden ceza aldığını anlamadığımız isimler eklenmiştir. Bu da Ergenekon’u ucuz atlatmak isteyen devlet refleksinin sulandırma hamlesi olsa gerek…
Sonuç olarak bu davaya karşı “yetmez ama evet” deyip geçemiyorum.
Birincisi ilkesel bir gerekçe: adil yargılanma herkesin hakkıdır ve yoksa yoktur. Ama, şöyle, böyle deyip pas geçilemez...
İkincisi vicdani bir gerekçe: sanıklar tarihe sadece darbeci olarak kaydedilmek istenmektedir. Halbuki çoğu aynı zamanda katildir. Hem de en canisinden…
Üçüncüsü politik gerekçe: devlete karşı işlenen suçları cezalandırıp, gerisini es geçmek bir tür devlet koruma refleksidir ve suçluyu, suçu koruma anlamını taşır. Açıkça suçtur...
Umarım bir gün memlekete gerçek demokrasi gelecek; Ergenekon katilleri, “tehlikeli” konuları örtbas ederek şimdi de kendilerinin “devleti korumaya” çalıştığını düşünen hükümet-yargı bürokrasisi ile bir arada yargılanacaktır.
Belki bu bir hayal. Ama hayal kurmak ve bunun için mücadele etmek “görece doğru” ve “az yanlışlarla” mutlu olmaktan hallicedir.